2
Türk futbol tarihi dikkatlice incelendiğinde; futbol tarihimizde derin izler bırakan, halleri, tutum ve davranışları ile kendilerinden sonraki nesillere örnek olan, oynadıkları kulüplere ve tarihe malolmuş, aşık oldukları renkler için yüreğini ortaya koyan, başka yüreklere de kolayca ulaşıp bu sevgiyi aşılayan, gerektiğinde takımı için tek paltosunu satmaya kalkan, evini ipotek eden, taparcasına sevdiği renkleri her zaman paradan üstün gören, "nev'i şahıslarına münhasır dört baba " karşımıza çıkar.
Baba Hakkı, Baba Recep, Baba Hüsnü ve Baba Gündüz.
Bunların üçü Beşiktaş'lı, biri ise Galatasaray'lıdır...
Beşiktaş'ın Babaları; Hakkı(Yeten), Hüsnü (Sağman) ve Recep (Adanır)...
Peki babalık, babalık kurumu nedir?
Kişiliği temsil ettiği kurumla özdeşleşen, babayiğit, alçakgönüllü, hakşinas, özü-sözü bir olan kişidir baba. Baba'nın tutum ve davranışları yalnız kendi taraftarları, yalnız kendi takımı tarafından değil, rakip takım ve rakip taraftarlarca da aynen kabul edilir. Çünkü Baba haksızlık etmez, adildir.
"Babalık" yalnızca racon kesmek, sorun çözmek, disiplini sağlamak da değildir. Baba'nın özverili olması, sahip olduklarını başkalarıyla, hatta rakipleriyle paylaşması, bildiklerini herkese, hatta rakiplerine bile öğretmesi gereklidir.
Görülüyor ki Babalık, Baba olmak hiç de kolay değil, zordur; hem de çok zor. Baba, bilerek bilmeyerek, yanlış bir karar verdiğinde, bir kere yanlış bir davranışta bulunduğunda, hatta yanlış bir söz söylediğinde Babalığını ebediyen yitirebilir. Onun içindir ki Baba her dakika, her saniye kendini gözlemek, söz ve davranışlarına aşırı dikkat göstermek, Babalığına gölge düşürmemek, söz getirmemek zorundadır. Bu korkunç disiplini ve özveriyi kaç kişi gösterebilir?
Açıktır ki Beşiktaş taraftarı ve yönetimi gibi Beşiktaş sporcusu, Beşiktaş futbolcusu da babayiğit, alçakgönüllü, kadirşinas, vefakar ve özverilidir.
Bu sıfatlar gerçekte hem Beşiktaş taraftarını hem de Beşiktaş yönetimleriyle futbolcularını tanımlar. Bütün bu sıfatlarsa tek bir kelimeye, tek bir sıfata indirgenebilir: Baba, Evet, Beşiktaş yönetimleri Baba yönetimlerdir; Beşiktaş oyuncuları Baba Oyunculardır; Beşiktaş taraftarı Baba taraftardır ve Beşiktaş Baba Takımdır. Beşiktaş'ın bu özelliği, onun kuruluşundan bu yana en önemli özelliği olmuştur ve hep olacaktır. Babalık, bir yerde, Beşiktaşlılıkla eşanlamlıdır, özdeştir.
Baba Hakkı efsanesi
Yarım asırdan fazla Beşiktaş'ın, Beşiktaş'ımın, Beşiktaş'ımızın simgesi olan, övündüğümüz, gurur duyduğumuz, kendimize örnek aldığımız, Beşiktaş'ın futbol dünyamızda tanınmasında, gelişerek büyümesinde büyük pay sahiplerinden, tüm Beşiktaşlılar'la birlikte Türk spor dünyasına Babalığın ne olduğunu öğreten, yöneticisi, oyuncusu ve taraftarlarıyla bütün Beşiktaşlılar'ın kendilerine örnek aldıkları, efsane yaratan yıldız futbolcu, Hakkı Yeten'in karizmatik kişiliği, kaptanlığı ve o çelik otoritesinin örnekleri kuşaktan kuşağa anlatılır ve aktarılırken, istatistikler de Baba'nın hakkını verir. 17 yılda 439 maç, 382 gol! Bu sayıyı yakalamak mümkün mü! Çok zor tabii. İşte bu yüzden Beşiktaş'ın en büyük futbolcusu Baba Hakkı'dır ve Baba Hakkı'nın büyüklüğü tartışılmaz, tartışılamaz, tartışılmamalı.
Baba Hakkı, çatık kaşlı, pek az gülen, sporu ve futbolu çok ciddi bir iş olarak kabul eden ağırbaşlı bir kaptandı. Sadece kendi takımı üzerinde değil, rakip takımlar, hakemler ve kulüp yöneticileri üzerinde de sarsılmaz bir otoritesi vardı. Kuşkusuz ciddiyetine, dürüstlüğüne, herkese karşı ölçülü ve saygılı davranışlarına dayanan bir otoriteydi bu. Kabadayılıkla değil, sevgiyle elde edilmişti. Süratli, kıvrak ve skorer futbolcuydu. Sağ, sol iki ayağıyla da top sürer, çalım atar, gollerini peşpeşe sıralardı. Kafa vuruşları kusursuzdu.
100. yıl kutlamalarıyla gündeme gelen yakalı, kordon bağcıklı nostalji formaları Hakkı Kaptan'ın liderliğinde namağlup şampiyonluklar kazanan kadroların giydiği formalardı... Ama Hakkı Kaptan'ın o formaların yanı sıra giydiği baklava dilimli özel kazak da unutulmamalıdır. Formadan çok, bir süeterdir bu... Kimse itiraz etmemiştir o kişiye özel formaya... Ne kulüp yöneticileri, ne rakip takımlar ne de federasyon!
Bütün futbol hayatında ve özel yaşamında Baba Hakkı hep "babalığa" uygun davrandı. Beşiktaş'a, Karakartallar'a kaptanlık yaptığı yıllarda, onun sözü yalnızca Beşiktaşlı futbolcular için değil, aynı ölçüde rakip takımların futbolcuları, rakip takımların taraftarları, hatta hakemler ve bütün bir spor dünyası için de "kanun" du. Çünkü Baba Hakkı, adı üstünde, asla haksızlık yapmazdı.
Bakın gerçek G.Saraylı Reha Eken ne diyor bu konuda: "Biz futbol terbiyesini Hakkı ağabeylerden aldık... Yıllarca önce Beşiktaş ile bir maçımız vardı... İngiliz hocamız bana Hakkı kaptanı sinirlendirme görevi vermişti... 9 ay Hakkı kaptanın peşinde koştum, beni affetmesi için... Sonra bir gün Olimpiakos maçı öncesi gittim özür diledim... Bülent ile beni kolları arasına alarak futbol dersi vermeye başladı... Oysa rakiptik..."
Yine gerçek bir G. Saraylı olan Suat Mamat'sa şunları söylüyor Baba Hakkı hakkında:
"1963 senesiydi... Galatasaray'da oynuyordum ve Beşiktaş'a transferim gerçekleşmişti... Final maçında Beşiktaş'a karşı oynamış ve yenerek şampiyon olmuştuk... Maç sonrası Beşiktaş soyunma odasına gittiğimde Baba Hakkı, 'Kötü oynasaydın buraya giremezdin' dedi... İşte böylesine bir ortamda top oynadık."
Ve bir zamanlar Galatasaray'ın sembolü olan Bülent Eken: "Baba Hakkı, Angouleme maçı için Reha (Eken) ile beni takıma çağırmıştı ve biz koşa koşa gitmiştik" diyor.
Beşiktaş'ın Başkanı Süleyman Seba ise Baba Hakkı ya da Hakkı Kaptan'la ilgili olarak şöyle diyordu: "Bizde bir Hakkı Kaptan ekolü var. Dünyada bir benzeri yok. Sahaya kendi kazağıyla çıkar, her şeyini Beşiktaş için verir. Son derece asildir. Oynayanın hakkını asla yemez ve yedirmez. Birinin eksiği varsa tamamlamaya çalışır. Oğlum, o topa öyle değil böyle vuracaksın diye öğretir."
İşte Beşiktaşlılar yarım asırdan fazladır Baba Hakkı'yla övünerek, Baba Hakkı'nın yolunu izleyerek ve bütün davranışlarında Baba Hakkı'yı utandırmamaya, Baba Hakkı'nın gözüne girmeye, Baba Hakkı'ya layık olmaya çalışarak böylesine güç bir görevin, böylesine güç bir yükümlülüğün üstesinden gelebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Şimdi de onun yolunu izlemeye çalışıyorlar. Türk futbol tarihinde futbolculuğuyla, otoritesiyle, hareketleriyle apayrı bir yeri olan, gelmiş geçmiş en büyük takım kaptanlarından Hakkı Yeten'in yolunu...
Bu yol öyle aydınlık ki; Kulübünüzden sonra hangi kulübü daha çok seversiniz? sorusuna, "Kulübümden sonra iyi spor yapan, sağlam gençlik yetiştiren her kulübü severim." diyerek sporla ilgili herkese, yöneticilere, sporculara, taraftarlara sportif erdem düşüncesinin en parlak ışığını yansıtır.
Vodinalı Hakkı, Beşiktaş'la tanışıyor
İmparatorluk döneminde, 1910 yılında babası Vodina'da askerlik şubesi başkanı olarak görev yaparken dünyaya gelmiş Hakkı Yeten. Babası Binbaşı Mahmut Nedim Bey 1914 yılında Çanakkale'de şehit düşünce annesi ve kardeşleriyle beraber İstanbul'a gelir ve baba mesleğini seçerek Halıcıoğlu Askeri Lisesine girer. Askeri okula giden her öğrenci gibi o da doğum yeri ile anılır; Hakkı Vodina! Halıcıoğlu'nda, Maltepe'de, Kuleli'de okurken hep Vodinalı Hakkı demişler ona. Kendine sorulduğunda ise asıl doğum yeri Vodina değil, Beşiktaş, Muradiye Mahallesi, Karakol Sokağı... olmuş hep.
Beşiktaş'ın sembolü Baba Hakkı, futbola Halıcıoğlu Askeri Lisesi'nde başlar ve kısa sürede olağanüstü yeteneği ile ünlenir. Lisenin 11. sınıfında okurken, oynadığı futbol ile Beşiktaş'ın ilgisini çeker. Beşiktaş Kulübü'nün o zamanki başkanı Merhum Şeref Bey, kulübün bugün ikisi de rahmetli olan Fehmi Erok ve Abdullah Kozanoğlu isimli bilgili, becerikli iki idarecisini Baba Hakkı'nın peşine takar. Erok ve Kozanoğlu, sık sık okula giderek bu yetenekli delikanlı ile ilgilenmeye, konuşmaya başlarlarlar.
Bundan sonra neler olduğunu, gelin Baba Hakkı'dan dinleyelim: "1930 yılında Beşiktaş ecnebi bir takımı İstanbul'a davet etmişti. Taksim Stadı'nda oynanacak maça benim de çıkmamı istediler. Ben maça hazırlıksız çıktım tabii ama iyi oynamışım ki beğendiler, peşimi bırakmadılar. 'Seni okuldan çıkaralım, dışarıdaki (sivil) okulun masraflarını biz karşılayalım, hem öğrenimine devam et, hem de Beşiktaş'a gel futbol oyna' dediler. O zamanlar, rahmetli Muhtar ağabeyim Harbiye'de santrhaf oynardı. Yani 1924 yılında şampiyon olan bu takımda oyuncuydu. Uzatmayalım, ağabeyimle konuştum. 'Biz askeriz, sen de sivil ol' dedi. Muvafakatını aldığım için ben de Beşiktaş Kulübü'ne 1930 yılında girdim. Bir yandan tahsilimi sürdürürken bir yandan da futbol oynuyordum. O zamanlar bizim takım, bugünkü gibi ön sıralarda değildi. Arkadaşlarımın bilgileri ve kabiliyetleri ile takım gün geçtikçe kuvvetlendi. Güzel futbol oynamaya başladı, neticede, böyle gele gele bugünkü seviyesine ulaştı.
Benim ciddi ve otoriter birisi olduğumu söylerler, doğrudur. Asker bir aileden geldiğim, askeri okullarda uzun süre okuduğum için disiplini severim. Eskiden takıma hem kaptanlık hem de antrenörlük yapardım. Öğretmesini çalıştırmasını sever ve iyi bilirim. Biraz da hırçın tabiatlı olduğum için çocuklara belki sert muamele yapmışımdır. Onlar beni hem severler hem de sayarlardı. Bana ürkmekten değil saygıdan dolayı sempatileri vardı.
Hakeme karşı gelen oyuncuları azarlardım. Sen hakemle uğraşma oyununu oyna derdim. Mesela rahmetli hakem Feridun Kılıç bir maç esnasında Şükrü'yü işaret etti. Kaptan şu Şükrüye bir baksana dedi. Hemen çağırdım yanıma Şükrü'yü, sonra işler düzeldi.