Çanakkale Savaşları

Dtkn
Çırak
DÜNYA SAVAŞI'NDA OSMANLI iMPARATORLUĞU

I.Dünya Savaşı Osmanlı'nın istemeden de olsa girdiği büyük bir savaştır. İtilaf Devletlerini oluşturan İngiltere, Rusya gibi ülkelerle Almanya'nın sanayi devriminden sonra hızlanan büyüme ve kaynak bulma arayışının bir sonucu olan bu savaşta tüm gözler Osmanlı'nın üzerine dikilmiş paylaşılma ümidiyle hayaller kurulmuştur.

Çok kötü bir ekonomi ve henüz yeni çıktığı Balkan savaşının verdiği yorgunlukla acz içinde yönetilen ülkenin kendini bu savaşın içinde bulması çok da zor olmadı.

• I.BÖLÜM " SAVAŞTAN ÖNCEKİ DURUM "

1.) MEMLEKETİN GENEL DURUMU

1914'lü yıllarda Osmanlı, Avrupalıların deyimiyle Doğunun " Hasta Adam" yorgun ve halsizdi. 1. Dünya Savaşı'na girecek durumda değildi. Daha yeni çıktığı Balkan Savaşının yaralarını saracak zaman bile bulamamıştı. 1911 Trablusgarp ve 1913 Balkan muharebeleri yenilgileri Osmanlı'nın adeta belini bükmüş ve kendisine gelmesi çok zor olan bir süreç içerisine girmesine neden olmuştur.

Genç Türklerin iktidara geldiği 5 yıl içinde büyük toprak kayıplarına uğramıştı.örneğin; " Bulgaristan bağımsızlaşmış, Selanik, Girit, Ege Adaları Yunanistan'a kaptırılmıştı. İtalya Trablusgarb'ı ve Oniki Ada'yı ele geçirmiş; İngiltere Mısır üzerine protektora ilanının ardından Kıbrıs'ı ilhak etmişti. "

En değerli ordularını bozgunda kaybetmiş; kucak dolusu paralar ödenerek dışarıdan satın alınmış silah top cephane ne varsa onlarda ekim ve kasım ayının çamurlu, yolsuz Rumeli topraklarında düşmana terkedilmişti. Koca imparatorluk çağın, sanayi devriminin, bilim ve teknolojinin çok gerilerinde kalmış: zengin Avrupalıların kapitülasyon denen ekonomik ve mali boyunduruğu altında ezikti.

Ülkede ne sanayi denebilecek bir tesis, ne de tam anlamıyla yapılan bir tarım vardı. Gaz yağından iğnesine, silahından mermisine her şey için dışa bağımlı olan memlekete ne düzgün bir yol,ne bir liman, ne de fabrika vardı. İhmale uğramış insanları fakir ve okutulmamış, devlet yönetimi çürümüş hazinesi tamtakır olmuştu.Çürümüş ,hazinesi tamtakır olmuştur " Bir yıl öncesinden beri Alman askeri Türk ordusunda geniş ıslahat yapmış fakat Balkanlar'daki yenilgiler büyük zarar getirmişti.

Bir çok bölgelerde asker aylardan beri maaşını alamamış, orduda moral kalmamıştı. Donanmada mutsuz ve demode bir haldeydi. Çanakkale'deki Garnizon perişandı. Silahları ise çağdışı idi.

2.) HÜKÜMETİN GENEL DURUMU

Siyasal durum ise tam bir karmaşa idi. " İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı olan Genç Türkler, 1909'da padişahı tahtan indirerek pek çok çevrede özellikle aydın çevrede tam bir destek kazanmıştı." Ama 5 yıllık savaş ve iç bunalımlar gereğinden de fazlaydı. İmparatorluğun derme-çatma hükümeti bir başka hükümeti iş başına getirerek kuvvetlenmek, durumu düzeltmek imkanı kaçırmış; Genç Türklerin enerjileri kendi başlarını kurtarmanın umutsuz ve yalın mücadelesinde tükenmişti.

Artık ne demokratik seçimlerden, ne özgürlükten, ne bütün ırkların eşitliğinden ne de hilal altında birleşmeden bahseden yoktu.

Mali yönden hükümet iflas etmiş: ahlak yönünden eski zorbalık ve irtikap günlerine geri dönülmüştü.

"Bağdat ve Kudüs gibi dış eyaletlerde mahalli idareler korkutucu bir durumdaydı.Her an herhangi bir aşiretin bağımsızlığını ilan etmesi mümkündü."

Durum böyle olunca yani istikrarsız politikalar ardı arkasına uygulamaya devam edince İttihat ve Terakki yönetimi de gittikçe halkın gözünden düşmektedir. Çünkü politik durum tam bir keşmekeşti. İttihat ve Terakki'nin iktidara gelişi ile Sultan Abdülhamit'in tahtan indirilmesi önceleri dünyanın her yerinde olduğu gibi memleket içindeki çıkarcı çevrelerde iyimserlikle karşılanmıştır. Ancak aradan geçen beş yıl zarfında olup bitenler İttihat ve Terakki'ye oldukça sarsmıştır.

" Jön Türkler'in mücadeleleri politik bir kavga haline gelmiştir. Artık ilk günlerin parlak sözlerinden, serbest seçimlerden, daha öncede belirttiğimiz gibi imparatorluğu meydana getiren çeşitli din ve milliyetteki unsurların eşitliğinden bahseden yoktu"

MUHALEFET

" İlk yıllarda muhalefet hemen hep Ayan Meclisi'nde görülmekte olup, bu yolda en ileri giden "Ahmet Rıza"dır. Mebuslar ise İttihat ve Terakki'den olmaları dolayısı ile başlangıçta pek sessiz duracaklar ve sonlara doğru kınayıcı olmaya başlayacaklardır.
 
erra35
Daimi Üye
konu açılmışken sorayım ben Mehmed Niyazi'nin ÇAnakkale Mahşerini okudum bilgisayarımda olsun da istiyorum word yada acrobat reader modunda olan varsa atıversin...
 
Dtkn
Çırak
II. BÖLÜM "I. GENEL SAVAŞIN BAŞLAMASI"

• 1.) SAVAŞ SIRASINDA OSMANLI HÜKÜMETİNİN İZLEDİĞİ POLİTİKALAR

Dünya kaçınılmaz bir paylaşım savaşına doğru yönelirken, Osmanlı İmparatorluğu da bu savaşın yanında sessiz yada başka bir değimle tarafsız kalmayacağını fark etmişti. Çünkü taraflardan hangisi kazanırsa kazansın Osmanlı İmparatorluğu'nun yeniden paylaşımı kaçınılmaz bir şekilde ortaya konacaktı. Bu durumda yapılabilecek en doğru hareket "ölünecekse savaşarak ölmek" sözünde özetlenebilirdi. Bu da yandaş aramak onunla birlikte savaşa girmek demekti.

Halk ve İttihatçı üyeler Osmanlı'nın I.Dünya Savaşı gibi diğer bir savaşa girmesi taraftarları değillerdi. Bu arada alman Ordusu üyeleri askerimizi eğitmeye başlamışlardı.

İttihatçılar Almanya yerine İngiltere ve Fransa'ya yakınlık duyuyorlardı. Almanya sadece Enver Paşa ve diğer subaylara yakın geliyordu. Çünkü, Almanya'da eğitim görmüşlerdi. Almanlar da ittifakda çok istekliydi.

"İngiltere'nin parası vardı. Denizlere hakimdi. Fransa ve Rusya onunla beraberdi. Ancak İngilizler bizimle ittifak konusunda istekli değillerdi. Çünkü Genç Devrimcilerin hükümetini ciddiye almıyorlar, onların her an düşürülebileceklerinden korkuyorlardı. Genç Türkler Londra'ya Türk-İngiliz anlaşma teklifiyle geldiklerinde bu sebeple atlatıldılar".

Görüleceği üzere İngiltere, Genç Türkler'in iktidarına güvenmiyor ve onlarla ittifak yapma teklifini reddediyordu. Ancak durum böyle olmasına karşılık Osmanlı üyelerinden Hakkı Paşa, İngiltere ile problemli konuları halletmek ve ittifaka zemin hazırlamak amacıyla Londra'ya gönderilmiştir.

Müzakerelerde " Basra Körfezi ve Güney Arabistan'da karşılıklı nüfuz bölgeleri belirlenmiştir. Fırat ve Dicle nehir taşımacılığı imtiyazı İngiliz şirketlere verildiği gibi Bağdat ve Basra mahalli tren inşa imtiyazı da İngilizler'e bırakılmıştır. Bunlara karşılık İngiltere iktisadi kapitülasyonlardan-diğer devletler de onaylarsa- vazgeçmeyi ve Bağdat demiryolunun Basra'ya uzatılmasına itirazını geri alacaktı."

Diğer yandan Balkan savaşları sırasında edinilen borçların tasfiyesi ve yeni borçlar için Maliye Nazırı Cavit Bey, Fransa'da faaliyettedir. Fransa da tıpkı İngiltere gibi borç yanında kapitülasyonlardan vazgeçmeye ancak diğerleri vazgeçerse razı olacağını belirtmiştir.

"Son bir çare olarak 1914 Mayıs'ında Rus Çarı yaz tatili için Kırım'a geldiğinde Talat Paşa ziyaretine giderek ittifak teklifinde bulunmuştur."

Rusya'nın o dönemdeki askeri gücünden bahsetmek gerekirse ordusunun çok güçlü ve disiplinli olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ancak sanayii beklenmedik bir süre alan siper savaşı için gerekli olan bolca cephaneyi ve ağır obüs toplarını yeter ölçü ve zamanda yetiştirecek derecede gelişmemişti. Bu bakımdan ise İngiltere ve Fransa geri durumdaydılar. Bunun yanında Rusya'nın en işlek liman ve demiryolları Karadeniz ve Baltık Denizi'ndeydi . Bu Rusya'nın birinci yoluydu. Bu yolu açıp kapamak Türkiye'nin elindeydi.

" Bu yol açık olsa hem Rusya demiryollarının cephe hizmeti dolayısıyla kuzeye, Petrograd'a yeter ölçüde taşıyamadıkları Ukrayna buğdayını ihraç edip döviz sıkıntısını hafifletir ve Amerika'dan aldığı silah ve cephane ile sonsuz kalabalıklarını yeni savaş kurallarına göre donatabilirdi."

Osmanlı Hükümeti için boğazları kapalı tutmak gerekli bir siyasaydı. Seferberlik de zorunluydu. İttihat ve Terakki büyüklerinde ne diplomasi, ne yönetim, ne de genel siyasa bakımından bir iktidar yoktu.

Bunu 5 yıl boyunca ( 1909-1914), imparatorluğu öncekileri çok aşan sonsuz ayaklanmalar içinde bunaldıktan sonra kendi istekleriyle savaşa girmiş; onu alabildiğince kötü yönetmiş, yenilince Almanya'ya kaçmış ; orada da rahat durmayıp Anadolu'nun milli mücadelesine binbir güçlük çıkarıp onu baltalamaya çalışmış olmakla göstermişlerdir. Yetenekli oldukları tek yön komitecilikti. Bu gibi kimselerin yerinde gerçek devlet adamları bulunsaydı Boğazlar kapalı olarak uzun bir süre geçirilebilirdi. "Osmanlı'nın savaşa katıldığı Ekim 1914'te karşı taraf Boğazlar'ı açmamız için baskıda bulunmaya başlamıştı."Ancak ne ilginçtir ki savaş sırasında Boğazlar'ı açma konusunda aceleci davranmışızdır.

"1914 sonlarında İngiltere'de Çanakkale saldırısı düşünüldüğü sırada esas amaç Rusya ile kolay ve verimli bir yoldan bağlantı kurmak olmayıp Osmanlı'yı en can alacak noktasından tehdit ederek onun Mısır'a kuvvet göndermesini ve daha sonra da Sarıkamış vuruşmaları sırasında Rusya'ya aşırı baskı yapmasını önlemekti. Buna göre Osmanlı'ya karşı Boğazlar'dan geçit vermesi için baskı ancak 1915 başında veya yazında başlayabilir ve diplomasi kuralları gereğince nota alıp vermeleriyle daha birkaç ay kazanabilirdi."

Hele savaşa kendimiz değil, 3 düşman devlet başlamış olurdu ki bunun "kıyılanlar" dünyasında önemi büyük olurdu. İngiltere Hükümeti de bundan çekiniyordu. Bu yol tutulacağına Talat, Enver, Cemal takımı İslam alemini ayaklandırmak "Turanı kurtarmak ve buna benzer hayallerle savaşa katılmaya kararlı idiler. Bu anılan üçlüden en hırslı ve bilinçsizi Enver Paşa idi. Ordu ve donanmayı gitgide daha büyük ölçüde Almanlar'ın eline vermişti ve bunlar Üçlü Anlaşma devletleriyle aramızdaki gerginliği arttırmak ve Osmanlı subayları arasında savaşa katılma isteğini yaratmak ve arttırmak için her ne olanaklı idiyse onu yapıyorlardı. Enver Paşa'nın düşüncesine göre Almanlar, savaş çıkacak olursa Osmanlılar aleyhine genişlemeye kalkışacaklardı. Özellikle hala Ermeni terörizminin ve kışkırtmacılığının sürdürüldüğü doğuda bu kesindi. Rusya ise üçlü anlaşma içinde olduğundan İngiltere ve Fransa'dan yardım beklemek güç olacaktı. Diğer yandan Almanya'nın Ortadoğu'da toprak sorunu yoktu. "Almanya'nın stratejik çıkarları Ruslar'ın daha fazla ilerlemesini önlemekte yatıyordu. Müttefiki Avusturya uzun süredir Osmanlı topraklarına göz dikmişse de Bosna ve Hersek'i almakla karşısına çıkan azınlık sorunlarını topraklarına yeni İslav toprakları katarak arttırmak istemeyecekti. Enver Paşa'nın düşüncesine göre Alman taraftarı olmak Osmanlı çıkarları arasında çok daha önemliydi. Çünkü eğer Osmanlı , Almanya yanında savaşa katılacak olursa Rusya'nın içinde olduğu itilaf grubu Balkanlar'daki ilerleyişine bir son verecekti. Ayrıca o günkü şartlar göz önüne alınacak olursa Osmanlı'nın Almanya'dan başka yandaşlara da ihtiyacı vardı. Bunlardan Bulgaristan ile ittifak gayretindeydi.
 
Dtkn
Çırak
" Osmanlı'nın savaşa girmesinden önceki 4 ay içinde dış politika tek gayreti Bulgaristan'ı ittifaka çekebilmek için Talat Bey ve Halil Bey , Sofya'ya giderek Bulgar yetkilileriyle gerekli temasları yapmışlardı. Bulgar'lar ise Bulgaristan'daki Rus yanlılarının karşı hareketinden korkuyorlardı. Bu arada kuzey komşuları olan Romanya'nın da Alman yandaşları arasında olmasını istiyorlardı. Böylece kuzey sınırı güvence altına alabileceklerini hesaplıyorlardı. Bunu sağlayabilmek için Talat Bey'le Halil Bey Romanya'ya gittiler. Romenler tarafsızlık garantisi verdiler." Bu anlaşmayla kuzey sınırımız güvence altına alınmış; en azından muhalif ülkeden kurtulmuş oluyorduk.

Şimdi en önemli sorun Almanya ile yapılacak ittifakın şartları ve uygunluğu konusuydu. Almanya ile bağlantılardan sadece Enver Paşa ve Sadrazam Halim Paşa haberdardı. Bu da padişahın iktidarının ne kadar zayıfladığının bir göstergesi idi. Sonunda anlaşma yapılmaya karar verildi. " Anlaşma, Avrupa'da savaş başladıktan sonra 2 Ağustos 1915'de imzalandı."

"Cemal Paşa anılarında Almanya ile akdin savaştan önce yapıldığını söyler. İttifak muahidesini hazırlayanlar Sadrazam Said Halim, Harbiye Nazırı Enver Paşa , Dahiliye Nazırı Talat ve Meclis-i Mebusan reisi Halil Bey'lerdir. Cemal Paşa henüz Fransız yanlısı olduğu için kendisine haber verilmemiştir."

Evet anlaşma görüldüğü gibi taraftar olan yani Alman yanlısı olan kimselerin isteği sonucunda imza edildi. Anlaşma bazı maddeleri içeriyordu.

Buna göre 28 Temmuz'da Sırbistan'a savaş ilan eden Avusturya'ya Almanya'nın yardımı Rusya'ya karşı bir savaşa yol açarsa Osmanlılar Mihver Devletlerini desteklemek için müdahale edecekti. Almanya da buna karşılık Osmanlı toprak bütünlüğünün korunmasına yardımcı olacaktı.

Şimdi hükümet liderlerinin başlıca sorunları kamuoyuna ve toplantıda bulunduğu sürece anlaşmaların Mebuslar Meclisi'nce onaylanması gerektiği hükmüne karşın imzaladıkları anlaşmayla imparatorluğa yüklenen yükümlülüklerin nasıl yerine getirileceği idi. Anlaşma hükümlerine yine dönecek olursak;

" Sait Halim Paşa Almanya'dan Ege Adaları ile Batı Trakya'yı istiyor;Yunanistan ile Bulgaristan'a başka yerlerden toprak ödünü verilmesini öneriyordu; Batı cephesindeki durgunluk ve Ruslar'ın doğudaki zaferleri Osmanlı barış yanlılarının durumlarını güçlendiriyor; Enver Paşa'yı ise köstekliyordu. 7 Eylül'de kapitülasyonların kaldırılması özellikle itilaf devletlerinin ekonomik çıkarlarına büyük bir darbe indirilmesine sebep oluyordu. Almanya ile imzalanan antlaşma, içerisinde ve hatta sarayda bazı duraksamalara yol açmışken, Enver Paşa bir Bakanlar Kurulu kararı almak gereğini bile duymadan hemen aynı gün seferberlik emrini vermiştir."

Hükümet de yine aynı gün Mebuslar Meclisi'nin kapatılması için padişahtan aldığı onayı yürürlüğe koymuş ve devlet borçlarının ödenmesinin ertelendiğini ilan etmiştir. İstanbul'da bu gelişmeler olurken Alman Genel Kurmay Başkanı Moltke Dışişleri'ne gönderdiği yazıda;Türkiye'nin Rusya'ya derhal savaş ilan etmesini ister.

Osmanlı Genel Kurmayı savaşın nasıl gelişeceğini hiç beklemeden Almanya'nın yanında yer almak için hazırlıklara başlarken, Alman Genel Kurmay'ı da Çarlık Rusyası'na ve Müslüman İngiliz sömürgelerine harekete geçmek olarak saptamıştı.

Alman gemileri Çanakkale Boğazı'na doğru yol alırken Osmanlı hükümeti, İngiltere ve Fransa elçilerine, salt vatan topraklarını korumak amacıyla seferberlik ilan edildiğini söylemiş; Sırp hükümetine de savaşta yansız kalacağını bildirmişti.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Sultan Mehmet Reşat'ın bu anlaşmadan haberi yoktu. Bu durum padişahlık makamının devre dışı bırakıldığını gösteriyordu.

O dönemde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisi'nin öncü kadrosu, yapısı itibariyle silik ve sessiz bir kişiliğe sahip 72 yaşındaki ihtiyar padişah Mehmet Reşat'ı görüldüğü üzere bir kenara itmiş; dilediğince iş görmekteydi.

Yine anlaşmada belirtildiği üzere " Osmanlı-Almanya- Avusturyalılar arasında 8 maddelik bu gizli anlaşmanın 2. maddesi gereğince Rusya'nın Almanya ve Avusturya ile savaşa girmesi halinde Osmanlı imparatorluğu da müttefiklerinin yanında Rusya'ya karşı savaşa girecekti. Halbuki Rusya ile Almanya ve Osmanlı yönetiminin haberi olmadan Avusturya arasında savaş imzadan bir gün önce başlamıştı."

Bu anlaşma dahilince Osmanlı'nın savaş hazırlıklarını bitirene kadar tarafsızlığını koruması kararına varıldı ve anlaşma bütün dünyadan gizlendi.

"Osmanlı hükümeti 2 Ağustos 1914 günü " silahlı tarafsız" lığını ilan etti ve ertesi günü yani 3 Ağustos'ta seferberlik uygulamasına başladı " İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı devletine tarafsız kalmasını, böylelikle toprak bütünlüğünün korunacağını garanti etmişlerdir.Ancak Osmanlı bu sözlerin tutulmayacağını bildiği için pek aldırış etmemiştir.

Hükümet , meclisin muhalefetini önlemek için kasıma kadar tatil ederken basına da sıkı bir sansür uygulamasına başlamıştır.

"Buna mukabil 2 Ağustos'ta İngiliz parası ödenerek İngiliz tersanelerine sipariş edilmiş olan " Reşadiye ve Sultan Osman "adlı iki savaş gemisine el koymuştur.

Bu arada Enver Paşa'nın 5 Ağustos'ta Ruslar'a bir teklifte bulunduğu görülmektedir. Buna göre "Kafkaslar'daki Osmanlı orduları çekilecek , Balkan Devletleri Rusya'ya savaş açarsa onlara karşı kullanmak üzere Osmanlı Devleti Rusya'ya bir ordu tahsis edecek, Alman askeri heyetini topraklarından çıkaracaktır. Bunlara karşılık Osmanlı yönetimi meridyen hattına kadar Trakya'dan arazi ve Adalar Denizi'ndeki adalarını istemiştir. Ayrıca Rusya ile 10 senelik bir savunma işbirliği yapacaktır." Fakat bu anlaşma teklifleri kabul edilmemiştir.
 
Dtkn
Çırak
Ağustos'ta Cemal Paşa İngilizler'e yeniden anlaşma önerdiğinde aldığı cevap: "Osmanlı devletinin harbe girmesini istemiyoruz. Sizden istediğimiz kat'i bitaraflıktır. Gerekirse toprak bütünlüğünüz için müşterek bir senet verebiliriz." olmuştur.(20) Durum açıktır. Herhangi bir ittifaka girmeyecek Osmanlı Devleti'ni, Almanya'yı yendikten sonra istedikleri gibi paylaşacaklardı. Ancak Osmanlı'nın Almanya safında savaşa girmelerinden endişelendikleri için oyalama safında hareket etmişler, elden geldiğince tarafsızlık durumunu devam ettirmeye çalışmışlardır. Yani görüldüğü üzere İtilaf Devletleri Osmanlı'ya sundukları önerilerle onu önce tarafsız kılmak ardından da aralarında paylaşmak amacındadırlar.Osmanlı'nın savaşa girmesini kimi kesim isterken kimileride hazırlıklı olmadığı gerekçesiyle karşı çıkmışlardır.

Bunlardan " Cavit Bey savaşa Almanya yanında girmeye karşı çıkanlardandır. Çünkü örneğin mason locasının tutumu, sürekli ilişki içinde bulunan finans çevreleri vb. nin etkisi buna sebeptir.

Talat Bey'in ise savaştan yana olduğunu görüyoruz. Enver Paşa da olaya ne ölçüde "şövalyeci" bir tutumla, geleceğin ünlü serdarı olma rüyaları içinde bakıyorsa, Talat Bey de sezgilerinin uyarısı ile kaderci bir yaklaşımla son çırpınışı ve savaşımı Türk'e yaraşır bir biçimde yapmak açısından savaş istiyordu.

Cemal Paşa da savaşı istemektedir. Bunlardan Sait Halim Paşa ise kırgındır. Çünkü açık bir şekilde istifa edeceğini sadrazamdan habersiz böyle eylemlere girişilen bir yerde hükümet başkanı olarak kalmanın anlamı olmadığını söyledi.

Fakat Talat Bey ve diğerleri buna bir çözüm bulunacağını söyleyerek istifasını geri aldırmışlardır."

2.)OSMANLI HÜKÜMETİ'NİN SAVAŞA GİRİŞİ

Her ne kadar Osmanlı Hükümeti yönetimi ve bilhassa savaşa taraftar olmayan Sadrazam Halim Paşa, Maliye Nazırı Cavid Bey ve diğer üyeleri yapılan anlaşmanın savunma amaçlı olduğunu iddia etseler de Almanya'nın hemen ertesi günü Osmanlı'ya savaşa girme zemini hazırlamaya başladığı görülmüştür.

" 3 Ağustos'ta da Fransa'ya ve sömürgelerine karşı faaliyet için Akdeniz'de bulunan Goben ve Breslau zırhlılarına hemen İstanbul'a gitmeleri emri verilmiştir. İngiliz'lerin peşinden geldiği gemiler önce İzmir'e 10 Ağustos'ta da Çanakkale'ye gelmişlerdir. Hükümetin bilgisi haricinde Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın özel izniyle Boğazlardan geçmişlerdir."

Gemilerin boğazlardan geçişleriyle ilgili bazı spekülatif bilgilerde mevcuttur. Örneğin; Talat Paşa anılarında; Goben ve Breslav gemilerinin kasıtlı olarak Osmanlı'yı savaşa sokmak için Çanakkale'ye sığındıklarını kabul etmez. Çünkü "Bu iki gemi önce İtalya limanlarında bulunuyordu. İtalya tarafsız kalıp ta gemilerin karasularını belirli bir süre içerisinde terketmelerini isteyince Goben ve Breslav Akdeniz'e açılmak durumunda kalmışlardır. Cebelitarık ise İngiltere Deniz Kuvvetleri tarafından kapatılmıştır. Bu sebeple Akdeniz'de gidebilecekleri tek yer Almanya ile yandaş olan Osmanlı karasularıydı. Zaten peşlerindeki İngiliz donanması da onları bu yöne doğru itmekteydi." şeklinde bilgi verir.

Evet Osmanlı'nın savaşa girmesini ittihatçı üyelerden bir kısmı bazı sebeplerden dolayı istiyordu. Bunun sebeplerinden bazılarını daha önceki konularımızda belirtmiştik.İttihatçıların Osmanlı'yı harbe sokmak istemelerindeki diğer bir sebep de uzun süreceği muhakkak bir dünya badiresi boyunca askeri ,idare ve harp hali sayesinde mevkilerini muhafaza etmek ve birde bir ihtimalle Almanya galip geldiği taktirde muzaffer bir ülke nüfuzunu kazanarak iş başında gediklileşmektedirler.

Talat ve Cemal Beyler hatıralarında gemileri Enver'in içeriye aldığını yazarlar.

Ancak " Alman Sefiri Wangenheim hatıratında bu gemilerin meselesinin ittihatçılarla Almanlar arasında önceden kararlaştırılmış bir mesele" olduğunu yazmaktadır.

Evet hakkında bu nedenli farklı söylemler olmasına karşın var olan bir gerçek var ki o da gemilerin boğazlardan girerek I. Dünya savaşında yerimizi almamızı sağlamalarıdır. Ayrıca dikkatimizi çeken bir nokta da hükümetin bilgisi haricinde olayın olup bitmesidir.

Gemilerin Çanakkale Boğazı'na girişlerinin hemen ardından takip eden İngilizler'in 4 saat sonra boğaza geldiği göz önüne alındığında maksadın kısmen yönlendirme olduğu anlaşılmaktadır. Amaç Osmanlı'nın donanmasının güçlenerek boğazları tek başına Ruslar'a bırakmamalarını sağlamak düşüncesinden de kaynaklanmış olabileceğini söyleyebiliriz.

Gemiler boğazlardan geçtikten sonra İtilaf Devletleri yaptıkları tarafsızlık anlaşmalarına göre gemilerin 24 saat zarfında Türk karasularından çıkarılmasını ya da hemen silahlarından arındırılması gerektiğini bildirerek Osmanlı hükümetini protesto etmişlerdir.

Hükümet bunun üzerine Halil Menteşe Bey'in teklifi üzerine gemileri satın alma yoluna gitmiştir.

Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni bir an önce savaşa sokmak için uğraşmasının ardında beklediği yararlar:

• a) Kafkas Cephesi'ne Rus kuvvetlerinin önemli bir kısmını çekerek Almanya'nın Avusturya'nın doğu ordularının yükünü hafifletmek

• b) Süveyş kanalını kapamak veya hiç olmazsa orada büyük miktarda İngiliz gücünü meşgul etmek.

• c) Osmanlı hilafetinin manevi gücünü kullanarak İngiliz, Fransız sömürge müslümanlarını ayaklandırmak ve Rusya da müslümanları harekete geçirmek" olarak sayabiliriz.
 
Dtkn
Çırak
Ayrıca Osmanlı'nın dini nüfuzundan da yararlanmayı düşünüyordu.

Sonunda Osmanlı da savaşa girmişti. Gemiler boğazdan geçtikten sonra mürettebatı başına fesler giyerek sanki Türk donanmasının denizcileriymiş gibi davranışlar yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine Alman Paşası Weber, Çanakkale Boğazı'nı kapattırdı. Bundan Türkler'in de haberi yoktu. Durumdan haberi olanlar yalnızca Enver Paşa ve kabine arkadaşlarıydı. Aynı zamanda bu durum diğer ülkeleri de telaşlandırmıştır.

Rusya'nın ise neredeyse hayat yolu kesilmişti.

"Birkaç hafta içinde Karadeniz'den gelen Rus buğdayı yüklü gemiler Haliç'te tutuldu. 29 Ekimde Goben ve Breslav Karadeniz'e açılarak Odessa Sivastopol ve Navrossis'de ki Rus tahkimatını bombardıman ettiler." Bunun üzerine 30 Ekimde İngiliz ve Fransızlar da Türkiye'ye karşı harekete geçti. Bu sıralarda Enver Paşa , Mustafa Kemal'i Sofya'ya Türk elçiliğine ateşelik görevine göndererek oradan uzaklaştırdı. Çünkü Mustafa Kemal Osmanlı'nın henüz savaşa girecek durumda olduğuna inanmıyordu. Bunun için henüz erken olduğunu düşünüyor; ayrıca Almanlar'a da güvenmiyordu. Mustafa Kemal savaş başladığını öğrenince Sofya'dan telgrafla aktif hizmete verilmesini istemiş, ancak Alman aleyhtarı olduğu için kabul edilmiyordu.

Kendisine haber gönderildiği zaman o zaten kendiliğinden işi bırakarak Türkiye'ye dönmeye hazırlanıyordu. Daha sonraları Çanakkale cephesinde gösterdiği başarı adını Türk dünyasına duyurmasına yardımcı olmuştur.

Rus limanları bombardıman edildikten sonra " Rusya fiilen 31 Ekim'de Doğu Beyazid'in kuzeyinden sınırı geçmiş , İngiliz'ler de ertesi gün Akabe'yi bombalamışlardır. 3 Kasım da Rusya; 5 Kasım da Fransa ve İngiltere Osmanlı'ya savaş ilan etmiştir. Osmanlı'nın karşı savaş ilanı ise 11 Kasım 1914 de yapılmıştır. Padişah V. Mehmet Reşat savaş ilanında 3 gün sonra 14 Kasım 1914 de "Cihad-ı Ekber"ilan etmiştir."

Cihat fetvasındaki amaç İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan, Karadağ ve müttefikleri hakimiyet ve esaretleri altında bulunan müslümanları bu devletlere karşı ayaklandırmak; bu devletlerin müslüman tebaasından toplayacakları askerleri de Osmanlı Devleti ve müttefikleri Almanya, Avusturya ve Macaristan'a karşı harp etmekten vazgeçirmek olarak düşünebiliriz. Fakat sonucu açısından beklenilenin olmadığını söyleyebiliriz. Cihad fetvası istenilen sonucu vermediği gibi tesirsiz de kalmamıştır. İslam dünyasının hemen her yerinde bir heyecan dalgası uyanmış; Hindistan'da, Mısır'da, Trablus'ta, Çin'de, Rusya'da yer yer hadiseler, kıpırdanmalar ve kıyımlar görülmüştür.

"İngilizler bu devrede Sultan Hamid'i yıkarken Jön Türkleri göklere çıkarmışlardır; cihat fetvasından sonra ise "Bunların dinsizlerden oluştuğunu, halifeyi esir ettiklerini , kendilerinin onu kurtaracaklarını " ilan edip durmuşlardır. Ayrıca İngilizler, İngiltere Devletinin müslümanların hamisi olduğunu ve Müslümanları koruduğunu ifade edip durmuşlardır."

Sultan Hamid'in önceleri çok büyük gayretlerle hazırladığı birlik propagandası ondan sonra gelen ittihatçı kafalarıyla çok sarsılmış olmasına rağmen yine de tesirli olmuştur.

İngiltere Kralı V. George Türkiye'nin savaşa girmesinden bir hafta sonra Rus seferine "Konstantinapol'un sizin olması gerektiği ortada" demişti.Bir yandan da Dışişleri Bakanı, Ruslar'a boğazlar meselesinin Osmanlı İmparatorluğu barış istediği anda uyumlu bir çözüme bağlayacağını vaat ediyordu.

1914 Eylül'ü başlarında Donanma I.Lordu Winston Churchill,savaş işleriyle görevli Devlet Bakanı Lord Kitcher ve başta gelen kara ve deniz kuvvetleri danışmanları; yakında Türkiye'ye karşı girişileceği varsaydıkları savaş için bir büyük strateji tartışması yaptılar. Yapılabilecek operasyonlar listenin en başında zaten Kuzey Ege'de toplanmış olan güçlü filonun Çanakkale'yi zorlaması bulunuyordu.

15 Ocak 1915'te Londra'daki savaş konseyi sonunda "Hedefi Konstantiopl" olan bir deniz saldırısına karar verdi.Böylece Doğu cephesinde ikmalsiz kalan Rusya'ya yardım için yol açılmış olacaktı.Ama 18 Mart'ta boğaza gelmeye kakışan büyük gemilerin üçte biri batırılınca bu savaşla ilgili tüm kavramlar değişmişti.

9 Ocak 1916'da savaş konseyinin kararından hemen hemen 1 yıl sonra İngiliz birlikleri de sessizce Gelibolu Yarımadasını boşalttı.Böylece Gelibolu Osmanlı tarihinin en büyük savunma zaferi olmuştur.

Türklerin bu savaştaki kayıpları hiçbir zaman tam saptanamamış olmakla birlikte herhalde saldıran kuvvetlerin kayıplarının iki katı olmalıdır.Tahminen "İngilizler 213.980, Osmanlılar 120.000 ölü ve yaralı" vermişlerdir.

Osmanlılar,Ruslar'a ya da Mısır'a İngilizlere karşı harekata geçmek için cesaret buldular.Ruslar böylece İngilizlerden yardım alamayacaklardı.Bu da Mihver Devletlerinin morallerini bir hayli yükseltmişti.

Bu savaştan Enver Paşa,Harbiye Nazırı olarak zafer üzerinde hak iddia etmiştir. Ama gerçekte stratejik mevziler Liman Von Sanders'in emriyle düzenlenmiş ve yarımadanın burnunda Esat Paşa'ya adamları başarılı savaşlar vererek Anzaklar'ın içerilere sızmasını önlemişlerdi.Eğer bu savaştan bir halk kahramanı çıkacaksa o da Mustafa Kemal'dir. Mustafa Kemal'e bu savaştan sonra 16.Ordunun Komutanlığı verilmişve Ruslara karşı savaşmak üzere Anadolu'ya gönderilmiştir.

Osmanlılar Çanakkale'deki savaşa düşmanları tarafından zorlanmışlardır.1915 ve 1916 yıllarının büyük bir bölümünde Rus Cephesi ve Kafkaslarda aynı durum söz konusu oldu.

Bu dönemde siyasal bakımdan Osmanlı yönetiminin karakterinde pek bir değişiklik olmamıştır; ancak sansürün ve polisin daha güçlendirilmesi doğal karşılanacak bir olaydı. Savaşın son haftalarına dek politikayı belirleyen Jön - Türkler oldu.Sait Halim Paşa 1917 Şubatına dek sadrazam olarak görevine devam etti.Bu tarihte zaten çoktan beri en etkin başkan olan Talat Paşa resmen onun yerini aldı.Bu arada Mehmet Paşa meşruti hükümdar olarak görevlerini yapmayı sürdürüyordu.

Bazı bakımlardan inanılmaz gibi görünse de Jön Türkler savaşın ilk üç yılı boyunca inkılap girişimlerini sürdürmeye çalıştılar.Müslüman hiyerarşik otoritesinin adım adım kısalması Said Halim Paşanın sadrazamlık dönemi sonundan doruk noktasına varmıştır. Savaşın tahminlerden fazla uzaması İttihatçı liderlerin kaçınılmaz olarak kendilerini Bab-ı Ali'den bağımsız olarak görmelerine sebep olmuştur.

Talat Paşa'nın 1917'de politik kontrolü eline almasından sonra Rusya'nın doğu Anadolu'yu işgali,kıtlık ve çiftçilerin askere alınmaları tarımsal üretimi önemli ölçüde azaltılmış;İstanbul ile diğer büyük kentlerde yiyecek kıtlığı baş göstermiştir.

Büyük vergi artışları,hükümetin muhalefeti ezmesi ve batı cephesinde Almanların kayıp verdikleri haberleri hükümetin yurtseverlik çağrılarıyla karşı koyamayacakları ciddi bir moral sorunu doğurmaktaydı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş ilan etmemiş olmasına karşın Amerikanın da savaşa girmesinin büyük etkisi olmuştur.

İmparator II.Wilhelm'in 1917 Eylül ayında İstanbul'a resmen ziyareti ve veliaht Yusuf İzzeddin Efendinin daha sonra bu ziyareti iade etmesi bu etkiyi ortadan silemedi.

Bu dönemde yalnız Rus ihtilali bir umut ışığı oldu.Rusya ile Brest-Litowsk anlaşması sonucunda Doğu Anadolu'nun güvenliği sağlanmış ve Rusya savaştan çekilmiş oldu.

Enver Paşa'nın Kafkaslardaki zaferi diğer cephelerde tekrarlanmamıştı.İngiliz birlikleri Osmanlı içine girmeyi başarmışlardı. Sultan Mehmet Reşat 28 Haziran 1918'te ölünce yerine Abdülhamit'in en büyük oğlu VI.Mehmet Vahdettin geçti.

Vahdettin kardeşi gibi İttihatçı kuklalığını benimsedi.

"Sanki işaretlenmiş gibi tüm Müttefik devletleri bütün cephelerde birden saldırıya geçti.Irak'ta İngilizler kuzeye doğru işgallerini genişletiyorlardı.Kerkük 6 Mayıs'ta düştü. Osmanlı askerleri Altın köprüde dağıtıldılar.İkinci bir İngiliz kolu Dicle boyunca ilerledi.Osmanlı askerlerini zaman zaman dağıtarak sonunda ateşkesten hemen sonra Musul'u işgal etti.

23 Eylül'de Akka ve Hayfa işgalcilerin eline geçti.Halep ve Humus da birkaç gün sonra hiçbir direnme göstermeden düştü.Fransız filosu Beyrut'u işgal etti (6 Ekim). Osmanlılar yeni bir direnişte bulunmak için Adana'ya çekilirken arkadan Trablus ve İskenderun da düştü."

Bu kötü gidişat ta ki 30 Ekim 1918'te imzalanan Mondros Müzakeresi'ne dek sürdü.
 
Dtkn
Çırak
III.BÖLÜM "I.CİHAN HARBİNİN SONU"
I.SAVAŞIN SONUNDA OSMANLI HÜKÜMETİ
I.Cihan Savaşının bitmesi Osmanlı Devleti'nin de sonu olmuştur.Mondros Müzakeresi'nin şartları bir devletin varlığını ortadan kaldıracak niteliktedir.Savaşla kaybedilmeyen topraklar İtilaf devletlerinin kuvvetlerine terk edilmektedir.Savaş zamanı iktidarda olan İttihat ve Terraki partisinin mesul kişileri memleket dışına kaçmışlardır. Kasım ayında İstanbul,denizden ve karadan düşman işgalcilerinin törenlerine sahne olmuştur.Özellikle mütarekenin 7.maddesine göre "itilaf devletleri kendi güvenliklerini tehdit edecek bir durum çıktığı taktirde herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdi." Hükmü konulduğu için bundan en geniş anlamı ile uygulama yolu açık bulunuyordu.

Osmanlı Hükümeti ise tamamen acz içinde idi."21 Aralık 1918'te Padişah,Kanun-u Esasi'nin 7.maddesinin kendisine tanıdığı hakka dayanarak Meclis-i Mebusan'ı fesh ettiğini ilan etti."Ancak yine de Kanunu Esasi'ye göre yeni seçimlerin 4 ay içinde yapılması ve bunun da ilanı gerekirken bu dikkate alınmamış oldu.Böylece Meşruti idare yani denetimli parlamento rejimi Osmanlı Devleti bünyesinden süresiz olarak kalkmış oluyordu.

1918 yılının son iki ayı Osmanlı için askeri ve siyasi kuvvet ve hakimiyetini yitirmiş bir durumdadır.Buna karşın İstanbul'da bulunan bazı kuvvetler bir araya gelerek bir Milli Kongre toplamışlar ve yayınladıkları bildiri ile milli birlik cephesi kurulmasını öngörmüştür. Ancak iyi niyetle harekete geçen bu teşebbüsün devamı sağlanmamıştır.

Yine bu yılın son aylarında memleketin çeşitli bölgelerine ayrı ayrı teşkilatlandıracak cemiyetler kurulmakta idi.İzmir'de Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye (26 Kasım 1918); Edirne'de Trakya Paşaeli (1 Aralık 1918) gibi 1919 yılında da birçok cemiyetler kurulmaya devam edecektir. İşgaller ise daha yoğun bir hale gelecek ; Ege sahillerinde İzmir'e Yunanlılar'ın kuvvet çıkarması yapılırken (15 Mayıs 1919) itilaf donanması onları arkadan destekleyecektir. 1919 yılında bir taraftan da yeni siyasi partiler kurulurken yine bölgesel kurtuluş çarelerini aramak için kurulan cemiyetler çoğalmaktadır.

Mondros mütarekesi itilaf devletlerinin lehine en geniş anlamıyla uygulanmaktadır. 1920 de imzalanacak Sevr müdahalesi bu parçalanmayı ancak tasdik edecektir.

Osmanlı hanedanı ve hükümeti sanki galip devletlerin isteklerini yerine getirmek için iktidar mevkiindedirler. Memleketin asıl sahibi Türk halkı başsız bölünmüş, kuşku içinde umumi durumu hoş görmeyen bir haldedir. Kurtuluş ve istiklal fikirleri ancak bölgesel ayrılıklar içinde düşünebiliniyor. Halbuki bilindiği üzere küçük siyasi kuruluşların ömrü uzun değildir. Memleketin Batı ve güney bölgelerinde silahla karşı konmaya başlanmıştır. Fakat sayıca çok ve teçhizat itibariyle üstün düşman kuvvetleri karşısında geri çekilmeler hep Anadolu içlerinedir. Bir taraftan memleketi kurtarmak için olan bu hareketler ve yer yer teşkilat kurulması müspet bir gelişme ise de diğer taraftan dış devletlere güvenen ve buna dayanarak yine memleketi bölünmelere götüren uğraşmalar faaliyettedir. Bu çeşitli fikir ve yönde çalışan grupların çoğunluğu İstanbul'da ki merkezlerinden idare edilmektedir.

I. Dünya savaşı sırasında gerek Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasal hayatına ve gerek savaşın güdümüne baktığımızda şöyle bir durum görmekteyiz. Bu dönemde iktidar gelen partiler siyasal hak ve özgürlükleri bir amaç olmaktan çok bir araç ; iktidara en kısa yoldan gelme aracı olarak görmüşler ve bir an önce iktidarı elde edip onun nimetlerinden yaralanmaya yönelmişlerdir. Özellikle İttihat ve Terakki'nin gitgide "tek adam yönetimi"ne, Enver paşa liderliğinde ki kurduğu fiili egemenlik sonucu Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük savaşa girmesi bir emrivaki ile gerçekleşmiş; savaş kararı iktidar partisinin içindeki diğer unsurların kabinenin ve hatta Meclisin bile denetimi olmaksızın bir emrivaki ile alınmıştır.

Anlatmış olduğumuz olaylar Osmanlı İmparatorluğu'nun hazırlıksız ve ani biçimde savaşa girmesine yol açan Alman gemilerine geçiş izni verilmesi, Karadeniz'e çıkış izni ve Sivastopol ve Odessa'nın top ateşine tutulması gibi olaylarda Enver paşa dışında hiçbir merciin denetim ve hatta müzakere yetkisi bile yoktu. Ülkenin siyasal hayatı kadar savaşın güdümüde demokratik olmayan yöntemlerle tek adam Enver Paşa egemenliğine tabii idi.

Oysa Mustafa Kemal Osmanlı'nın hazırlıksız olarak savaşa girmesine karşı çıkmış; ordunun siyasete karıştırılmasını eleştirmiş ve başlangıçta ittihat ve Terakki içinde yer almasına rağmen onun politikasına muhalefet etmiştir. Ancak unutulmayacak bir gerçek var ki Türk Halkı bu savaştan da alnının akıyla çıkmıştır.
 
Dtkn
Çırak
Çanakkale SavaŞlari

ÇANAKKALE SAVAŞLARI

20 . yüzyıl iki dünya savaşına sahne oldu. Ancak nedenleri ve sonuçları göz önüne alındığında iki savaşta birbirinin ayrılamaz iki parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Hattı zatında I. Dünya Savaşının sonuçları, II. Dünya Savaşının nedenlerini oluşturmaktaydı. Bizim incelemeye çalışacağımız Çanakkale Savaşları I. Dünya Savaşının en önemli noktasını teşkil etmektedir.


Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşına başlangıçta tarafsız kalmışsa da ( 2 ağustos 1914 ), devletin siyasi arenada yalnız başına kalması, ittifak anlaşmaları yapma gereğini ortaya çıkarmıştı. İlk etapta İngilizler nezrinde başlayan ittifak arayışları sonuçsuz kaldı. Fransa'nın da Rusya faktöründen dolayı Osmanlı Devleti ile ittifaka yanaşmaması üzerine Osmanlı Devleti Avusturya'nın teklifi ile Almanya'ya ittifak teklifinde bulundu. Çok geçmeden bu teklif kabul olundu. Bu süreç devam ederken Goben ve Breslov zırhlıları İngilizlerin önünden kaçarak Çanakkale Boğaz'ından Marmara'ya girdiler. Osmanlı hükümeti bu iki savaş gemisini satın aldığını duyurdu. Gemi mürettebatına fes giydirdi, gemiye Türk Bayrağı çekilerek satın alınış meşru hale getirildi. Bu iki gemiye Yavuz ve Midilli adları verildi.


Babıâli'deki savaş yanlıları biran önce savaşa girmekten yana tavır koymuşlardı. Bu tavır sonucu Enver Paşa'nın emriyle Yavuz ve Midilli komutanı Amiral Souchon 29-30 Ekim gecesi Rusların Odessa, Sivastopol şehirlerini topa tutmuş ve Osmanlı bilfiil savaşa girmiş oluyordu.


Bu savaş süreci içerisinde itilaf devletleri Osmanlı devletini saf dışı bırakmanın en kolay yolu olarak İstanbul ve Boğazlar Bölgelerinin ele geçirilmesini görmekteydiler. Diğer bir deyişle Çanakkale Boğazının ele geçirilmesi, İstanbul'un düşmesi ve Osmanlı Devleti'nin barışa zorlanması bakımından hayati önem taşımakta olduğunu düşünüyorlardı. Bu cephenin kazanılması sonunda Rusya ile yakın temas kurulması ve Ruslara silah ve malzeme karşılığı buğday sevkıyatı amaçlanmaktaydı. Stratejik sebep olarak ise muhtemel Alman ittifakına girebilecek Balkan devletlerinin boğazların hakimiyetinin ele geçirilmesi dolayısıyla kendi saflarına katılacağı düşüncesiydi. ( Çanakkale zaferinden sonra Bulgaristan Almanya saflarında savaşa katılmakla Osmanlı devleti Almanya arasında kara bağlantısı sağlanmış oldu. )


Çanakkale savaşlarının başlamasıyla dünya savaş tarihinde yeni bir sayfa açılmaktaydı. Çanakkale Savaşları tarih boyunca az rastlanabilecek teknolojik ve stratejik özellikleriyle dikkati çekmektedir. Ayrıca savaş tarihi literatüründe Türkçe karşılığı olmayan warfare açısından önem arz etmektedir. Warfare; her türlü teknoloji, strateji, ve taktiği içeren bir savaş biçimidir.


Çanakkale savaşları denizle karanın bütünleştiği bir coğrafyada meydana gelmiştir. Yedi sekiz metreye kadar inen siper savaşları, ayağı kayan askerin düşman siperine düştüğü tek cephe özelliklerini taşımaktadır. Her iki taraf içinde siper savaşları ölüme meydan okumaktır. İki taraf içinde bir taraf deniz, bir tarafı sırttı. Bu şartlar içinde ve siper savaşı şeklindeki bir savaşın zorluğunu ve Türk askerinin vatanını savunma tarzını sizin düşünmenizi istiyorum.


Siyasi olaylar açısından Çanakkale ise iki devreye ayrılır. Birinci devresi deniz savaşları diğer devresi ise kara savaşlarıdır. Deniz savaşları İngilizlerin Boğazı sadece donanma ile zorlama ve geçme çabalarının ürünüdür.


Çanakkale Savaşı 19 şubat günü Fransa İngiliz Donanmasının Boğazı zorlaması ve girişteki istihkamları bombalamasıyla başladı. 12 zırhlı, 18 muhrip, 7 tarama gemisinden oluşan itilaf devletleri donanması Seddülbahir ve Kumkale'deki dış savunma hatlarını yoğun top ateşine tuttular. İtilaf donanmasının iç hatlara doğru ilerlemesi boğazın mayın dolu olması dolayısıyla bir sonuç vermedi. Ancak bu saldırı sonucu dış savunma hattı çökmüş gözükmekteydi. İtilaf devletleri donanması dış tahkimatın düşmesinden sonra iç tahkimatın fazla dayanamayacağı görüşündeydiler. On beş gün boğaz sırtları itilaf devletleri donanması tarafından topa tutuldu. Savaş kabinesinin buyruğu doğrultusunda 18 mart Çanakkale'ye umumi bir saldırı düzenlendi. Bu saldırı öncesinde 17'i gecesi Nusret mayın gemisi boğaza mayın döşemişti. 18 Mart günü umumi saldırıda mayın tarama gemileri kıyı topçusunu salvolarıyla batırıldı. Fransız Bouvet zırhlısı mayına çarparak battı. İngiliz Irresistıble ve Inflexible zırhlıları mayınlara çarparak hareketsiz kaldılar. Onları kurtarmaya gelen Ocean zırhlısı da mayına çarparak battı. Gerek mayınların açtığı tehlike gerekse kıyı bataryalarının açtığı ateş sonucu itilaf devleti donanması geri çekilmek zorunda kaldı.


Savaşın ilk evresini büyük ve umulmadık kayıplarla kapatan itilaf devletleri özellikle Churchill'in baskılarıyla donanmanın destek vereceği bir çıkarma harekatı yapmak için hazırlıklara başladılar. Türk tarafında ise neşenin yanı sıra düşman birliklerinin çıkarma harekatına karşı yapılan hummalı bir çalışma ve Esat Paşa'nın harita üzerindeki düşünce safhalarına geçilmiş oldu.
Bu ilk evreden sonra boğazın kara desteği olmadan geçilemeyeceğini anlayan itilaf devletleri 25 nisan 1917 günü sabaha karşı Kumkale, Besik'e ve Bolayır'a sahte bir çıkarma harekatı düzenlediler. Kumkale bu arada birkaç kez el değiştirdi. Yenik düşen itilaf devletleri askerleri Seddülbahir'deki çıkarmaya katıldılar. Seddülbahir çıkarmasında savaşın sonuna kadar itilaf kuvvetleri kıyıdan ancak dört kilometre içeriye girebildiler.


Diğer bir çıkarma noktası ise Arıburnu idi. Bu çıkarmayla amaçlanan Koca çimen tepesinin ele geçirilmesiydi. Bu tepenin elden çıkması Osmanlı Boğaz savunma sisteminin çökmesi anlamına geliyordu. 19. tümen kumandanı Mustafa Kemal Bey Koca çimen tepesinin itilaf kuvvetlerinin eline geçmemesi için Conk bayırında mevzilendi. Cephanesi kalmayan askere süngü savaşı emrini verdi. Bu arada takviye kuvvetler yetişti ve düşmanın ilerleyişi durduruldu. Mustafa Kemal o günden sonra Arıburnu kuvvetleri komutanlığına tayin edildi. 11 Mayıs'ta Osmanlı birlikleri karşı taarruza geçti. Boğaz boğaza geçen bu mücadeleler sonunda Anzaklar geri çekilmek zorunda kaldı. İki tarafın askeri yirmi otuz metre mesafede siperlendi. Hatta siperler arası mesafe sekiz metreye düştüğü bile vaki idi. Bu durum dünya savaş tarihine en yakın mesafeli siper savaşları olarak geçti.


Nihayetin de 9 Ocak 1916 tarihinde düşman kuvvetleri geri çekildi. Bu durum V. Ordu komutanı Limon Van Sanders'in Başkomutanlık vekaletine gönderdiği " Tanrıya şükür Gelibolu düşmandan tamamen temizlenmiştir. Diğer ayrıntılar ayrıca sunulacaktır." telgrafıyla kesinlik kazanmış oldu.


Yukarıda değindiğim üzere, Çanakkale Savaşları warfare açısından önem kazanmaktadır. İlk defa deniz birlikleri, kara birlikleri ve hava kuvvetlerinin koordinasyonu sağlanmış ve topyekün bir savaş biçimi ortaya çıktı. Diğer bir tabirle Çanakkale Harbi deniz, kara ve hava kuvvetlerinin sınandığı bir savaş oldu. Uçak gemilerinden sabit balonlara, savaş uçaklarından hava bombardımanına hava gücü her yönüyle Çanakkale'de sınav verdi.


Ayrıca Çanakkale Savaşları sonunda itilaf devletlerinin yardım edemediği Rusya'da Bolşevik taraftarları yönetimi ele geçirmişler, Rusya'nın savaştan çekilmesiyle savaşın seyri değişti. Böylelikle savaş iki yıl daha uzamış oluyordu.


Çanakkale savaşlarının Türk tarihi içindeki yerini tartışmaya bile gerek görmüyorum. Çanakkale savaşları siperdeki askerin kimlik oluşumunu pekiştirdi. Savaş, ölüm kalım mücadelesi olmanın ötesinde bilinmeden yazılan destanların öykülerine dönüştü. Osmanlı neferi artık padişahın adına değil, bil fiil kendi toprağı, yurdu için savaşmaktaydı.


Çanakkale Harbi tarihe Osmanlı beşeri sermayesinin hızla tüketildiği bir savaş olarak geçti. Bu tükeniş uzun yıllar etkisini göstermiştir. Cumhuriyet Türkiye'sinde bu yitirilen kesimin yokluğu her an yaşanmıştı. Harbiyelisi, Mülkiyelisi, Tıbbiyelisi ve Sultanilisi silah altına alınmış bu aydın zümre Çanakkale cephesinde şehit düşmüştür. Cihan harbi Anadolu'yu tüketmişti. Savaş öncesi 18 milyon olarak tahmin edilen nüfus savaş sonunda 13 milyona kadar düşmüştü. Bu nüfus kaybında Çanakkale ilk sırada yer almaktadır. Çanakkale cephesinde Osmanlı tarafının ölü, yaralı ve hasta sayısı 250.000'in üzerindedir. Bunlardan 150.000'i şehit olarak hakkı rahmana kavuşmuşlardır.


Diğer devletlerin kaybettiği insan sayısı bu sayıdan aşağı kalmamakla beraber bu cephede savaşan Osmanlı askerinin büyük kısmını okumuş aydın kesim oluşturmaktaydı. Öyleki savaş sırasında darülfünun boşalmış, rüştiye okumadan öğrenciler darülfünuna alınmaya başlanmıştır. Bu kayıp Osmanlı gibi okuma yazma oranı düşük olan bir devlet için büyük bir handikaptı. Savaş sonrası Osmanlı kurumları bir yana Cumhuriyet Türkiye'si bile burada kaybedilen okumuş kesimin eksikliğini hissetmiştir. Hatta günümüz aydın sınıfındaki kesintinin ana sebebi bu olsa gerek.


Çanakkale savaşı varımızı yoğumuzu ortaya koyup, kayıplarımıza nazarla sonucunu alamadığımız savunma savaşlarımızdan biridir. Fakat bu savaşın oluşturduğu milli şuur ve ortaya konulan mücadele daha gücümüzün tükenmediğini belgelemesi ile milli mücadeleye akisleri büyük olmuştur.Diyebiliriz ki Çanakkale'de yakılan kıvılcım Anadolu İhtilalinin alevlenmesinde yegane unsur olmuştur.
Devlet baba ve vatan ana sıkıntılı dönemlerde insanından yardım isterler. Çanakkale'de bu yardımı Türk insanı öleceğini bilerek kurşuna göğsünü siper etmiştir. Vatan için dökülen kan kutsaldır. Peki şu kritik günlerde biz elimizi o taşın altına koyup vatanımız için canımızı seve seve verebilir miyiz ?
 
Dtkn
Çırak
Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı bir araştırma, tarih kitaplarında verilen "250 bin şehit" sayısının yanlış olduğunu, savaşta 57 bin kişinin şehit düştüğünü ortaya koydu. Tarihi yanlışlık, Gelibolu Tarihi Milli Parkı'nın, "Barış Parkı" olarak düzenlenmesi için "Uzun Devreli Gelişme Planı" hazırlanırken ortaya çıktı. ABD'nin Vietnam'da yaşamını yitiren askerlerine yaptığı gibi şehitlerin isimlerinin savaştıkları cephelere yerleştirilecek anıt ve dikilitaşlara kazınmasını öngören proje için Genelkurmay Başkanlığı'ndan bilgi istendi. Başbakanlığa Genelkurmay Başkanlığı'ndan verilen bilgide, Çanakkale şehitlerinin sayısının tarih kitaplarında öğretildiği gibi 253 bin değil, 57 bin olduğu belirtildi.

Yanlış yorum Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Araştırmaları Strateji Etüdler Daire Başkanlığı (ATASE) tarafından yürütülen araştırmada, 253 bin şehit rakamının, askeri kayıtlardaki "kayıp" ifadesinin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı ortaya çıktı. Cephede şehit düşen 55 bin 801 kişinin ismini tek tek belirleyen Genelkurmay Başkanlığı, "kayıp" ifadesinin hastalık, esirlik, kaybolan, kaçan, sakat kalan, yaralanan, sonradan savaşamayacak duruma düşenleri kapsadığına dikkat çekti. Buna göre, şehit olarak ifade edilen 253 bin kişiden 195 bini resmi kayıtlarda "kayıp" olarak görünüyor. Araştırmada kayıp 195 bin askerin yaklaşık 20 bininin hastalık sonucu kaybolduğu bilgisi kesinlik kazanırken, askerlerden 10 bininin, savaş sırasında firar ettikleri ya da esir düştükleri sanılıyor. Kalanların ise, yaralı olduğu ve savaşamayacak duruma düştüğü için kayıtlara "kayıp" olarak geçildiği tahmin ediliyor. Araştırmada, düşman kuvvetlerinin de cephede 60 bine yakın ölü verdiği belirlendi.
Gelibolu'ya Vietnam anıtı ABD'nin Vietnam'da yaşamını yitiren askerleri için yaptığı gibi şehitlerin isimleri, savaştıkları cephelere yerleştirilecek anıt ve dikilitaşlara kazınacak. Gelibolu Tarihi Milli Parkı'nı "Barış Parkı"na dönüştürecek olan "Uzun Devreli Gelişme Planı"nı Prof. Dr. Raci Bademli başkanlığında yürütülüyor. Projenin 2005'e kadar tamamlanacağı ve 60 milyon dolara mal olacağı belirtiliyor. Gelibolu Tarihi Milli Barış Parkı Projesi kapsamında şu çalışmalar yer alıyor: * Savaşla ilgili olaylar, yorumlanmadan hologramlar ve üç boyutlu teknikle anlatılacak. * Siperler orjinal olarak düzenlenecek, peyzaj düzenlemeleri yapılacak. * Çanakkale Şehitleri profili çıkarılarak, hangi askerin nereden geldiği ve hangi cephede şehit düştüğü tespit edilecek. * Muhabere sırasında ölen ve isimleri tespit edilen 57 bin şehidin ismi savaştıkları cephelere yerleştirilecek camdan ve silindir şeklindeki anıtlar ve dikilitaşlara kazınacak. Sembolik anıtlar kaldırılacak. * Kıyılardaki kaçak yapılaşma yasaklanacak. * Milli Park içinde sekiz köyde yaşayan 5 bin köylüye park içinde nasıl yaşanacağı anlatılacak. Köylünün ekonomisi geliştirilecek. * Eceabat, Turizm Destek Kenti olarak seçilecek ve köylüye pansiyon işletmeciliği öğretilecek. * Bölgenin topoğrafik görüntüsüne uygun ağaçlandırma yapılacak. Asker kayıpları birbirini tutmuyor Çanakkale savaşlarında ittifak ve itilaf devletlerinin verdiği asker kaybı konusunda kaynaklardaki rakamlar birbirini tutmuyor. * Grolier İnternational Americana: İtilaf devletlerinin kaybı 145 bin olarak açıklanırken, Türklerin kaybının 200 bin olduğu ifade ediliyor. * AnaBritannica: İtilaf devletlerinin kayıpları 213 bin 980, Türklerin kaybı ise 190 bin olarak gösteriliyor. * www.canakkale.gen.tr: Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Tunçoku tarafından hazırlanan Çanakkale Savaşları'nın anlatıldığı "web" sitesinde ise itilaf devletlerinin 180 bin, Türklerin ise cephede 57 bin 263, geriye kalan esir, yaralı ve kayıp olmak üzere ise 211 şehit verdiği bilgisi yer alıyor. * 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi: Prof. Dr. Fahir Armaoğlu'nun kitabında itilaf ve Türk ordularının kayıpları 250 bin gibi genel rakamla ifade ediliyor. * Büyük Larousse Ansiklopedisi: Ayrıntılı verilen rakamlara göre, Türkler 55 bin şehit, 100 bin yaralı, 10 bin kayıp, 25 bin hastalıktan ölenler olmak üzere toplam 190 bin kayıp verdi. İtilaf kuvvetleri ise 43 bin ölü, 72 bin yaralı ve 30 bin kayıp olmak üzere 145 bin kayıp verdi. ‘Askerin rakamı doğru’ Canakkale Savaşı’nın yıldönümünde ölenlerin sayısıyla ilgili çelişkili rakamları tartışan uzmanlar da Genelkurmay’ın rakamını daha doğru olduğunu söylediler. İşte uzmanların görüşleri: Cemal Kutay: 1914 - 1918 yılları arasında 350 bin şehit verildi. Ama Çanakkale Savaşı’nda şehit sayısını bilemiyorum ancak en ağır kayıp Çanakkale’de olmuştur. Çetin Altan: Görüşler rakama göre değişmez, rakamlar tartışılmaz. Askeri belgeler yalan söylemez. Sayı sürekli 250 bin olarak geçti ancak Genelkurmay’ın açıkladığı sayılar doğrudur. 76 bin kayıp da az değildir. Toktamış Ateş: Şehit olan asker sayısı 80 bin civarında ama yaralanıp geri gönderilen, eksilen asker sayısı 250 bini buluyor. Genelkurmay’da ölenler isim isim bellidir ve sayı mutlaka doğrudur. Tarih kitaplarında şehit sayısı yok Ortaöğretim öğrencilerine okutulan “Milli Tarih", Kemal Kara’nın yazdığı “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük", Mehmet Ünlü ile Hüseyin Ünlü’nün hazırladığı ve“Belirli Gün ve Haftalar" adlı ders kitaplarında Çanakkale Savaşı anlatılmasına karşın şehit ve yaralı sayısıyla ilgili bilgi yok. Lise 3’üncü sınıflarda okutulan “T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" adlı kitapta ise Türkler’in 253 bin şehit, İngilizler’in 205 bin, Fransızlar’ın ise 47 bin ölü verdiği yazılı.
 
Dtkn
Çırak
12 Ağustos 1915 günü bir bölük asker bir ormana girdi ve bu onların en son görüldüğü andı. Bölüğün ismi Sandingram ,kayboldukları yer Gelibolu yarımadasının Küçük Anafartalar köyü yakınlarıydı. Bu kaybolmanın bir UFO olayı ile ilgili bile olduğu hakkında iddialar ortaya atıldı. Şahitlerin anlattığına göre Bölüğün ormana girdiği sırada gökyüzünde 3 adet bulut görülmüş ve bunlardan biri ormana alçalmış ve daha sonra süratle göğe yükselerek kaybolmuştu.

1998 Temmuzunda ben ve Belçikalı arkadaşım Jul Snelders bu olayın geçtiği yeri bulmaya karar verdik . Ikimizde bu ilginç olayı yeterince araştırmıştık ve yeterli bilgiye sahiptik. GPS, haritalar ve kameralarla donanmış vaziyette jipe atlayıp Anafartalar ovasındaki Azmak mezarlığına doğru yola çıktık. 1919 yılında bölgeye gelen İngilizlerin araştırma yaptıklarını ve 122 adet İngiliz askerine ait cesetlerin kalıntılarını bulduklarını biliyorduk. Cesetlerin bulunduğu nokta Azmak mezarlığından Tekke tepeye doğru yaklaşık 1200 metre mesafede olmalıydı.. GPS'imizn yardımıyla mesafeyi ölçerek Doğuya doğru yönelmeye başladık. 500 metre yol katetmiştikki yaşlı bir köylüye rastladık. Kendisine bu konuda bir şey bilip bilmediğini sorduk.. Hiç bir fikri yoktu, ancak yörede bulunan her insanın olduğu gibi onunda anlatacak çok şeyi vardı. 1915 Ağustosunda ninesinin erkek kardeşi bulunduğumuz bölgede katırı ile giderken ağaca sırtını dayamış elinde tüfeği bulunan bir İngiliz askeri görmüş.Düşman askeri ona ateş etmemiş ve oda Küçük Anafartalar'a gidip bütün köy halkına gördüğünü anlatmış.Yaşlı köylünün anlattığına göre, ninesi ve bütün köy halkı derhal köyü terketmişler, hatta ninesi pişirmekte olduğu tavuğu bile ocakta bırakmış.Yaşlı köylü, İngiliz askerlerinin gentilmen olduğunu ve hiç bir zaman sivillere ateş etmediğini söyledi. Ayrıca daha fazla bilgi için Küçük Anafartalar köyünden Çakal Ahmet ile görüşmemizi sağlık verdi.Çakal Ahmet doksan küsür yaşındaymış ve savaş sırasında çocuk olmasına rağmen bu konularda hatıraları tazeymiş.
Köylü bizi ,Türk askerlerinin topluca gömülü olduğu başka bir mezara götürebileceğini söyledi. Onu da jipe aldık ve Kuzeye yöneldik. Kireç tepe eteklerinde bir çok devrilmiş mezar taşının bulunduğu bir alana geldik. Burası muhtemelen Ağustos savaşları sırasında şehit düşmüş türk askerlerinin alelacele gömülüp daha sonra unutuldukları bir mezarlıktı. Yarımadada buna benzer başka bir yerin daha olduğunu zannetmiyorum.Bir çok resim çektikten sonra köylüye teşekkür ettik ve Çakal Ahmet'i bulmak üzere Küçük Anafartalar 'a gittik. Köyün kahvesinde oturup çay ve muhabbet den sonra Çakal Ahmet'i sorduk, hemen gençlerden biri koşup kendidisini çağırmaya gitti. On dakikalık bir bekleyişten sonra Çakal Ahmet geldi ve kahvenin merkezi bir yerinde yerini aldı. Kendisinin elini öptükten sonra sorularımıza başladık. Çakal Ahmet , savaş sırasında bir düşman birliğinin yolunu şaşırarak kendi bölgelerini geçerek Türk bölgesine girdiklerini ve bizimkiler tarafından hepsinin öldürüldüğünü duyduğunu anlattı. Kendi tecrübesiyle konuyu bağladığı bir hikayesi vardı. O aylarda çok yağmur yağdığını ve şişmiş düşman cesetlerinin tarlalarda yüzdüğünü ve onların da çocuk olduklarından cesetlerin üzerlerine basarak bir tarladan öbürüne geçetiklerini anlattı. Bu noktanın neresi olduğunu sorduğumuzda Azmak yönünü göstererk yanındaki köylülere tarif etti. Köylülerden ikisi tarif edilen bölgeye bizi götürmeye gönüllü oldu.Hep birlikte arabaya atladık ve savaş zamanındada yamaçları siper olarak kullanılan kurumuş dere yataklarından ilerleyerek Çakal Ahmet'in tarif ettiği iki dere yatağının birleştiği noktaya geldik. Bulunduğumuz nokta 1919 da ki araştırmacı İngilizlerin çizmiş olduğu haritaya da uygundu. Bu noktayı GPS'imize işledik.Çevrede, diğer birlikllerden askerlerin tarif ettiklerine uyan küçük hasat evleri de vardı. Çevrede çok miktarda kurşun ve matara kalıntıları gibi şeyler vardı biraz daha vakit geçirsek ve çevreyi araştırsak kemik kalıntıları bile bulabileceğimize emindik. Elimizdeki Nigel Steel'in yazmış olduğu kitapta İngiiliz askerlerinin günlüklerinden bölümler vardı. Bir askerin günlüğünde şu notlar düşülmüştü:

" Öğleden sonra 4 sularında hücuma geçeceğimiz söylendi. Siperlerimizden çıktık ve kurşun yağmuru altında ilerlemeye başladık. Üzülerek bildiriyorumki bu hücum tam bir başarısızlıkla sonuçlandı.Çok kişi öldü Önümüzde tahminimizden daha çok Türk vardı. Önümüzde bizim çiftliğin tarlalarına benzeyen sadece daha küçük boyutlarda tarlalar ve küçük çiftlik evleri vardı. Tarlaların çevereleri yüksek duvarlarla çevriliydi ve hendekler kazılmıştı. Bu ,bizim küçük partilere bölünmemize sebep oldu ve çok zayiata mal oldu. Bütün bölükten sadece 384 kişi ve 4 subay kalmıştık. Diğerlerini nereye kaybolduğunu düşünmek bile istemiyordum. Hepsi ölmüş olamazdı herhalde bir kısmı esir alınmıştı. En son Alec ve ve Frank amcayı gördüğümde arkamdaki tarladaydılar. Türk makinalı tüfeği ateş kusuyordu, akşama kadar karşılıklı ateş ettik. Kendimi aniden Norfolk'tan 40 kişi ve 4 diğer bölükle birlite buldum. Saat 9 cıvarında Türkler sol cenaha geçtiler ve daha çok askerimizi öldürdüler, bir yandanda önümüzdeki tarlaları ateşe verdiler ve bizi geri püskürttüler. Ben, daha geride başka bir noktada sipere girdim. Türkler bu sefer sağımdan ilerlediler ve dahada geriye dönmek zorunda kaldık."

Olayın aslı şöyle gelişmiştir: Sandringham bölüğü, İngiltere Kıralının Sandringham malikanesinin müstahdeminden oluşan bir bölüktür. Hayatları boyunca kahyalık, bahçıvanlık, ahçılık yapmış sivil ruhlu bir takım hizmetkarın alelacele hazırlanıp cepheye sürülmesinin doğal sonucu olarak ve kendilerini krala yakın hizmet etmenin verdiği gururla acemice diğer bütün bölüklerden ayrı olarak öne atılıp Türk keskin nişancılarının tam ortasına düşmüş olmalarıdır. Olay 12 Ağustos günü Anafartalar savaşları sırasında cereyan etmiş ve bölük Türkler tarafından çok kısa süren bir çarpışma sonucu birkaç kişi hariç tümüyle imha edilmiş ve neticede olayın geçtiği yerdeki ormanlık alanda yangın çıkmıştır.

Daha sonra Kral, hizmetkarlarından oluşan bu birliğe ne olduğunu Ian Hamilton'a defalarca sormuş ve tatminkar bir cevap alamamıştır. Bu bölük hakkında zaman içinde buluta girip yokolma türünden efsanevi hikayeler üretilmiş, zamanın medyatik bir olayı haline gelmiştir.

Bizim içinde artık geç oluyordu onun için Motel Abideye dönüp soğuk biralarımızı yudumlamak hayaliyle dönüşe geçtik. Bu sefer daha değişik bir yoldan döndük, önce Anafartalar müdafaa hattındaki topları gördük daha sonra Eceabat yönüne gittik. Sahile ana yola çıktıktan ve sağa döner dönmez denize baktığınızda büyük bir makara vinç sistemi görürsünüz bu vinç ,savaş sırasında bizim İngiliz denizaltılarına karşı boğaza gerdiğimiz ağın vinçlerinden biridir. Bu vincin de resimlerini çektikten sonra otelimize döndük ve diğer arkadaşlara o günkiü bulgularımızı anlatarak sohpet ettik
 
Dtkn
Çırak
12 Ağustos 1915 günü bir bölük asker bir ormana girdi ve bu onların en son görüldüğü andı. Bölüğün ismi Sandingram ,kayboldukları yer Gelibolu yarımadasının Küçük Anafartalar köyü yakınlarıydı. Bu kaybolmanın bir UFO olayı ile ilgili bile olduğu hakkında iddialar ortaya atıldı. Şahitlerin anlattığına göre Bölüğün ormana girdiği sırada gökyüzünde 3 adet bulut görülmüş ve bunlardan biri ormana alçalmış ve daha sonra süratle göğe yükselerek kaybolmuştu.

1998 Temmuzunda ben ve Belçikalı arkadaşım Jul Snelders bu olayın geçtiği yeri bulmaya karar verdik . Ikimizde bu ilginç olayı yeterince araştırmıştık ve yeterli bilgiye sahiptik. GPS, haritalar ve kameralarla donanmış vaziyette jipe atlayıp Anafartalar ovasındaki Azmak mezarlığına doğru yola çıktık. 1919 yılında bölgeye gelen İngilizlerin araştırma yaptıklarını ve 122 adet İngiliz askerine ait cesetlerin kalıntılarını bulduklarını biliyorduk. Cesetlerin bulunduğu nokta Azmak mezarlığından Tekke tepeye doğru yaklaşık 1200 metre mesafede olmalıydı.. GPS'imizn yardımıyla mesafeyi ölçerek Doğuya doğru yönelmeye başladık. 500 metre yol katetmiştikki yaşlı bir köylüye rastladık. Kendisine bu konuda bir şey bilip bilmediğini sorduk.. Hiç bir fikri yoktu, ancak yörede bulunan her insanın olduğu gibi onunda anlatacak çok şeyi vardı. 1915 Ağustosunda ninesinin erkek kardeşi bulunduğumuz bölgede katırı ile giderken ağaca sırtını dayamış elinde tüfeği bulunan bir İngiliz askeri görmüş.Düşman askeri ona ateş etmemiş ve oda Küçük Anafartalar'a gidip bütün köy halkına gördüğünü anlatmış.Yaşlı köylünün anlattığına göre, ninesi ve bütün köy halkı derhal köyü terketmişler, hatta ninesi pişirmekte olduğu tavuğu bile ocakta bırakmış.Yaşlı köylü, İngiliz askerlerinin gentilmen olduğunu ve hiç bir zaman sivillere ateş etmediğini söyledi. Ayrıca daha fazla bilgi için Küçük Anafartalar köyünden Çakal Ahmet ile görüşmemizi sağlık verdi.Çakal Ahmet doksan küsür yaşındaymış ve savaş sırasında çocuk olmasına rağmen bu konularda hatıraları tazeymiş.
Köylü bizi ,Türk askerlerinin topluca gömülü olduğu başka bir mezara götürebileceğini söyledi. Onu da jipe aldık ve Kuzeye yöneldik. Kireç tepe eteklerinde bir çok devrilmiş mezar taşının bulunduğu bir alana geldik. Burası muhtemelen Ağustos savaşları sırasında şehit düşmüş türk askerlerinin alelacele gömülüp daha sonra unutuldukları bir mezarlıktı. Yarımadada buna benzer başka bir yerin daha olduğunu zannetmiyorum.Bir çok resim çektikten sonra köylüye teşekkür ettik ve Çakal Ahmet'i bulmak üzere Küçük Anafartalar 'a gittik. Köyün kahvesinde oturup çay ve muhabbet den sonra Çakal Ahmet'i sorduk, hemen gençlerden biri koşup kendidisini çağırmaya gitti. On dakikalık bir bekleyişten sonra Çakal Ahmet geldi ve kahvenin merkezi bir yerinde yerini aldı. Kendisinin elini öptükten sonra sorularımıza başladık. Çakal Ahmet , savaş sırasında bir düşman birliğinin yolunu şaşırarak kendi bölgelerini geçerek Türk bölgesine girdiklerini ve bizimkiler tarafından hepsinin öldürüldüğünü duyduğunu anlattı. Kendi tecrübesiyle konuyu bağladığı bir hikayesi vardı. O aylarda çok yağmur yağdığını ve şişmiş düşman cesetlerinin tarlalarda yüzdüğünü ve onların da çocuk olduklarından cesetlerin üzerlerine basarak bir tarladan öbürüne geçetiklerini anlattı. Bu noktanın neresi olduğunu sorduğumuzda Azmak yönünü göstererk yanındaki köylülere tarif etti. Köylülerden ikisi tarif edilen bölgeye bizi götürmeye gönüllü oldu.Hep birlikte arabaya atladık ve savaş zamanındada yamaçları siper olarak kullanılan kurumuş dere yataklarından ilerleyerek Çakal Ahmet'in tarif ettiği iki dere yatağının birleştiği noktaya geldik. Bulunduğumuz nokta 1919 da ki araştırmacı İngilizlerin çizmiş olduğu haritaya da uygundu. Bu noktayı GPS'imize işledik.Çevrede, diğer birlikllerden askerlerin tarif ettiklerine uyan küçük hasat evleri de vardı. Çevrede çok miktarda kurşun ve matara kalıntıları gibi şeyler vardı biraz daha vakit geçirsek ve çevreyi araştırsak kemik kalıntıları bile bulabileceğimize emindik. Elimizdeki Nigel Steel'in yazmış olduğu kitapta İngiiliz askerlerinin günlüklerinden bölümler vardı. Bir askerin günlüğünde şu notlar düşülmüştü:

" Öğleden sonra 4 sularında hücuma geçeceğimiz söylendi. Siperlerimizden çıktık ve kurşun yağmuru altında ilerlemeye başladık. Üzülerek bildiriyorumki bu hücum tam bir başarısızlıkla sonuçlandı.Çok kişi öldü Önümüzde tahminimizden daha çok Türk vardı. Önümüzde bizim çiftliğin tarlalarına benzeyen sadece daha küçük boyutlarda tarlalar ve küçük çiftlik evleri vardı. Tarlaların çevereleri yüksek duvarlarla çevriliydi ve hendekler kazılmıştı. Bu ,bizim küçük partilere bölünmemize sebep oldu ve çok zayiata mal oldu. Bütün bölükten sadece 384 kişi ve 4 subay kalmıştık. Diğerlerini nereye kaybolduğunu düşünmek bile istemiyordum. Hepsi ölmüş olamazdı herhalde bir kısmı esir alınmıştı. En son Alec ve ve Frank amcayı gördüğümde arkamdaki tarladaydılar. Türk makinalı tüfeği ateş kusuyordu, akşama kadar karşılıklı ateş ettik. Kendimi aniden Norfolk'tan 40 kişi ve 4 diğer bölükle birlite buldum. Saat 9 cıvarında Türkler sol cenaha geçtiler ve daha çok askerimizi öldürdüler, bir yandanda önümüzdeki tarlaları ateşe verdiler ve bizi geri püskürttüler. Ben, daha geride başka bir noktada sipere girdim. Türkler bu sefer sağımdan ilerlediler ve dahada geriye dönmek zorunda kaldık."

Olayın aslı şöyle gelişmiştir: Sandringham bölüğü, İngiltere Kıralının Sandringham malikanesinin müstahdeminden oluşan bir bölüktür. Hayatları boyunca kahyalık, bahçıvanlık, ahçılık yapmış sivil ruhlu bir takım hizmetkarın alelacele hazırlanıp cepheye sürülmesinin doğal sonucu olarak ve kendilerini krala yakın hizmet etmenin verdiği gururla acemice diğer bütün bölüklerden ayrı olarak öne atılıp Türk keskin nişancılarının tam ortasına düşmüş olmalarıdır. Olay 12 Ağustos günü Anafartalar savaşları sırasında cereyan etmiş ve bölük Türkler tarafından çok kısa süren bir çarpışma sonucu birkaç kişi hariç tümüyle imha edilmiş ve neticede olayın geçtiği yerdeki ormanlık alanda yangın çıkmıştır.

Daha sonra Kral, hizmetkarlarından oluşan bu birliğe ne olduğunu Ian Hamilton'a defalarca sormuş ve tatminkar bir cevap alamamıştır. Bu bölük hakkında zaman içinde buluta girip yokolma türünden efsanevi hikayeler üretilmiş, zamanın medyatik bir olayı haline gelmiştir.

Bizim içinde artık geç oluyordu onun için Motel Abideye dönüp soğuk biralarımızı yudumlamak hayaliyle dönüşe geçtik. Bu sefer daha değişik bir yoldan döndük, önce Anafartalar müdafaa hattındaki topları gördük daha sonra Eceabat yönüne gittik. Sahile ana yola çıktıktan ve sağa döner dönmez denize baktığınızda büyük bir makara vinç sistemi görürsünüz bu vinç ,savaş sırasında bizim İngiliz denizaltılarına karşı boğaza gerdiğimiz ağın vinçlerinden biridir. Bu vincin de resimlerini çektikten sonra otelimize döndük ve diğer arkadaşlara o günkiü bulgularımızı anlatarak sohpet ettik.
 
mr_mojo
Forum Kalfası
çok güzel paylaşım olmuş elleriniz dert görmesin...
bu arada benim şehrim en çok şehit veren şehirmiş gururlandım...
 
Dtkn
Çırak
90. Yilda Çanakkale Destani Sergİsİ

Çanakkale Savaşları’nın 90. yıldönümü anma etkinlikleri ile TBMM’nin kuruluşunun 85. yıldönümü ve Millî Egemenlik Yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen ''90. Yılda Çanakkale Destanı Sergisi”, 22 Şubat 2005 tarihinde TBMM Şeref Holü’nde açıldı.

Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği ile TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu işbirliğiyle hazırlanan serginin açılışına katılan Yeni Zelanda'nın Ankara Büyükelçisi Jan Henderson, Türkiye ile ülkesi arasında bir dostluk köprüsü olduğunu söyledi. TBMM Başkanı Bülent Arınç "Bu savaş geçmişten kaynaklanan husumet değil, tarihi çok iyi bilerek geleceğe çok iyi hazırlanmak ve insanımızın hafızasını sürekli diri tutmaktır" dedi.

Çanakkale Savaşı'na ait fotoğrafların yanısıra, savaşta kullanılan silah ve mermilerle istihkam malzemelerinden bazıları da sergide yer almıştır.

TBMM Başkanı Bülent Arınç, Çanakkale Şehitlerini Tanıtım ve Araştırma Derneği Başkanı Mahmut Altunaysu'ya bir plaket vermiş ve kendisini kutlamıştır.

Sergi açılışı dolayısıyla, sunucu Savaş Karakaş da bir sinevizyon gösterisi sunmuş ve Çanakkale Savaşı sırasında batırılan müttefik ve Türk savaş gemileri ile denizaltılarını anlatmıştır.
 
ReVeNGE
Banned
acılan bu konu gercekten son gunlerde forumda acılan sacma sapan konuların ıcınde en ıyısı en duygusalı
 
cikcik-38
Cool Üye
Arkadaşlar emeğinize teşekkür ederim,elleriniz dert görmesin,harika olmuş.Bu vesileyle tüm şehitlerimize Allah'tan sonsuz rahmet diliyorum.Bu arada Romanya'da şehit düşen ve bir türlü mezarını tespit edemediğimiz, büyük dayım Yunus'a da Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyorum.Allah cümle şehitlerimizi ve ebediyete intikal eden gazilerimizi; müjdelendikleri gibi cennetine kabul eder inşallah.
 
MuRaTTK
Co-Admin
Site Yetkilisi
Bunuda ben ekliyim

Çok etkilendiğim bir resim Çanakkale savaşında bir sabah....

 
Dtkn
Çırak
ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE BOZCAADA



28 Haziran 1914’te, Avusturya Veliahtı Ferdinand ve karısının Bosnasaray’da bir Sırp tarafından öldürülmesi, barut fıçısına dönmüş Avrupa’da savaşın çıkması için yeterli bir kıvılcımdı. Balkanlar'daki Osmanlı topraklarının bölüşümünde eski bir anlaşmazlık olan Bosna-Hersek’in Avusturya’ya mı yoksa Sırbistan’a mı ait olacağında düğümlenen sorun hiç vakit geçirmeden büyük devletleri bloklara ayırmış ve biribirlerine savaş ilan etmelerine neden olmuştu.



1912 yılında, Osmanlı başkentinde bazı girişimcilerin katkısıyla kurulan “Donanma Cemiyeti”, fakir-zengin halkın katkısıyla toplanan paralar, altın olarak İngiliz hükümetine peşin olarak yatırılmış ve İngiltere’ye büyük ve modern bir zırhlı olan Reşadiye ısmarlanmıştı. Brezilya’nın, aynı tersanede yaptırmakta olduğu bir zırhlıyı parası çıkışmadığından almaktan vazgeçmesiyle Reşadiye’ye ikinci bir gemi daha eklenmişti : Sultan Osman. Gemiler harpten önce bitmiş ve onları almaya Deniz Yüzbaşı Rauf (Orbay) komutasında Türk bahriyesi askerleri İngiltere’ye gönderilmişti. İngilizler, harbin başlamasıyla gemilere el koyduklarını ve vermeyeceklerini resmen bildirmişlerdi. Bu olay Türk kamuoyunda büyük bir öfke uyandırmıştı. Bu esnada Osmanlı Devleti, İngilizler'den kaçıp Çanakkale Boğazı'ndan Marmara Denizi'ne geçen iki Alman zırhlısı Göben ve Breslau'nun isimlerini Yavuz ve Midilli olarak değiştirip, gemilere Türk bayrağı çektirip, Alman askerlerin başlarına fes giydirerek, bu gemileri 80 milyon Alman markına satın aldığını ilan etmişti. Halkın gözünde, parasını ödedikleri gemilerine İngilizler tarafından el konulması ertesinde bu iki gemi gelmiş, herkesi kaybedileni bulmuşların sevincine boğmuştu.



Enver Paşa’nın izniyle 29 Ekim 1914 tarihinde Amiral Souchon komutasındaki 11 gemilik Osmanlı donanması Boğaz'ın hemen açığında karşılaştığı Rus savaş gemilerine ateş açmış, başta Odessa ve Sivastopol olmak üzere Rus limanlarını topa tutmuştu. 1 Kasım 1914'te, Kafkasya'daki Rus ordusu hududu geçerek kara savaşını başlattı. Aynı gün İngilizler, İzmir Limanı ve Kızıldeniz’de Akabe Limanı'nı topa tuttu. 3 Kasım 1915’te ise iki İngiliz ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı'ndaki Türk istihkamlarını bombardıman ettiler. 18 Mart 1915 tarihine kadar İngiliz ve Fransız donanmaları, Çanakkale Boğazı'nda bulunan tahkimatları ve tabyaları sürekli bombardıman ettiler. 18 Mart 1915’te yapılan deniz savaşlarında ise, İngiliz-Fransız ortak donanması büyük bir bozgunla geri çekilmiş, Osmanlı başkentini almak üzere sadece donanmanın gücü yetmeyeceği, kara savaşları ile birlikte donanmanın beraberce savaşması gerektiği fikri ortaya çıkmıştı. Bu arada Bozcaada’yı işgalleri altında tutan İngilz ve Fransızlar, Ayazma Tepesinde, Habbele Ovası'nda ve Habbele Tepesi'nde çeşitli büyüklüklerde üç adet havaalanı kurdular. 25 Nisan 1915’te Fransız askerlerinin Anadolu sahilindeki Beşige ve Kumkale'ye yaptıkları aldatma taaruzları, esas çıkartmanın yapılacağı Seddülbahir’i gölgelemek içindi. İngiliz, Fransız ve bu ülkelerin dominyonlarından oluşan çıkartma birlikleri Seddülbahir bölgesine yaptıkları taarruz harekatında Kirte ve Kerevizdere bölgesinde 13 Temmuz 1915 tarihine kadar süren savaş sonrasında siperlere gömülmüş ve onbinlerce ölü, yaralı, tutsak vermişlerdi. Bundan sonra savaş cephesi daha çok Arıburnu, Anafartalar ve Suvla bölgelerine kaymış, Seddülbahir’de bulunan ve Bozcaada’yı üs olarak kullanan Fransız askerleri dinlenmek, tedavi olmak, yiyecek içecek türünden kısıtlı da olsa alışveriş yapabilmek için sürekli Bozcaada’yı kullanır olmuşlardı. Kartpostal koleksiyonumuzda bulunan 195 kartın gönderim tarihleri bu dönemde başlamış, bu cephenin boşaltıldığı 9 Ocak 1916 tarihini biraz geçe sonlanmıştır. Çanakkale Savaşları'ndan üç yıl kadar sonra Birinci Dünya Savaşı, Bağlaşık Devletler'in galibiyetiyle sona erdi. 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması'nın üzerinden daha bir hafta bile geçmeden İngilizler, 6 Kasım 1918’de Çanakkale ve çevresini işgal ederek, kendilerine bir zamanlar kan kusturan merkez tahkimatındaki toplara ve tahkimata el koydular.



19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal liderliğndeki Türkler, 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması ile barışa kavuştular. Lozan Barış Antlaşması uyarınca 20 Eylül 1923 günü, Bozcaada Türkler tarafından teslim alınmıştır.
 
Dtkn
Çırak
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!
Çanakkale, Anadolu insanının, bu topraklar için yazdığı destansı varlık-yokluk mücâhedesinin ve kanıyla yazdığı hürriyet ve bağımsızlık türküsünün en hazin ve büyüleyici şaheserlerindendir. Çanakkale Mahşerinde, milletimizi tarihe gömmeye azmeden Haçlıların son kalıntılarına karşı, Osmanlı'nın verdiği dillere destan kıyâmı anlatmaya, kelimelerin gücü yetmez. Çanakkale Savaşı'nın en bâriz özelliklerinden bir diğeri de; Doğu ve Batı lemi'ni temsîlen, iki medeniyetin ve inancın; tarih içinde karşı karşıya geldikleri son büyük hesaplaşma olmasıdır. Batılıların, "Son Haçlı Seferi" adıyla tesmiye ettikleri bu savaşta yegâne gâyeleri; Haçlı Seferlerinden beridir kolladıkları; Müslüman Türk Milleti'nin Anadolu'daki varlığına ebediyen son verme emelini gerçekleştirebilmekti. Klasik "haçlı zihniyetinin" Çanakkale'deki tesiri hakkında, harbi tâkip eden Sunday Times Gazetesi'nin yayın müdürü E. Ashmead Bartlette, şu dehşetengiz tespitleri yapmıştır: "...Son Haçlı Seferi'nden beri ilk defâdır ki Batı, Doğuya yönelmiş bulunuyor.Hıristiyanlık âlemi, Fatih Sultan Mehmed'in 29 Mayıs 1453 meş'ûm tarihinde Bizans İmparatorluğuna indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor...


Diğer savaş meydanlarından alınıp buraya yığılan gemiler, sanki bir tek amaç için, belki de Hıristiyanlık âleminin Türklere karşı yapabileceği son Haçlı Seferi içindir... Halbuki bu sonuncusu ve en büyüğü olan Haçlılar, bir zamanlar Viyana kapılarından Kudüs'e kadar uzanmış olan eski Osmanlı İmparatorluğunun her bir köşesinde kemikleri dağılıp kalmış Orta Çağ şövalyelerinin öcünü alacaktır."

Müttefiklerin kibirleri
silahlarından da büyüktü!
İngilizler ve müttefikleri, Osmanlı Devleti'ni en zayıf ânında yakaladıklarına inanıyor ve Çanakkale'yi geçerek İstanbul'a girecekleri ve devleti dağıtacaklarına kesin gözüyle bakıyorlardı. Öyle ki, İngiltere Başvekili Lloyd George bunu, müttefiklerinin hissiyâtına tercüman olurcasına şu alaylı ifâdelerle ortaya koymuştu: "Türk Milleti sâdece birinci sınıf dövüşen bir kalabalıktır." Aynı küstahlığı, İngiliz Bahriye Nâzırı Winston Churchill ise şu sözlerle dile getirmişti: "Türkler mi? Bir elimizi arkamıza bağlar, diğer elimizle yener geçeriz o milleti!." Düşman gemileri işimizi yarım saatte bitirip turistik seyahat yapıyormuşçasına boğazı geçeceklerinden o kadar eminlerdi ki, beş çayı içmek ve piknik yapmak için birbirlerine söz bile vermişlerdi. Hattâ, İngilizler İstanbul'da kullanmak için, 10 şilinlik banknotlarının üzerine Osmanlıca "60 gümüş kuruş" yazarak, paralarını dâhi hazırlamışlardı. Birinci Dünya Savaşı'nda bizim gûyâ müttefîkimiz olan Almanlar bile, Çanakkale Savaşı'ndan Osmanlı namına çok ümitsiz görünüyorlardı. Onlara göre de, Îtilaf Devletlerinin boğazı geçip İstanbul'u ele geçirecekleri kaçınılmaz idi. Bu kadar kat'î düşünülmesinde, müttefiklerin askerî bakımdan ezici bir üstünlüğe sâhip olmasının caydırıcılığı elbette ki önemli bir faktördü. Ancak Churchill'in de söylediği gibi; "Çanakkale ele geçirilecek ve Osmanlı Devleti parçalanacak..." görüşünün altında yatan kararlılık asıl sebepti.

İman gücüne dayanan eşsiz müdâfaa
Ordumuzun en yeni topu üzerinde yapım yılı 1885 yazılıyken; düşman topları ise sayısız serî atışlar yaparak mevzîlerimizi dövüyor, âdetâ cehenneme çevirircesine kan kusturuyordu. Bu, öylesine uğursuz ve amansız bir taarruzdu ki, 259 günlük savaş süresince, metrekareye 6 bin mermi isâbet etmiş ve 231 gemi ve 1155 top; ağaçları, dağları ve taşları yangın yerine çevirmişti. O kadar ki, toplam kaybımız, yaralı, hasta ve şehit olmak üzere 252.300'ü bulmuştu. Aynı şekilde İngilizlerinki 205.000, Fransızlarınki ise 47.000 idi. Ne hazindir ki, top yetersizliğinden dolayı, hiç olmazsa aldatıcı olsun diye bâzı mevzîlere soba borusu yerleştirilmişti. Siperler için yeterli kum torbası ise hiç bulunamıyordu. Bâzen İstanbul'dan birkaç yüz torba getirildiğinde, bırakın kum torbası olarak kullanmayı; askerlerin harap elbiselerinin tâmirine ancak yetiyordu. Eldeki, yaklaşık 400 mayın da, Rusların Karadeniz'e döşeyip de akıntının sürüklemesiyle boğazın ağzına gelenlerden toplanabilenlerdi.
 
Dtkn
Çırak
Çanakkale Savaşları,1915

Çanakkale Savaşları,1915

İngiliz diplomasisindeki hatalar 2 Ağustos 1914’te Boğazların kontrolünü Almanlara sağlayan Türk-Alman anlaşmasının imzalanması ile sonuçlanmıştı. Boğazlar Marmara Denizi aracılığıyla Ege Denizi’nden Karadeniz’e ulaşan dar ve uzun su yollarıydı. Türkler Çanakkale Boğazına 3 Ağustos’tan itibaren mayın döşemeye başladılar, henüz işin başındayken İngilizler tarafından kovalanan ve 13 Ağustos’ta İstanbul’a ulaşan Goeben ve Breslau adlı Alman Savaş Gemilerinin komutanı Tümamiral Wilhelm Souchon 15 Ağustos 1914’te Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. 27 Eylül’de Çanakkale savunmasından sorumlu Türk Komutan mayın tarlalarının tamamlanması amacıyla Boğazı kapattı.
08ata.gif (113.8 KB)
asker.gif (73.8 KB)
ckaleanit.gif (16.4 KB)
ckaleanit2.gif (16.4 KB)
 
Dtkn
Çırak
Türkler boğazın iki yanında dış, orta ve iç kısımlardaki kalelerden oluşan kendi savunmalarını tanımlamak amacıyla “kale” kelimesini kullanıyorlardı. Gerçek ise biraz farklıydı, Tümamiral Souchon eksik eğitimli Türk topçularını çeşitli çap ve tipte, menzil tayini, ateş gözetleme ve kontrolü kötü modası geçmiş ekipmanların başında buldu. İsteği üzerine emrine, Koramiral Guido von Usedom komutasındaki dört yüz Alman deniz topçusu ve mayın uzmanından oluşan bir destek ulaştı. Bu personel Türkiye’nin görünürdeki tarafsızlığının bozulmaması için Kayzer II. Wilhelm’in onayıyla Türk ordusu emrine girdiler. Von Usedom'un Türk askeri ünvanı “Kıyı İstihkam ve Mayın Tarlaları Genel Müfettişi” idi. Çanakkale boğazının aktif komutası Von Usedom’a eşlik eden ve Türk askeri ünvanı “Sahil Topçusu Müfettişi” olan bir başka Alman Koramiral’ine verildi.

İlk bakışta gördükleri şey, Von Usedom’un Ekim 1914’te raporladığı gibi, bir tek esaslı çarpışmaya yetecek miktarda büyük çaplı mermilerin eksikliğiydi. Von Usedom Boğaz’ın savunmasında esas güvenilecek hususun mayın tarlaları olduğuna karar verdi. Türklerin başladığı mayınlama hareketini genişletti ve 343 adet mayından oluşan 10 hatlık bir savunma hattı kurdurdu. Mayın hatları boğazın en dar yerine kadar eşit mesafede 9 kilometrelik bir alana yayılmıştı. Mayınlar aralardaki kalelerdeki sabit ve hareketli toplarla korunmaktaydı.

İngiltere’de ise, Savaş Hükümeti Aralık ayında Çanakkale Boğazı’nı açacak bir harekata sadece deniz harekatı olması kaydıyla onay verdi. Bu kararı etkileyen bir çok faktör vardı. İlki, içlerinde Deniz Bakanı Winston Churchill’in de bulunduğu Hükümet üyeleri arasında halka karşı bir güvensizlik duygusu hakimdi, halk Fransa’daki siper savaşlarına katılmakta yeteri kadar atılım göstermemişti. İkincisi, Batı cephesindeki düğümü çözecek insan üstünlüğüne sahip Rusya’da savaştaki aksiliklere ilaveten savaş malzemesi eksikliği vardı. Diğer tarafta ise Rus buğdayına ihtiyaç duyan, açlık sınırına gelmiş İngiltere vardı. Son olarak ta, denizcilik faaliyetlerinde büyük sıkıntıya yol açan, 120 adet Müttefik ticaret gemisi Karadeniz’de kapana kısılması hususu vardı. Savaş Bakanı Feld Mareşal Horatio Kitchener, Boğazlara yapılacak başarılı bir deniz harekatının cephede bir savaş kazanmakla eşdeğer olacağını ve eğer gidişat istenildiği gibi olmazsa istenildiği an geri çekilinebileceğini ifade etti. Başbakan Herbert Asquith ise : “Birileri savaşın risklerini almalı…Boğazları zorlamak…tehlikeye attığımız şeylerden daha fazlasını elimizden kaçırmama imkanı sunmaktadır”.

3 Ocak 1915’te Churchill Amiral Sackville Carden’e Akdeniz’deki İngiliz-Fransız ortak savaş gücüne komuta edip etmeyeceğini sordu. Plan, Donanmayı dosdoğru boğaza sürüp, mayıntarlalarını koruyan kaleleri temizleyip Türk savunmasını imha etmekti. Amiral Carden sahil bombardımanı için ilave savaş gemileri aldı ancak toplam olarak eline verilen kaynaklar(gemi ve lojistik) azdı. Bu sırada Q44 borda numaralı Fransız Saphir denizaltısı 15/1/1915’te boğazda battı.

İngiliz donanması 19 Şubat 1915’te harekata başladı. Ancak kötü hava sebebiyle 5 günlük bir gecikmeden sonra 25 Şubat’ta dış kaleler susturuldu Ardından hava yedi günlük bir araya daha sebep oldu. 1 ve 2 Mart’ta İngiliz donanması orta kaleleri mayın hatlarına girmeden uzak mesafeden bombalamaya çalıştı. Kötü hava harekatı tekrar durdurmadan önce 3 Mart’ta Amiral Carden mühimmatın beklenenden fazla harcanmasından ve deniz uçaklarının hedefleri tespitteki yetersizliklerinden oldukça şikayet etmekteydi. 9 Mart’ta Churchill’e harekatın mayınları temizlemeye yoğunlaşmak olduğunu bildirdi. Mayınlar tamamen temizlenmeden savaş gemileri içerideki kaleleri imha edecek mesafeye sokulmadan, uzun mesafeli atışlar etkisiz kalmaktaydı.

Müttefik donanmanın mayın tarama gemileri sivil balıkçıların kullandığı İngiliz Trol teknelerinden ibaretti. Troller çift halinde birbirinden beş yüz yarda mesafede, 2.5 inçlik bir tel ile tarama yapmaktalardı, telin derinliğini düzenlemek için bir tonluk, 3,5 metrelik bir “uçurtma” kullanıyorlardı. Personelin koruması için gemilere çelik kaplama takılmıştı. Hareketli bataryalardan açılan ateş sebebiyle hafif hasara uğrayıp sürekli çekilmek zorunda kalan İngiliz mayın taraması 1 ila 14 Mart tarihleri arasındaki sekiz gece etkisiz kaldı. İngiltere civarındaki mayınların temizlenmesinde başarılı olmuş bu balıkçılar, ateş altında, geceleri Çanakkale’de iyi çalışamaz olmuşlardı. Mayın taramadaki başarısızlık Amiral Carden’i orta ve iç kaleleri susturmak ve mayın hatlarını temizlemek amacıyla gündüz hareketini başlatmaya sevk etti. Emir, 17 Mart’ta Amiral Carden’in hastalığı sebebiyle Filonun İkinci Komutanı Amiral De Robeck tarafından uygulamaya konuldu.

Harekat 18 Mart 1915 saat 11.30’da başladı. Savaş gemileri kaleleri susturdu ve saat 16.00 civarı Troller mayın taramaya başlamak üzere ileri yöneldiler, sadece susturulmamış hareketli bataryaların ateşi tekrar başlayınca çekildiler. Akşamüstü İngiliz ve Fransızlar dört mayına ikisi top mermisi tarafından olmak üzere altı savaş gemisi kaybettiler. İngilizler mayın hasarının hazırlıksız oldukları yüzen mayınlar tarafından meydana geldiğini düşündüler, ancak gerçekte yeni ve tespit edemedikleri bir mayın hattına girmişlerdi. Bir Türk Yarbay Mayın uzmanı bu alanı önceki bombardımanlarda savaş gemilerinin manevra alanı olarak kullandıklarını tespit etmiş ve ufak Nusret şilebiyle 8 Mart gecesi İngiliz karakol gemisinin kötü hava sebebiyle yerini terketmesini fırsat bilip yirmi adet mayın döşemişti.
 
Üst