AYGEN
Atatürk 9 Şubat 1923 günü saat 17:00 de Edremit’e gelir. Eşi doktor olan Mahu Aygen’in evinde eşi Latife Hanım’la birlikte kalırlar.
Mahu Aygen Anlatıyor:
-"Aradan uzun bir zaman geçti. Zannederim 1936 yılı idi. İstanbul’da kardeşimin üyesi olduğu Ateş-Güneş Kulübüne uğramıştım. Yukarı çıkıp tam oturmuştum ki “Gazi Geliyor!” dediler. Bir hareket oldu ve akabinde de Gazi salona girdi, gelip yanımdaki koltuğa oturdu. Etrafındakilere “Soyadı aldınız mı?” diye soruyordu. Bana da “Soy adı aldınız mı?”diye sordu. “Hayır Paşam, henüz almadım. Aybüke almayı düşünüyorum” dedim . “Bunu Aybuka yapalım” dedi. “Peki, emredersiniz” dedim ve beni “Beni tanıdınız mı?” diye sordum. Şöyle yüzüme baktı… “Aaa…çok değişmiş siniz” dedi. “Evet Paşam, bende çok değişiklik oldu, 25 kilo verdim ve saçlarım sarıydı, şimdi kestane” dedim. “Tebrik ederim, bu kadar kilo vermek büyük muvaffakiyet” dedi. Hiç Edremit lafı etmedim. Hemen kalktılar gittiler.
Ertesi gün akşam 8’de sinemadan evime döndüm kapının önünde siyah büyük bir araba duruyordu. Bir bey bana doğru yürüdü, “ Sizi bekliyoruz hanımefendi” dedi. Şaşırdım. “Gazi Hazretleri sofrada sizi yemeğe bekliyorlar, kaç saattir sizi arıyoruz, dün akşam soyadı için bir yanlışlık olmuş, Gazi üzülmüş, hem beraber bir yemek yeriz , hem de yanlışlığı telafi ederiz” dediler. Bu zat sonradan öğrendim ki kalemi mahsus müdürü Hasan Rıza (Soyak) Bey’di.
Araba ile Dolmabahçe’ye gittik. Bir sürü salonlardan geçtikten sonra yukarı çıktık. Atatürk deniz tarafında büyük bir salonda uzun bir masa etrafında bazı kişilerle oturuyordu. Salona girdim. Bana gösterdikleri, Gazi’nin sağ tarafındaki boş sandalyeye oturdum.
Atatürk “Sizi çok bekledik, saat 9 olunca yemeğe oturduk, affedersiniz” dedi. Çorba içmişler, balık yemeğe başlamışlardı. Bana da hemen çorba geldi, acele içtim ve bana da balık geldi. Karşımda Meclis Reisi Kazım Özalp Paşa, yanında Fethi Okyar oturuyordu. Onları ve daha hatırlayamadığım birkaç ismi takdim etti. “Dil Kurumu” dedi. “Dün akşam size soyadı hakkında bir yanlışlık yaptım. Akşam geldim kitaplara baktım, meşgul oldum, uyuyamadım, ben böyle bir hanıma nasıl böyle bir isim verebilirim diye. Hem sizin nefis yemekleriniz gibi olamaz ise de bir yemek yemek, hem de bu yanlışlığı tashih etmek üzere davet etmek istedim” dedi. Ben tabii sıkılıyorum. Teşekkür ettim. Atatürk, “Şimdi bu isim meselesini sonraya bırakalım, görüyorum ki çok sıkılıyorsunuz, sizi takdim edeyim” dedi.
Ve başladı: “Bundan 13 yıl evvel Anadolu gezisine çıktığım zaman karım Latife Hanım yanımda olduğu halde bütün Anadolu’yu dolaştım. Tek bir kadınla karşılaşmamıştım. Edremit’e geldiğimiz zaman hanımefendi, zannederim eşi bir doktordu, bizi hanımlarla dolu bir cemiyetle karşıladı. Sayelerinde medeni bir gece geçirdik, güzel yemeklerini yedik, fakat hanımefendiyi üzmüşlerdi. Kendileri hazırladıkları halde halk bizi başka bir yerde yatırmak istemişti. Belediye Reisine sordum. “Halk çok galeyana geldi sizi misafir etmek için, kimi Hilali Ahmer’e para bağışlıyor, kimi kapıda 5 kurban keserim diyorlar” dedi. Halbuki bilemiyorlardı ki benim orada hanımları erkeklerle bir arada görmem 5 değil 1000 kurbana bedeldi. “Üzülmeyin, son sözümü burada söyleyeceğim, oraya uyumak için gideceğim …dedim” dedi. ve bana dönerek “Öyle yaptım değil mi hanımefendi?” dedi. Şaşırdım. Atatürk, “Siz hatırlamıyor musunuz?” dedi. “Tabii ben hatırlarım Paşam, benim için çok kıymetli bir hatıra ve büyük bir şeref, nasıl unutabilirim” dedim.
Bana sigara ikram etti. Teşekkür ederek aldım. Fethi Bey sigaramı yaktı. Ömrümde sigara içmemiştim, hayatımda içtiğim ilk ve son sigara oldu. Sonra kahve geldi. Gazi kahveden sonra ikinci bir sigara daha ikram etti. Fethi Bey almamıştı, işaret ettim, yaktırmadım. Sigarayı çantaya koydum. Uzun yıllar bu sigarayı sakladım, sonradan içi boşaldı, sarardı ne yazık ki.
Gazi “Artık şimdi isim meselesine gelelim” dedi ve önündeki defterlerden bir kağıt kopardı. Bir şeyler yazıyor, aynı zamanda anlatıyordu. “Dün akşam sizden ayrıldıktan sonra düşündüm, geldim lügat’e baktım. Aybuka beyaz lale demektir. Biliyorum fakat aynı zamanda kelepçe manasına da geliyormuş. Ben bunu nasıl yaparım dedim. Bir isim bulmaya çalıştım. Hazır dil kurumu da burada iken sizi de davet ettim. Aygen’i buldum. Ama yine bir yanlışlık olmasın istiyorum. Aygen ne demektir diye onlara sordum. Kazım Paşa söylemek istedi, Gazi ona dönerek, “Sen sus, seninle dün akşam konuştuk” dedi ve önündeki kağıda yazdı. “Ay akıl, gen geniş manasına gelir. Tam size göre bir isim dedi” ve kağıdı aldım ve çantama koyduktan sonra Fethi Bey’e usulca, “Fazla rahatsız etmesem” dedim. Fethi Bey “Olmaz, kendisi izin vermeden kimse gidemez. O size, “Sizi bırakayım” deyince gidersiniz” dedi. “Peki” deyip yerime oturdum."
ÖZALP
General Kazım Bey’e soyadı Atatürk vermiştir.Kazım Bey için bir ara Sakarya soyadını düşünmüştü. Ancak adının “Alp Kazım” olması nedeniyle “Özalp” soyadını daha uygun bulmuştur.
TEOMAN
TBMM Reisi Kazım Özalp’in oğlunun ismini Atatürk vermiştir.
Teoman Özalp Anlatıyor
Gazi Paşa özellikle Türk Tarihine çok ilgi duyardı. Milletin kökenlerinin hangi tarihlere, hangi kavimlere dayandığını araştırırdı. Eski Türk büyüklerinin isimlerinin Türk çocuklarına konulmasını isterdi. Tarih incelemeleri yaptığı bir günün akşamında, 16 Nisan 1931’de ani karar vererek yaverine, “Bu gece Meclis Reisi Kazım Paşa’nın evine gideceğiz ve oğlunun ismini değiştirerek ona Hun İmparatorlarından birinin adını vereceğiz, paşaya duyurun” emrini vermiş.
Evimiz Yenişehir’de o zamanki adı Kazım Paşa Caddesi olan bugünkü Ziya Gökalp Caddesi ile Selanik Caddesi’nin kesiştiği köşede bulunuyordu. Beni yataktan kaldırdılar, giyindim, salona indiğimde Gazi Paşa 10-15 arkadaşı ile gelmişti. O güne kadar, babamın arkadaşı olan, Milli Eğitim Eski Bakanı Necati Bey’in verdiği “İlter” adını taşıyordum.
Gazi Paşa, Türk milletinin kökenlerini ve tarihini belirten bir konuşma yaptı. Hun İmparatorlarından birinin adını, bana ad olarak vermek istiyordu. Bugün bir hazine gibi sakladığım aşağıdaki notları yazdırdı ve imzaladı.
Asya Türk Hun İmparatorluğu:
Bu Türk İmparatorluğu’nun tesisinin tarihi, Çin’de İmparatorluk teessüsü tarihi ile başlar. Çin’in Milattan evvel 13. asra ait vesikaları bunu müeyyittır. Ancak bu büyük Türk İmparatorluğu’nun bizce malum olabilen imparatoru Teoman’dır. Teoman Milattan evvel 3. asır başında yaşamış büyük bir kahramandır. Çinliler bu kahramanın, Çin’de imparatorluk tesis etmiş olan büyük kahramanlarının neslinden geldiğini iddia ederler. Teoman’ın oğlu Türk imparatoru Mete meşhurdur. O, şarkta Kadırgan Dağları’ndan garpta Hazer Denizi’ne kadar, şimalde Sibirya’dan cenupta Himalaya eteklerine kadar geniş imparatorluk teşkil etmiş olan yüksek bir Türk hakanıdır. Mete Çin imparatoru ordularını büyük meydan muharebelerinde mağlup etmiş, Çin imparatoru iltica ettiği halde kalede muhasara etmiş, ancak karısının şefaatiyle ve fakat kendisine vergi vererek, tabiatını kabul eylemesi şartıyla, azat eylemiş bir Türk İmparatorudur.
Şimdi çocuğum bu satırları oku ve kendin için bir unvan ararken Teoman veya onun çocuğu Mete’yi düşün, bu ikisinden birinin adını ad edin. Bence Mete çok büyüktür. Bütün Türk tarihinde Oğuz efsanesinin atıf ve isnat olunabileceği adam budur. Fakat düşünülürse Teoman elbette ondan daha büyüktür, çünkü her şeyi hazırlayan odur. Nitekim Makedonyalı, İskender büyük lakabı ile anılır, fakat hakikatte ondan daha büyük olan Filip’tir, çünkü İskender’in muvaffakiyeti için lazım olan siyasi ve askeri vasıtaları hazırlayan odur. Eyüp oğullarından Selahaddin haçlılardan Kudüs’ü kurtarmış olmakla büyük tanınmış bir Türk’tür. Fakat ondan daha büyük olan bizzat Selahaddin’i ve onu muvaffak eden orduları ve vasıtaları hazırladıktan sonra ölen büyük Türk Nureddin’dir ve bütün beşer tarihinde silinmez satırlarla mevcudiyetini yazdırmış olan odur.
Şimdi çocuğum sen bu babalarla oğullarını mukayese et de, kendin için, sevebileceğin bir ismi ayırt et. Ondan sonra kendi hüviyetinin maddi ve manevi şahsiyetini ifade edecek bu unvan içerisinde yüksekliğini senden daima daha yüksek olan ve onun yüksekliği içinde kendini daima hiç sayacağın, milletine göster.
16. 4. 1931
Gazi Mustafa Kemal
İlkokul birinci sınıf öğrencisiydim. El yazısı okuyamamakla beraber söylenenler üzerinde düşünebilecek kadar bilinçlenmiştim. Gazi Paşa tek bir isim üzerinde beni zorlamıyordu. İki isim ortaya koyuyor, birini seçmeyi bana bırakıyordu. Herhalde “Teoman” ismi kulağıma “Mete”den daha hoş geldi ki, ben “Teoman ismini seçiyorum” dedim Gazi Paşa “o zaman ileride oğlun olursa ona Mete ismini koyarsın” dedi. Biraz sonra beni yukarıdaki odama yolladılar, toplantı devam etti.
Ertesi gün kanuni işlemlere başlandı ve isim değişikliği kısa sürede sonuçlandı. Artık ismim Teoman olmuştu. Bu isme alışmalıydım. Babam evdekilere “İlter” ismini kullandıkları takdirde beş kuruş ceza ile cezalandırılacaklarını söyledi. Ancak bu ceza hükümleri pek işlemedi.
Gazeteler Gazi Paşa’nın Kazım Paşa’nın oğluna Teoman ismini verdiğini yazdılar. 1931 yılı ortalarında ve hatta daha sonraki yıllarda doğan erkek çocuklarından bir kısmına babaları Teoman ismini koydular. Bu arada Mete ismini kullananlarında olduğu görüldü. Buğün ülkemizde 1931-1933 doğumlu çok sayıda Teoman isimliler vardır. Ben o tarihte 7 yaşımın içindeydim. Bu nedenle halen hayattaki Teoman isimliler arasında en yaşlısı olduğumu kesinlikle iddia edebilirim.
KIRAÇ
Atatürk tarafından Amerika Birleşik Devletlerine eğitimi geliştirmek için gönderilen Ali Numan Bey’e Anadolu’nun Kıraç topraklarında kuru ziraatla ilgili çalışmalarından dolayı “Kıraç” soyadını vermişti.
ERİŞ
Atatürk İş Bankası Genel Müdürü Muammer Bey’e işinin eri bir insan olduğundan ona “İşer” soyadını vermişti. Sonradan yanlış anlamlara çekilen bu ad “Eriş” olarak değiştirilmişti.
ATALAY
Atatürk çok sevdiği bir kimse olan ve meclis’te çok konuşan Besim Bey’e “Atalay” soyadını vermişti.
DORUK
Tütün ticareti yapan tütüncü İhsan Namıyla anılan İhsan Bey Tokatlıyan Otelde Atatürk’ün dikkatini çeker. Atatürk kendisine ne iş yaptığını sorar. Tütün tüccarı olduğunu öğrenince soyadı alıp almadığını sorar. Almadığını öğrenince: “Soyadın Doruk olacaktır” der.
Ve yemek listesinin arkasına yazıp imzalar.
ÇINAR
Tanınmış inkılâp ve siyasetçi adamlarımızdan biri olan Hüseyin Vasıf Bey’e uzun boyundan ve kuvvetli bünyesinden dolayı Atatürk tarafından “Çınar” soyadı verilmiştir.
İNÖNÜ
Atatürk 26 Aralık 1934 tarihinde Başbakanlığa gönderdiği bir yazıda İsmet Paşa’ya İnönü soyadını verildiğini belirterek şöyle demiştir.
Başvekil İsmet Paşa Hazretlerinin inkılap tarihimizin ilk şerefli ve parlak sahifesi olan meydan muharebelerinin baş kahramanı olmuş bulunması itibariyle soyadı kanunu icabı olarak alacağı aile isminin İnönü olmasını çok yerinde bulduğumdan kendilerine bu soyadını tevcih ettiğimi bildiririm.
UZER
Hasan Tahsin Bey’e Atatürk tarafından Uzer Soyadı verildi.
URSAVAŞ
Ali Saib Bey’e soyadı kanunu kabul edildikten sonra Atatürk tarafından Urfa’da Fransızlara karşı savaşta gösterdiği yararlıklar dolayısıyla “Ursavaş” soyadı verilmişti.
ERKİN
Ulusal Demiryolculuğumuzun kurucusu olan Behiç Bey’e 5 Şubat 1935’te Atatürk tarafından “Erkin” soyadı verilmişti.
HAZAR
11-20 Kasım 1937 tarihleri arasındaki Doğu Anadolu Gezisi sırasında Atatürk Gölcük gölünü; Hazar Gölü olarak Büyük Türk İmparatorluğunun adını hatırlatacak şekilde değiştirdi.
İÇÖZ
Süleyman Sırrı Bey’e Atatürk tarafından “İçöz” soyadı verildi.
YİĞİT
İbrahim Süreyya Bey’e Atatürk tarafından “Yiğit” soyadı verilmiştir.
DAMAR
Zamir Bey’in ismi 1934 yılında Atatürk tarafından "Damar" olarak değiştirildi.
GEREDE
Hüsrev Bey’e Atatürk tarafından “Gerede” soyadı verildi.
DİYARBAKIR
İsmail Gürel100 anlatıyor:
1937 sonbaharında Diyarbakır ziyaretinde101 akşam saatlerinde Halkevi binasına teşrif ettiler, halk binaya doldu. Atatürk umumi müfettişlik için tahsis edilen orta yerdeki büyük locaya geldiler; ben de onun yanındaki locada arkadaşlarla birlikte idim. Alkış “yaşa” seslerinden Atatürk şu şekilde halka hitabetti: “Muhterem Diyarbakırlı hemşerilerim.” Ben birden afalladım! Diyarbekir’i Diyarbakır diye telaffuz ettiler. “25 sene sonra Diyarbakırlı hemşerilerime bu modern binanın çatısı altında hitabetmekten bahtiyarım” dediler. Üç defa Diyarbekir’i Diyarbakır olarak söylemesi tesadüf değildi herhalde. Başımı çevirdim, yanımda Belediye Reisini gördüm “Reis” dedim, “Paşa şehrin ismini değiştirdi. Şehrin ismi Diyarbakır oldu, arkadaşların hepsi burada, bir karar al imzalayalım, ne olur ne olmaz. Paşa bizlerle konuşurken bu mevzuu açacaktır, hazırlıklı olalım” dedim.
Reis yanımdan ayrıldı. Paşa halka hitabdan sonra salona geçtiler, bizler de gittik karşılarına oturduk. “Merhaba Diyarbakırlı arkadaşlarım” dedi. “Belediye Reisi Kim?” dedi. Reis kalktı “Bendeniz Paşam” dedi. Atatürk “Diyarbakır’ı çok iyi buldum” dedi. Reis Diyarbekirimiz sayenizde çok iyi olacak Paşam” dedi . Atatürk, “Sen Diyarbekir diyorsun, ben Diyarbakır diyorum, hangisi doğru?” dedi. Reis ve ben bir ağızdan “Diyarbakır” dedik. “Bugünden itibaren tensip buyurduğunuz isimle şehrin adı Diyarbakır olmuştur Paşam” dedik. Atatürk, “Tamam, şimdi ben sizlere bu ismi neden koyduğumu anlatayım. Burası hiçbir zaman bekirin diyarı olamaz, burası bakırın diyarı olur; çünkü Cenabıallah diyara bakır madeni vermiş, yakınına da keşker taşını vermiş, bakır için lazım olan suyu da vermiş. Onun için burası Diyarbakır’dır” dediler ve 1937 Ekim ayından sonra Diyarbekir şehrinin adı Diyarbakır olarak değiştirilmiş oldu.
ELAZIĞ
Atatürk 16 Kasım 1937 günü gece Diyarbakır’dan Elaziz’e gelir. 17 Kasım günü Elaziz Halk evinde kendisine bir yemek verilir, Atatürk biraz rahatsızdılar. Salonun her köşesini ayrı ayrı selamladılar. Şair Fazıl Ahmet Aykaç’ı yanına çağırarak Elazizlilere bir kararını açıklamasını istediler. Aynen kendi ifadeleri ile dediler: “Şehirlerimizi şahıs isimleri ile adlandırmak yerine bundan sonra şehirlerin kendilerine has nitelikleri ile adlandırılmasını daha doğru buluyorum. Onun için bu gece burada Elaziz’in adını değiştireceğiz” dedi. Elaziz’in Elazık’tan bozulma olduğunu, aslının Elazık olacağını, azık kelimesinin Türkçe’de verimli anlamına geldiğini, Elazık’ın çok verimli bir yer, feyz ve bereket diyarı, halkının mert ve çalışkan olduğunu söyledi. “Türklerde eski bir adet vardır, çalışmaya gidenlerin yanlarına azık konur. Türkçemizde sona gelen k sesi yumuşar g olur. Onun için Elaziz bu geceden sonra Elazık olacaktır” der . Atatürk Ankara’ya döndükten sonra 10 Aralık 1937’de Bakanlar Kurulu kararı ile Elazık adını söyleme kolaylığını düşünerek Elazığ’a çevirdi.1
KORUTÜRK
1935 yılında Deniz Harb Akademisi Mezunu olan Fahri Sabit1 Bey bir akşam Karpiç1 ’te yemek yerken maiyetiyle Karpiç’e gelen Atatürk’le karşılaşır sivil giyimli olan Fahri Bey’i Atatürk’ün yanında olanlar yabancı birisi zannederler. Fakat Atatürk onun bir Türk genci olduğundan şüphe etmez. Aralarındaki sohbetten sonra Atatürk yardımcısına soyadı alıp almadığını sorar Fahri Sabit Bey Henüz soyadı almadığını söyleyince, Atatürk;
-“Biz bu memlekette bir takım inkılâplar yaptık ve bunların korunmasını şahsiyet sahibi Türk Gençliğine emanet ettik. İşte bu gençlerden biride sensin sana Korutürk soyadını versek ne dersin” diye sorar.
Fahri Sabit Bey Şükranla kabul edeceğini ve bu soyadını taşımakla hayatının en büyük şerefini bulacağını söyler.1
ARAS
Atatürk’ün yakın arkadaşı ve 13 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan Dr. Tevfik Rüştü107 Bey’e Aras soyadını vermiştir. Bu soyadını almasının nedeni Türkiye ile İran arasında sınır olarak kabul edilen Aras nehrinden geliyordu.
ARI
Atatürk’e ondan sonraki Cumhurbaşkanlarına uzun yıllar hizmet eden Hüseyin’e Atatürk, Arı soyadını vermiştir. Bu soyadının öyküsü Atatürk anlatıyor:
"Soyadı kanunu çıktığı zaman Atatürk Köşk'te çalışanların soyadlarını kendisi koyup Ulus Gazetesi'ne vermişti. Bunlar orada basılmıştı.
Benim soyadım Özmen idi.
Bir gün yaverlerden biri “Seni Atatürk çağırıyor” dedi. Yanına gittim Dil Kurultayı Üyeleri ile oturmuşlar, yemek yiyorlardı. Çok kızgındı. Beni görünce eli ile işaret edip yanına çağırdı, korkudan ayaklarım titriyordu.
-“Sen ne yaptın?” diye bağırdı dizlerimin dermanı hepten kesilmişti, kekeleyerek;
-"Suçum neymiş Paşam? Ben bir şey yapmadım" dedim.
Ne olacak Abidin109 Bey’in soyadını almışsın diye başını kaldırmadan söyledi.
-"Aman Paşam emirleriniz üzerine Ulus Gazetesi'nde adlarımız çıktı. Siz verdiniz bana bu soyadını dedim ama terden sırıl sıklam olmuştum. Öyle deyince getirin bana Ulus gazetesini dedi. Abidin Bey’e sen haksızsın bu işte, ben vermişim bu soyadını" dedi.
Afet İnan da orada idi. Söze katıldı. Bu iş kovalandığı her yere girip çıktığı için soyadını aralayalım dedi. Arı kondu. Oybirliği ile karalaştırıldı sonra bana dönen Atatürk:
-"Sakın bu sokucu arı değil, koyacağım: Arı kelimesinin iş anlamı var" der.
TANDOĞAN
Atatürk Ankara Valisi olan Nevzat111 Bey’e Tandoğan soyadını vermiştir. Kendisi sistemli, düzgün ve metotlu çalışırdı. Sabahları çok erken kalkardı. Atatürk ona bu yüzden ve erkenciliğinden dolayı “Tandoğan” soyadını vermiştir .
Atatürk kendi el yazısı ile “Nevzat oldu Tandoğan” ibaresini yazmıştır.
Bu soyadının kendisine Atatürk tarafından tevcih edildiği gün Nevzat Bey son derece mutlu ve gururludur. Arkadaşı Kazım Atakul bu olayı şöyle anlatır : Kendisinin yanına girmiştim soyadı kanunun yürürlüğe girdiği günlerdeydi. Bana, senin soy adın ne? Diye sordu; “Atak ya da Atakul” sözcüklerini düşünüyorum dedim. Hayır, olmaz Atakul olsun dedi ve ilave etti. Bak Kazım bana Ulu Önder Atatürk Tandoğan soyadını verdi. Ben onu tescil ettiriyorum dediler.
UYBADIN
Atatürk Mehmet Cemil115 Bey’e Uybadın soyadını verdi.
BARAN
Atatürk Bekir Sami Bey’e Baran soyadını verdi.
KİTAPÇI
İzmir’in yaşayan en eski kitapçılık dükkânı 1913 yılında Ragipzade Biraderler adıyla açılmıştır. İki halazade Hüsnü Bey Mebus olarak Ankara’ya gitmiş, Fahrettin Bey’de hukuk fakültesinin üçüncü sınıfındayken Kurtuluş Savaşına katılır. Soyadı kanunu çıkınca, ailenin lakabı soyadına dönüşüyor. Atatürk “Sizin soyadınız kitapçı olsun” diyor. Kitapevi de “Yavuz” adını alıyor.Yavuz kitapevi 90 yıldan beri ayaktadır.
ÜLKÜ
Atatürk halkevleri Dergisine Ülkü adını vermiştir. Naim Onat şöyle anlatmaktadır: “933 yılının ilk ayında Atatürk’ü Adana istasyonunda karşılamıştım. Trende beni yanlarına çağırdılar Mersin’e kadar devam eden yolculukta bu kelime(Ülkü kelimesi) ve daha başka dil bahisleri üzerinde konuşulmuştu. Beni görür görmez memnun olacaksın dediler. Yakında çıkacak Halkevi Dergisine benden bir ad istediler, sizin Ülkü’yü verdim. Bu kelimeyi tam ideal karşılığı olarak kullanmama bizim Ali Bey’in (O gün, trende ve yanlarında bulunan Nasır Vekili Ali Çetinkaya’nın) sözleri de ayrıca yardım etti. Ali Bey, ideal kelimesinin İngiltere’de timsal ve örnek anlamlarında kullanıldığını söylediler. Bilirsiniz ki Ülkü ve Ülgü Türkçe’mizde de ölçü ve örnek de demektir. Esasen ideal de ermek istenilen amacın zihinde kurulmuş bir timsali örneği değil midir.
Daha sonra yayınlanan Ülkü’nün ilk sayısında Atatürk’ün el yazısıyla
“Ülkü” ye
“Ülküden öz ülkümüzün yayma yolunda kutlu verimler beklerim” diye yazmıştır.
MANEVİ EVLADI ÜLKÜ
Ülkü’nün annesi Selanikli Vasfiye Hanım, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım tarafından evlatlık olarak alınıp, büyütülmüş, Zübeyde Hanım’la Selanik’e sonra İstanbul’a, oradan da Ankara’ya birlikte gelmişler. Zübeyde Hanım ölünce, Vasfiye Hanım Atatürk’ün Kız kardeşi Makbule Hanım’la birlikte 1932 yılında ölmüştür.
Daha sonra evlenen Vasfiye Hanım’ın doğan kız çocuğuna, Atatürk daha yüzünü görmeden “Ülkü” adını koymuş. Ülkü, geçen yıllar içinde büyüdükçe ona olan sevgisi de büyümüş öyle ki; Ülkü’yü yurt gezilerinde beraberinde götürür olmuştur.
BAYAR
Atatürk İktisat Vekili sonra Başbakan olan Mahmut Celal Bey’e Bayar soyadını vermişti.
İKBAL
Selim Pancar küçük yaşta Afyon’da aşçılığa başladı. Lokantasının ünü her tarafa yayıldı. Atatürk’te Afyon ziyaretinde bu lokantaya uğrar ve yediği yemeklerin lezzetinden memnun kalır. Beğenisini Selim Pançar’a: “Her zaman İkbal olasın” sözleriyle dile getirir. Ve Selim Pançar o günden sonra lokantasının adını İkbal olarak değiştirir.
ÇAMLIK
Atatürk’ün son İzmir gelişinde Selçuk Aziziye İstasyonunu ziyaret eder. İstasyonun çamlar arasında olduğunu gören Atatürk “Burası Çamlık olsun” der. O günden sonra Aziziye İstasyonu’nun adı Çamlık İstasyonu olarak kalmış. Burada Buharlı Lokomotif Müzesi olup 30 kadar tarihi lokomotif sergilenmektedir.
GÖKÇEN
İlk kadın hava pilotu Sabiha Hanım’a 19 Aralık 1934 tarihinde Atatürk “Gökçen” Soyadını vermiştir. Sabiha Gökçen şöyle anlatmaktadır. Henüz Türkkuşu kurulmadan, henüz ben havacı olmayı aklımdan bile geçirmezken, soyadı yasası çıktığı günlerden birinde akşam yemeğinde, önündeki kâğıda Sabiha Gökçen yazdı. Sonra yüzüme gülerek baktı ve
-“Tamam mı çocuğum” der.
-“Bundan böyle seni Sabiha Gökçen diye çağıracağız. Soyadın kutlu olsun” der sonra kâğıda diğer cümleleri yazıp imzalar.
UZAY
Son Trabzon seyahatinde üçüncü Umum Müfettişlik Baş Müşaviri daha sonra Trabzon valisi olan Yahya Sezai Uzer’in Atatürk tarafından soyadı değiştirilmiştir.
O Akşam sofrada bulunan Trabzon gençlerinden Rıza Hancer olayı şöyle anlatmaktadır;
Vali Tahsin Uzer Bey arada bir salona çıkıyor, dışarıda olup bitenleri de takip ediyor, gerekli emir ve talimatları veriyor, gelen misafirleri karşılıyor. Bir ara yanında Baş müşavir Yahya Sezai Uzer’le birlikte içeriye girdi. Atatürk’e yaklaşıp selam verdikten sonra,
-"Atatürk’üm Baş Müşavirim Yahya Uzer" diye Atatürk’e takdim eder. Atatürk eli yine yüzünde ve sigarası elinde, kısa bir göz süzmeden sonra,
-"Dur bakalım yahu Tahsin bu ne biçim iş baş müfettişte Uzer, Baş müşavir de Uzer, ikinizden birinin soyadını şimdi değiştireceğim" der, ve devam eder.
-"Seninkini değiştirmeyeceğime göre Baş müşavirinkini değiştiriyorum ve bu tarih ve saatten sonra soyadı 'Uzay' olmuştur" der.
Alkışlar arasında, Yahya Sezai Bey gözyaşlarını tutamadı. Sohbet devam ederken bir ara Yahya Sezai Bey Tahsin Uzer Bey’e bir şeyler söyledi ve Tahsin Uzer Bey Atatürk’e yaklaşarak,
-"Atatürk’üm istirhamım var." Atatürk
-"Söyle Tahsin" der. Tahsin Uzer Bey
-"Müşavirim Yahya Sezai Uzay'a verdiğiniz yeni soyadını Atatürk’üme şükranları ile bir kağıda yazılı hatıra olarak elinizden almayı arzeder."
Atatürk Kâğıt kalem ister ve 30x40 ebadında bir kartona kendi el yazısı ile Yahya Sezai Uzay yazarak K. Atatürk imzası ile Tahsin Uzer’e verir."
Yahya Sezai Uzay daha sonraları Trabzon Valisi olur ve değerli hizmetlerde bulunur.
KANSU
Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından olan Mazar Müfit uzun yıllar milletvekilliği yapmıştır. Kendisine 3 aralık 1934 tarihinde Atatürk tarafından "Kansu" soyadı veilmiştir.
Kaynak: Atatürk’ün Verdiği İsimler ve Soyadları Üzerine Bir Deneme, Yard. Doç. Dr. Eren AKÇİÇEK