Çanakkale Savaşları

Dtkn
Çırak
Kireç Tepe savaşında takviye birlikleri getirmek için cephe gerisinde at üzerindedir. Geçebilecekleri tek yol, denizle sırt arasında, düşman filosunun ateşine açıktır. Askerler bu boğaza gelince dururlar. Mustafa Kemal'e, 'Düşman ölüm saçıyor, kuş bile geçirmiyor,' derler. O hemen, 'Böyle geçebilirsiniz,' diyerek kurmay başkanı ve yaveriyle ileri doğru atılır ve ötekilere de peşinden gelmelerini emreder. Askerler tek sıra halinde onun peşinden koşarlar ve çok kayıp vermekle beraber, mevzii yeniden ele geçirirler.

Kendisinin her an canını vermeye hazır oluşu, emrindekileri de öyle davranmaya zorluyordu. Bu da onu büsbütün efsaneleştiriyordu. Birkaç gün sonra Anafartalar'ın iki tepesini almak için yapılan bir çarpışma sırasında, yedek piyade kuvvetlerinin yetişebilmesi için biraz zaman kazanmak gerekmişti. Mustafa Kemal, Fransız atlılarının Asya kıyısında, piyadelerinin ilerleyişini korumak için, ölüme gittiklerini bile bile şövalyelere yakışır bir saldırıya giriştiklerini duymuştu. Bunu hatırladı ve sert bir kararla, aynı şeyi tekrarlayarak, atlıların komutanına saldırı emri verdi. Komutan önce, 'Başüstüne' dedi, sonra bir duraklama geçirdi. Mustafa Kemal onu geri çağırdı: 'Ne dediğimi anladınız, değil mi?'

'Evet, efendim. Ölmemizi emrettiniz.'

Atlılardan çoğu öldü. Ama onların saldırısı, düşman akınını geciktirmiş ve böylece o önemli zirvenin kurtulmasını sağlamıştı.

Anafartalar'daki bu son, kanlı çarpışmalar, aslında Gelibolu seferinin son çalkantılarıydı. Conkbayırı'nın Türklere geçmesinden hemen bir hafta sonra Sir lan Hamilton telgrafla Kitchener'e başarısızlıklarını bildirmişti. Türkler şimdi sadece sayıca değil, moral bakımından da üstünlük kazanmışlardı. Artık sürprizden de yararlanamayacak olan Hamilton'un saldırıya tekrar başlayabilmesi için yeniden yüz bine yakın asker getirmesi gerekmekteydi. Hamilton, raporunu: 'Karşımızdaki ordu, kahramanca dövüşen ve mükemmel yönetilen gerçek Türk ordusudur,' diye bitiriyordu.

İngilizler iki kez 'sürpriz' silahını kullanmaya kalkışmışlar, ancak arazinin sarplığı, planlarının yanlışlığı ve komutanlarının kararsızlığı yüzünden başarısızlığa uğramışlardı. Üstelik, önceden hor gördükleri Türkler, bu silahı kendilerine karşı çevirmişlerdi. İngilizleri şaşırtan ilk şey, savaşın tam canalıcı anında ve yerinde, askerlikteki ustalığı kendilerine yalnız eşit değil, üstün bile olan bir Türk komutanının ortaya çıkışıydı. İkinci sürpriz de, asıl Türk askeri olmuştu. Mustafa Kemal strateji bilgisinin temellerini kavradığı kadar askerlerinin ruhunu da anlamıştı. Türk psikolojisini ve Türk'ün bir kere başındakilere güvenip de kanı kızıştıktan sonra, nasıl azimle, kıyasıya dövüşebileceğim biliyor, bundan yararlanmayı da iyi başarıyordu. Böylece, Mustafa Kemal'le, Mehmetçik biraraya gelerek Gelibolu yarımadasını kurtarmışlardı. İngiliz resmi tarihçisinin deyişiyle: 'Tek bir tümen komutanının üç ayrı seferde kazandığı başarıların, sadece bir savaşın gidişi üzerinde değil, bütün bir seferin akıbeti ve hattâ bir milletin kaderi üzerinde bu derece derin bir etki bırakması, tarihte eşi çok az görülmüş bir olaydır.'

Mustafa Kemal sonradan Conkbayırı ve Anafartalar çarpışmalarını tarihin en çetin savaş alanları olarak niteledi. Yıllar sonra Çanakkale'deki savaş alanlarını gezerken söylediği sözde hiç yapmacık yoktur. Yanmdakilerden biri buraya neden büyük bir anıt dikilmediğini sorduğu zaman, 'En büyük anıt Mehmetçiğin kendisidir,' diye cevap verdi. 'Bu yerlerin Türkiye sınırları içinde kalması onun sayesindedir.'

Mustafa Kemal şimdi artık dinlenip kendine bakabilirdi. Savaş sırasında bile rahatını sağlamasını bildiği için, çadırından çıkarak ağaç kütüklerinden yapılma rahat bir kulübeye yerleşti. İstanbul'dan gelen bir heyetin üyeleri burasını, 'savaşmak için değil de, huzur içinde denizi seyretmek için yapılmış' bir yere benzettiler, derli topluluğun ve kendilerine sunulan dört türlü yemeğin karşısında şaşınp kaldılar.

Alman bir dostu (2) sıtmanın Mustafa Kemal'i çok zayıf düşürmüş olduğunu gördü ve onun çökmüş hali karşısında dehşete düştü. Ama, Mustafa Kemal'in kafası her zamanki gibi işliyordu. Arkadaşıyla hemen askerlik konularında konuşmaya başladı. Kazanmış olduğu zaferin kesinliğine inanmak kendi kendini aldatmak olurdu. Deniz kuvvetlerinin canalıcı önemine hâlâ eskisi gibi inanıyordu. 'Karada kıstırılmış durumdayız, tıpkı Ruslar gibi, diyordu. Boğazları ve Çanakkale'yi tıkamakla Rusları Karadeniz'in içine kapamış oldum ve eninde sonunda çökmeye mahkûm ettim. Çünkü böylece müttefikleriyle bağlarını kesmiş oldum. Ama biz de çökmeye mahkûmuz, hem de aynı nedenden. Gerçi Akdeniz'in, Kızıldeniz'in ve Hint Okyanusu'nun eteklerindeyiz ama herhangi bir okyanusa açılamıyoruz. Deniz kuvvetinden yoksun bir kara kuvveti olarak yarımadamızı, kara kuvvetlerini çekinmeden getirebilecek olan bir deniz kuvvetine karşı hiçbir zaman savunamayız.'

Aylar geçtikçe savaş durgunlaştı ve yeniden siper çarpışmasına döndü. Mustafa Kemal düşmanın yarımadayı boşaltmaya hazırlandığına inanmaya başlamıştı. Buna fırsat vermeden onu yok etmek için son bir Türk saldırısının tam zamanıdır, diyordu. Ama, yine üstlerine söz dinletemedi. Saldırı için istediği izin, 'Harcanacak kuvvetimiz, hattâ bir tek erimiz bile yok,' diye geri çevrildi. Bunun üzerine, Mustafa Kemal yarımadadaki görevinden alınmasını istedi; von Sanders de onu başka bir göreve atamayı kabul etti. Zaten sağlık durumu kötüleşmişti; cephede kalacak hali yoktu. Burada yapabileceği bir iş de kalmamıştı.

Bu arada Selanik'ten arkadaşı Tevfik Rüştü, doktor olarak Gelibolu'ya gelmişti. Mustafa Kemal o anda aldığı bir kararla, 'Ben de seninle beraber İstanbul'a geleceğim,' dedi. Çoktandır aylık almadığı için bir sürü parası birikmişti. Bunu birlikte harcayacaklardı. Mustafa Kemal böylece Gelibolu yarımadasından ayrıldı.

Başkente varışından on gün sonra Müttefik Kuvvetlerin belli etmeden ve hiçbir kayıp vermeden yarımadadan çekilip gitmiş olduklanm haber aldı. Sonuna kadar, her dediğinde haklı çıkmıştı.

1 Sonradan Türk hükümeti, saati bir müzeye koymak üzere Almanya'dan geri almak istediği zaman, Alman hükümeti, saatin çalınmış olduğunu bildirdi.
2 Ernst Jaeckh.
 
Dtkn
Çırak
On Bİrİncİ BolÜm

Gelibolu Çıkarmaları
MUSTAFA KEMAL, Gelibolu bölgesini, Balkan Savaşı sırasında Bulgarlara karşı yürütmüş olduğu harekâttan tanıyordu. Karargâhı, o zaman da, şimdiki gibi Maydos'daydı. O zaman yarımadanın savunulmasına dair kesin görüşler edinmişti. Bunlar öteki kurmayların düşünceleriyle çelişiyordu. Onlar kıyıda yeterli bir tel örgü tahkimatı yapmakla düşman çıkarmasının önlenebileceğini, Mustafa Kemal, tersine, denizden topçu ateşiyle desteklenen herhangi bir düşmanın, karaya çıkabileceğini ve savunmanın görevinin bundan sonra içerideki mevzilerinden hareketle düşmanı püskürtmekten ibaret olduğunu ileri sürüyordu.

Bir gün, deniz subayı olarak, aynı görüşü savunan Rauf la tartışırken, kendini düşman yerine koyarak: 'Siz istediğiniz kadar tel örgü tahkimatı yapın,' demişti, 'ben bunları kolaylıkla yarıp karaya çıkabilirim. Ve eğer karada benim ilerlememi durduracak üstün bir kuvvede karşılaşmazsam, yarımadayı pekâlâ işgal edebilirim.' Mustafa Kemal, bu askerlik dersini Batı Trablus seferi sırasında, İtalyanlar deniz topçusunun ateşine sığınarak karaya çıktıkları ve Türklerin kıyı savunmasını olanaksız hale getirdikleri zanan öğrenmişti. Böylece denizden yapılan bombardımanların taktik yönünden etkisini anlamış bulunuyordu. Oysa, öteki Türk kurmayları deniz—kara işbirliği konusuna yabancı oldukları için bu dersi şimdi ilk olarak, acı denemelerle öğreneceklerdi.

Alman komutanlığı da, Mustafa Kemal gibi, Türk savunmasının, yarımadanın belkemiği demek olan yalçın tepeleri tutmak prensibine dayanması gerektiğini düşünüyordu. Düşmanı, karaya çıktıktan sonra, bu tepelere saldırmak zorunda bırakacaklardı. Emrindeki altı tümenin, kıyı boyuna küçük birlikler halinde serpildiğini gören Liman von Sanders, onları içerde daha yoğun ve büyük gruplar halinde topladı. Kıyıda ise, gayet küçük bir örtücü kuvvet bıraktı. Ama, asıl sorun, düşmanın nereden çıkarma yapacağını kestirmekteydi. Mustafa Kemal, araziyi yakından tanıdığı için, bunun iki bellibaşlı noktadan yapılacağına inanmıştı: Birincisi, yarımadanın güney ucundaki Helles Burnu (Seddülbahir) ki, düşman burada deniz topçusuyla iki yandaki kıyıyı kontrol edebilir, ikincisi de batı kıyısındaki Kaba Tepe, ki boğazın doğu kıyısına en kolay buradan inebilirdi.

Ancak, Liman von Sanders'in tahminleri bambaşkaydı. Onun düşüncesinde çıkarma iki noktadan yapılabilirdi: Biri, Çanakkale Boğazı'nın Asya kıyıları, ki elindeki tümenlerin ikisini bu düşünceyle Truva dolaylarına gönderdi; biri de kuzeydeki dar Bolayır geçidi, ki buraya da iki tümen ayırdı. Elinde kalan iki tümenden birini, Helles Burnu'na yolladı. Doğrudan doğruya kendi denetiminde olan, fakat gerçekte Mustafa Kemal'in komutasında bulunan sonuncusunu, yani On Dokuzuncu Tümeni, yedek kuvvet olarak Maydos yakınlarında bıraktı. Bu tümen, saldırının geleceği yöne göre, kuzeye, güneye ya da batıya gönderilmek üzere hazır tutulacaktı. Mustafa Kemal kendine verilen rolden memnun kaldı ve karargâh olarak boğazın kuzeyine düşen ve her iki kıyıya da yakın olan küçük Boğalı köyünü seçti. Buraya yerleşerek, çıkarmayı beklemeye ve tepelerin savunması için hazırlanmaya başladı.

25 Nisan sabahı, düşman kuvvetleri, Mustafa Kemal'in önceden tahmin etmiş olduğu iki kumluğa çıkarma yapmaya başladılar: İngilizler Helles Burnu'ndan, Avustralyalılarla Yeni Zelandalılar da Kaba Tepe'nin kuzeyinden. Aynı zamanda iki oyalama manevrasına da girişildi: Fransızlar Asya yakasına baskın yaparken, Kraliyet Bahriye Tümeni de Bolayır'da bir gösteriye kalkışıyordu. Von Sanders, bu ikinci oyalama manevrasına kandı. İtilâf Devletleri kuvvetlerinin, yarımadayı en dar yerinden keserek ordusunu çevirmek istediklerini sandı. Bu yüzden tümenlerden birini kuzeye, Bolayır'a gönderdi. Kendi de maiyetiyle birlikte oraya gitti. Böylelikle kuvvetlerini asıl savaş yerinden uzaklaştırmış oldu. Sonradan, kolordu komutanı Esat Paşa'yı güneyden gelebilecek saldırıyı karşılamaya gönderdiyse de, takviyesiz bıraktı. Oysa, az sonra Esat Paşa'nın buna çok ihtiyacı olacaktı.
 
Dtkn
Çırak
Beri yandan Mustafa Kemal, o sabah Boğalı'da deniz toplarının sesiyle uyandığı zaman, kendini savaşın tam ağırlık noktasında buldu. Top sesleri, Sarıbayır sırtlarının ardından geliyordu. Sanbayır, batı kıyısına paralel uzanan, üç noktada üçer yüz metrelik zirveler halinde yükselen ve sonra uçurumlar ve sarp kayalıklarla dolu küçük tepeler şeklinde denize inen bir silsileydi. Mustafa Kemal hemen durumun keşfi için doğu sırtından yukarıya, kuzeydeki Kocaçimen Tepe'ye doğru bir süvari bölüğü gönderdi. Az sonra dağın batı bayırından yukarı, güneydeki Conkbayır zirvesine doğru 'küçük bir düşman kuvveti'nin ilerlemekte olduğuna dair bir rapor aldı. Komşu tümen de bu düşman kuvvetinin önlenmesi için bir tabur gönderilmesini istiyordu.

Mustafa Kemal durumu hemen kavramıştı. Bu gelen 'küçük bir düşman kuvveti' filân değildi. Büyük çapta bir düşman saldırısı karşısındaydılar. Askerî durumların özünü hemen kavrayabilen Mustafa Kemal, Sarıbayır sırtlarının ve özellikle Conkbayın tepesinin şimdi bütün Türk savunmasının kilit noktasını teşkil ettiğini anladı. Düşman burayı ele geçirirse, yarımadanın, her tarafına hâkim olmuş sayılırdı. Tek bir taburun Conkbayırı'nı tutabilmesine olanak yoktu. Bunun için bütün tümen gerekliydi. Mustafa Kemal derhal sorumluluğu üzerine alarak tümen komutanlığı yetkisini aşan bir emir verdi; alaylarının en iyisi olan Elli Yedinci Alay, bir dağ bataryasıyla birlikte Kocaçimen Tepe'ye gidecekti. Bir rastlantı olarak, Elli Yedinci Alay o gün yapılması kararlaştırılan bir manevra için toplanmış bulunuyordu. Mustafa Kemal aldığı kararı karargâha bildirdikten sonra, yanına yaverini ve doktorunu alarak ilerleyişini yönetmek ve hızlandırmak için, atını alay karargâhına sürdü.

Mustafa Kemal cüretli bir karar vermişti. Düşmanın kuvveti üzerinde açık bir bilgisi bile yokken, asıl saldın karşısında bulunduklarını ancak içgüdüsüyle anlayarak, von Sanders'in yedek ordusunun büyük kısmını savaşa sokmuştu. Yanılsaydı -eğer düşman asıl çıkarmaya başka taraftan girişseydi- karşısında yalnızca tek bir Türk alayı bulacaktı. Ama Mustafa Kemal yanılmamıştı. Kendine olan sonsuz güveniyle de, yanılmadığını biliyordu.

Avustralyalılarla Yeni Zelandalılar ise kendilerinin tasarlamış olduğu ve Türklerin de beklediği gibi Kaba Tepe'ye değil, bir buçuk kilometre kadar kuzeyde, daha sarp bir yer olan Arıburnu'na çıkabilmişlerdi. (Burası sonradan Anzak Koyu olarak adlandırılacaktır.) Türkler hazırlıksız oldukları için, Anzaklar arazinin oldukça çetin olan engellerine rağmen, ancak zayıf bir direnmeyle karşılaşarak, dağın batı yamaçlarına doğru ilerlemeye başladılar.

Doğudaki yamaçlarda, Mustafa Kemal ve yanındaki alay subaylarıyla erler, kaya parçalarıyla dolu, kurumuş su yataklarının ortasından geçen ve ilk çalılıklar arasında yükselen yılankavi patikayı güçlükle izliyorlardı. Öncü çıkarılan iki rehber, asıl birlikte bağlantıyı kaybetmişlerdi. En sonunda Mustafa Kemal, kendisi, bir bölüğün başında atını ileri sürerek, pusula ve harita yardımıyla yolu buldu. Kocaçimen Tepe'den aşağı bakınca ışıltılı denizin üzerine serpilmiş duran düşman gemilerini gördü. Ama aşağıdaki tepeler ilerleyişi görmesine engel oluyordu. Erlerin dik bayırı tırmanmaktan yorulmuş olduklarını görerek, subaylara, on dakikalık bir mola vermelerini emretti. Sonra kendisi, yanında maiyetinden birkaç kişiyle birlikte Conkbayırı'na doğru yol aldı. Önce at üstünde gidiyorlardı, fakat arazi çok engebeli olduğu için indiler ve yollarına yaya olarak devam ettiler. Tepeye yaklaştıkları sırada, sırttan aşağı koşarak inen tam ricat halinde bir bölük askerle karşılaştılar. Bu, düşman çıkarmasını gözetlemek için gönderilmiş ileri karakol birliğiydi ve üç saattir düşmana karşı koymakta olan tek kuvvetti.

Mustafa Kemal onları durdurarak, 'Ne oluyor?' diye sordu. 'Neden kaçıyorsunuz?'

'Geliyorlar! geliyorlar' cevabını aldı.

'Kim geliyor?'

'Düşman geliyor, efendim. İngiliz, İngiliz.'

Askerler, yamacın altında fundalık bir arazi parçasını gösterdiler. Bir dizi Avustralyalı burada serbestçe ilerliyordu. Mustafa Kemal'e, dinlensinler diye geride bırakmış olduğu kendi askerlerinden daha yakındılar. O anda, sonradan söylediği gibi 'belki mantıkla, belki de içgüdüsüyle,' ricat eden askerlere: 'Düşmandan kaçılmaz!' dedi.

Erler, 'Cephanemiz kalmadı,' diye itiraz ettiler.

Mustafa Kemal, 'Süngüleriniz var ya!' dedi. Süngü takıp yere yatmalarını emretti. Geriye bir subay göndererek kendi piyade erleriyle, mümkün olduğu kadar çok sayıda dağ topçusunun son hızla gelmesini söyledi. Arkadan, kendi anlattığı gibi, 'Bizimkiler yere yatınca düşman da yere yattı. Böylece bir anlık bir zaman kazanmış olduk.'

Bu bir anlık zamanda Anzakların geçirdikleri duraksama belki de yarımadanın kaderini tayin etti. Onların bu duraksaması sırasında Elli Yedinci Alay yaklaşmaktaydı. Mustafa Kemal alayı doğruca savaşa sürdü. Kendisi atıyla en önde gidiyor ve askerleri sarsılmaz bir enerjiyle sırtın yukarısına gönderiyordu. Dağ bataryalarını sırta yerleştirirken topların yerlerine konmasına yardım etti. Harekâtı, kendi güvenliğine hiç önem vermeden, ufuk çizgisinin üstünde yönetiyordu. Verdiği bir günlük emirde: 'Size ben taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum... Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir...' diyordu. Gerçekten de o çarpışmanın sonunda Elli Yedinci Alayın hemen hemen bütün erleri ölmüş bulunuyordu. Düşman tüfeklerinin açtığı ateş perdesi arasından, durmadan hücum ederek, Türk ordusunun tarihinde ölmezliğe eriştiler.

Ancak, Türklerin açtığı ateş de bunun kadar öldürücüydü. Anzaklar ne zaman bir sırtın ardından görünecek olsalar bu ateşle karşılaşarak durmak zorunda kalıyorlardı. Dağ bataryası da bir yandan onları korkunç bir şarapnel yağmuruna tutuyor, dağılmak, bodur çalıların arasına saklanmak zorunda bırakıyordu. Ateşe karşılık verecek durumda değillerdi. Çünkü topları henüz işlemeye başlamamıştı; deniz bataryaları bile bu kadar karışık bir cephede kendi askerlerinin üzerine ateş yağdırmaktan çekinerek susuyorlardı. Göğüs göğüse karşılaşmalar ve mevzi değiştirmelerle savaş o kadar karışık duruma gelmişti ki, gerek Türkler, gerekse Anzaklar dört bir yandan yağan kurşun yağmuru altında kimin dost, kimin düşman olduğunu kestiremez olmuşlardı. Bu arada Mustafa Kemal yine yetkisi olmadan bir emir verdi ve Arap askerlerinden kurulu bu ikinci alayı, birincisini takviye için, ateş hattına sürdü. Sonra atına atlayarak Maydos'taki karargâha döndü ve Esat Paşa'ya durumu anlatarak eldeki bütün mevcutla saldırıya geçmenin gerekli olduğunu bildirdi. Esat Paşa, onun görüş ve davranışlarını yerinde bularak On Dokuzuncu Tümenin geri kalan son alayını da emrine verdi ve böylece bütün Sarıbayır cephesi Mustafa Kemal'in komutası altına girdi.
 
Dtkn
Çırak
Öğleden sonra Anzaklar gerilemeye başladılar; ama Mustafa Kemal'in istediği gibi denize kadar değil, sadece sabahleyin kıyıda işgal etmiş oldukları çıkıntılara ve tepelere kadar. Gece olunca savaş biraz yatıştı. Ancak, resmî tarih yazarının dediği gibi, 'O gece, bu sarp bayırlarda kimsenin gözüne uyku girmedi. İki taraf da yorgunluktan halsiz düşmüş, dağılmış, parçalanmıştı. Herhangi bir ilerleme kaydetmelerine olanak yoktu. Ancak, savaş gürültüleri dinmiyordu. İstilâya kalkanlar da, uğrayanlar da, yönlerini sadece düşman tüfeklerinden çıkan parıltıya göre ayarlayarak, ateşi aralıksız olarak sürdürdüler.'

Mustafa Kemal de o geceyi uykusuz geçirdi. At üstünde bütün cepheyi dolaşıp bilgi edinmeye çalıştı, ertesi gün için emirler verdi. Bu sırada düşman da gece karanlığından yararlanarak kıyıya takviye birlikleri çıkarıyordu. Ancak, alışık olmadıkları şarapnel ateşi, arazinin önceden kestirememiş oldukları sarplığı ve birliklerin dağılarak başsız kalan yüzlerce erin kıyıya doğru kaçması Anzaklarn moralini bozmuştu.

Gece yarısına doğru, İngiliz Başkomutanı Sir lan Hamilton'u Queen Elizabeth gemisinde uykudan kaldırarak, kendisine Anzak komutanı General Birdwood'un bir mesajını verdiler. Komutan yenilgiyi kabul ediyor ve hemen tahliyeye girişilmesini öneriyordu. Hamilton, Birdwood'a acele cevap yazarak her ne pahasına olursa olsun dayanmasını söyledi. Güneydeki kuvvetler Helles (Seddülbahir) çevresinde bir köprübaşı tutmuş bulunuyorlardı. Ertesi gün harekete geçerek Arıburnu üzerindeki baskıyı hafifleteceklerdi. Sonunda, 'İşin zor kısmını atlattınız, şimdi tek yapacağınız şey, selâmete erinceye kadar kazmak, kazmak, kazmaktır.' diye ekledi. Sonradan hatıra defterine, 'Maraton bozgununda kumsalda koyunlar gibi boğazlanmış olan Perslerin durumuna düşmektense, düşman toprağında kahramancasına ölmek daha iyidir,' diye yazdı. İşte o ölüm kalım gününde Türk kuvvetlerinin başında Mustafa Kemal'in bulunması, bu sonucun elde edilmesini sağlamıştı.

Avustralyalılar kendilerini biraz toparlayarak siper kazmaya başladılar. Kazma, kürek sesleri tepeden duyuluyordu. Mustafa Kemal o sabah savunma durumunda kaldı. Savaşın başında ağır kayıplar vermişti. Hem aslında tehlikenin bu sefer güneydeki Seddülbahir'den geleceğini ve bütün yedek kuvvetlerin orada kullanılması gerekeceğini biliyordu. Ancak Bolayir'den takviye geldikten sonra yeniden saldırıya geçti. Düşman bu sefer denizden ve karadan kuvvetli şarapnel ateşiyle cevap veriyordu. Harekâtı gemisinden izleyen Hamilton, sonradan Gelibolu Hatıraları'nda şunları yazacaktı:

İndirdiğimiz onca vahşi darbeye rağmen, gebe dağlar hâlâ Türk doğurmaktaydı. Yer yer ilerleyen çizgiler; yeşil çimenlerin üzerinde kımıldayan noktalar; Sarıbayır sırtında, yara izine benzeyen geniş bir kırmızı toprak üzerinde birbirini izleyen noktalar... işte yeni bir nokta dizisi... ve yine bir tane daha... Yaklaşıyor, gözden kayboluyor, yine ortaya çıkıyorlar... mevziinizin en yüksek ve en orta yerine, birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar. Büyük topların gümbürtüsünün yanışına, makinelilerin ve tüfeklerin takırdısı duyuluyor - gökgürültüleri arasında bir limonluğun damına inen dolunun çıkardığı sesler gibi... Sonra ateş hafifledi... Saldırı püskürtülmüştü. Bizimkiler oldukları yerde tutunabilmişlerdi. Yeşil çimenliklerin üzerinden geriye az, çok az nokta döndü. Ötekiler, karanlıklar âlemine göçmüşlerdi.

Mustafa Kemal'in elinde kalan erler yorgunluktan bitkin haldeydiler. Yeni gelenler ise araziyi tanımıyorlardı. Deniz toplarının ateşi hepsinin gözünü yüdırmıştı. Mustafa Kemal, elindeki kuvveti harcamış, ama düşmanı, deniz kıyısında dar ve sınırlı bir toprak parçasına kadar sürmüştü. Burası, çevresi zor savunulabilecek bir yerdi ve ancak hem değişik rüzgârlara, hem de düşman ateşine açık olan bir kumsaldan beslenebiliyordu. Üstelik, Türklerin gerçek ve psikolojik üstünlüğü altındaydı. Çünkü Türkler, düşmana görünmeden onu görebilecek durumdaydılar. Mustafa Kemal, yarımadanın kilit noktası olarak gördüğü tepeleri tutabilmişti. İstilânın nereden başlayacağını önceden kestirerek daha ilk anlarında; kesin görüş ve sezişi, yerinde kararları ve önderlikteki azmi sayesinde Türkleri, düşmana İstanbul yolunun açılmasıyla sonuçlanabilecek olan bir yenilgiden kurtarmıştı.

Anzaklar gibi, şimdi Türkler de siper kazmaya başladılar. İki tarafın da düşmanı gafil avlamaya dayanan ilk hızı kesilmişti. Ama, Mustafa Kemal 30 Nisanda yaptığı küçük çapta bir saldırının arkasından, düşmanın karaya yeniden kuvvet çıkarmasına meydan bırakmadan, üçüncü bir karşı saldırıya geçmeye karar verdi. Erlerin moralini ve subayların komuta gücünü yüksek tutmak gerektiğini biliyordu. Şimdi Kemalyeri denilen mevkide, subayları çevresine topladı. Çadırın içinde, yere bağdaş kurup oturdular ve ellerindeki defterlere not aldılar. Mustafa Kemal, 'Karşımızdaki düşmanı hepimizin ölümü pahasına da olsa denize dökmek zorundayız,' dedi. 'Düşmana kıyasla durumumuz zayıf değildir. Düşmanın maneviyatı tamamen kırılmıştır. Sığınacak bir yer bulmak için durmadan siper kazmaktadır. Siperinin yanına birkaç mermi düşer düşmez nasıl kaçtıklarını gördünüz... Şuna inanıyorum ki, komutamız altındaki birliklerde, Balkanlar'daki felâketimizin tekrarını görmektense ölmeye razı olmayacak tek bir er bile yoktur. Aramızda böyle adamlar olduğunu sanıyorsanız, bunları kendi elimizle vuralım.'

Askerlere de şu 'günlük emri' verdi:

Burada benimle beraber dövüşen her asker bilmelidir ki, tek bir adım dahi gerilememek namus borcudur. Hepinize şunu hatırlatırım ki, siz şimdi dinlenmek isterseniz yurdumuz hiçbir zaman huzura kavuşamaz. Bütün silah arkadaşlarımızın bu düşüncede olduğuna ve düşmanı denize dökünceye kadar yorgunluk belirtisi göstermeyeceğine inanıyorum.

Manga komutanlarına da erlerinin süngüsünden başka hiçbir şeye güvenmemeleri bildirilmişti. Erler, ilerleme sırasında düşman siperlerine gelmeden durmayacak ve karanlık basar basmaz düşmana saldıracaklardı.
 
Dtkn
Çırak
Onuncu BolÜm

Birinci Dünya Savaşı

MUSTAFA KEMAL, Türkiye'nin savaşa girmesine karşı gelmişti. Ama bu iş artık olup bittikten sonra bütün enerjisi ve yurtseverliği ile kendini savaşa verecekti. Almanları hiç sevmediği halde, şimdi müttefik olduklarına göre, sabrı yettiği kadar onlarla birarada çalışmaya hazırdı. Sofya'daki ilk işi Bulgarlara savaşa girmeleri için baskı yapmak oldu. Her yoldan bu amaca varmak için çalışarak Fethi'ye yardım etti. Karşılarında da Ruslar yoğun bir propaganda barajı kurmuş bulunuyorlardı. (1)

Mustafa Kemal'in bir başka görevi de, Bulgarlardan Türk orduları için silâh ve yiyecek sağlamaktı. Bulgarlardan peşin para karşılığı büyük miktarda un vereceklerine dair söz aldı ve bu iş için Şakir Zümre'yi İstanbul'a gönderdi. Şakir Zümre, o sırada Maliye Nazırı olan Talât Paşa'yı gördü. Ama, Talât "onu, istifa etmekle birlikte perde arkasında çalışan ve milli politika konusunda hükümete öğütler veren Cavit'e gönderdi. Cavit, paranın verilmesini uygun görmedi. Elde böyle bir iş için para olmadığını söyledi ve, 'Bu savaşın yıllar yılı süreceğini sanıyorsunuz galiba!' diye ekledi.

İşin sonucunu sabırsızlıkla beklemekte olan Mustafa Kemal, Şakir Zümre'yi Sofya istasyonunda karşıladı. Cavit'in red cevabını öğrenince öfkeyle, 'Böyle adam asılmayı hak etmiştir!' diye bağırarak bir öngörüde daha bulundu. (2)

Savaş sürüp gittikçe Mustafa Kemal de sabırsızlıkla kıvranmaya başladı. Artık yarbay olduğu için tümen komutanlığına hak kazanmıştı. Enver Paşa'ya yazarak rütbesine uygun bir görev istedi. Ancak Enver, 'Orduda size her zaman görev bulunabilir ama Sofya'da ataşemiliter olarak kalmanız özellikle gerekli görüldüğünden sizi orada bırakıyoruz,' diye cevap verdi. Mustafa Kemal, kendini daha kutsal bir görevin cepheye çağırmakta olduğunu ileri sürerek, 'Eğer beni yüksek rütbede bir subay olmaya lâyık görmüyorsanız açıkça söyleyin,' diye yazdı. Enver Paşa buna cevap vermedi.

Bununla birlikte, İstanbul'dan gelen bir haberci, Enver Paşa'nın bir tasarısı üzerinde Mustafa Kemal'in ağzını aradı: İran üzerinden Hindistan'a üç alaylık bir kuvvet göndererek Hint Müslümanlarım İngilizlere karşı ayaklandırmak. Mustafa Kemal böyle bir kuvvetin komutasını kabul eder miydi? Mustafa Kemal'e göre, Enver'in saçma hülyalarından biri olan bu öneri, daha savaş başlangıcında onun zihninin nasıl işlediğini gösteren endişe verici bir belirtiydi. Teklifi acı bir alayla, 'Ben o kadar kahraman değilim,' diyerek karşıladı. Ardından böyle bir iş için üç alayın fazla olduğunu da ekledi. Yol üzerinde gönüllü toplayabilecek tek bir subay yeter de artardı bile. Ama, böyle bir şeye olanak yoktu tabii. Mustafa Kemal, 'İmkân olsaydı, ben kimseden emir beklemezdim. Başımı alıp gider ve asker toplardım. Sonra da Hindistan'ı fetheder ve İmparator olurdum,' dedi. Kendi ülkesinin cephelerinde çarpışmak niyetinde olduğunu ekledi.

Savaşın ilk ayları Türkiye için çok felâketli olmuştu. Baştakilerde akıl olsaydı, bu süreyi bir savunma stratejisi kurmaya ayırırlar, askeri güçlerini harcamayarak kuvvetlerinin eğitimini tamamlar, önceden hazırlanmış planlara göre yerleştirir ve İtilâf Devletlerinin hangi yönden saldırıya girişeceklerini tahmine çalışarak beklerlerdi.

Ancak, Enver bunların hiçbirine yanaşmıyor, büyük ve romantik serüvenleri yeğliyordu. Kendini Asya'da yeni bir Türk İmparatorluğu kurmak için İngilizlerin üzerine yürüyen Müslüman bir İskender rolünde görüyordu. Onun bu hayalleri de, Almanya'nın dünyayı fethetmek planına uygun düşmekteydi. Enver, hayallerini gerçekleştirmek için, derhal iki hücum emri verdi: Birincisi kuzeyde Rusya'ya, ikincisi de güneyde Mısır'a doğru. Kafkaslardaki Rus kuvvetlerini çember içine kıstırmak amacım güden ve Alman komutanı General Liman von Sanders'in öğütlerine rağmen girişilen ilk saldırı tam bir bozgunla sonuçlandı. Korkunç kış koşulları altında Türkler hemen hemen bütün bir orduyu yitirdiler; oysa bu önemli kuvvetin doğu cephesinin savunması için, yedek olarak tutulması gerekirdi.

Mustafa Kemal, ancak Enver'in bu felâketli sefere çıkmasından sonra göreve çağırıldı. Zaten izinsiz de olsa Sofya'dan ayrılmaya kararlıydı ve gönüllü er olarak cepheye gitmekten bile söz ediyordu. Tam Sofya'dan ayrılmak üzereyken, Enver'in yokluğunda Harbiye Nazır vekili olan kişiden, On dokuzuncu Tümen komutanlığına atandığını ve hemen İstanbul'a dönmesini bildiren bir telgraf aldı.

Genel karargâha gelince, onu, doğudan henüz dönmüş olan Enver'in yanına götürdüler. Zayıf ve solgun görünüyordu. Mustafa Kemal:
'Biraz yorgunsunuz galiba,' dedi.
'Yok, o kadar değil.'
'Ne oldu?'
'Çarpıştık, o kadar.'
'Şimdiki vaziyet nedir?'
Enver, 'Çok iyidir...' diye cevap verdi.

Mustafa Kemal onu daha fazla sıkıştırmak istemeyerek, sözü, kendine verilen göreve getirdi: 'Beni numarası 19 olan tümenin komutanlığına tayin etmek lûtfunu gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Bu tümen hangi oruda ya da kolorduda bulunuyor?'

Enver, belirsiz bir şekilde, 'Haa, evet,' dedi. 'Herhalde Genelkurmaydan daha kesin bilgi edinebilirsiniz.'

Mustafa Kemal bunun üzerine, Genelkurmayda oda oda dolaşarak tümenini aramaya başladı, ama boş yere! Sonunda birisi ona, büroları Harbiye Nezareti binasına taşınmış olan Liman von Sanders ordusuna bir sormasını öğütledi. Mustafa Kemal buradaki kurmay başkanına gitti. O da, 'Bizim kuruluşlarımız arasında böyle bir tümen yok,' diye cevap verdi. 'Ama, Gelibolu'daki Üçüncü kolordunun böyle bir birlik kurmayı tasarlamış olması pek mümkündür. Oraya gitmek zahmetine katlanırsanız, herhalde gerekli bilgiyi edinebilirsiniz.'
 
Dtkn
Çırak
Mustafa Kemal ayrılmadan önce General von Sanders'in karşısına çıktı. Henüz tanışmamışlardı ama, Mustafa Kemal'in açıkça ortaya koyduğu Alman aleyhtarı duygulardan dolayı birbirlerini tanıyorlardı. Alman Genarali onu dostça bir nezaketle karşıladı. Sofya'dan ne zaman döndüğünü sordu. Sonra, 'Bulgarlar savaşa katılmaya karar verebilecek mi acaba?' diye bilgi istedi.

Mustafa Kemal kendi görüşüne göre, onların henüz böyle bir karar vermeyeceklerini söyledi. Bulgarlar iki şeyden birini bekliyorlardı: ya Almanların göz alıcı bir başarısını, ya da savaşın kendi topraklanna sıçramasını. Bu cevap karşısında, von Sanders sinirli bir hareket yapmaktan kendini alamadı ve alayla, 'Demek Bulgarlar. Alman ordusunun başarısına inanmıyorlar.' dedi.

Mustafa Kemal sükûnetle, 'Hayır,' diye cevap verdi.

Bunun üzerine von Sanders kuşkulu bir şekilde. 'Ya sizin görüşünüz nedir?' diye sordu.

Mustafa Kemal bir an durdu. Henüz daha ortada bile olmayan bir tümenin komutanıyken, nasıl olur da fikir yüretebilirdi? Öte yandan, görüşlerini çoktan beri yazılı olarak belirtmiş bulunuyordu. Şimdi bundan geri dönemezdi. Bundan başka, herkesin içinde söyledikleri bir yana, Bulgarların ihtiyatlı siyasetini doğru ve haklı bulmaktan da kendini alamıyordu. Açık konuşmaya karar verdi ve kısaca, 'Bence Bulgarların hakkı var,' dedi.

Liman von Sanders tek kelime söylemeden ayağa kalktı. Mustafa Kemal de oradan ayrıldı. Tümeninin henüz kuruluş halinde bulunduğu Gelibolu Yarımadasına gitti.

Bu sırada Enver, yine Liman von Sanders'in öğütlerine kulak asmadan ikinci göz alıcı saldırısına hazırlanmaktaydı. Süveyş Kanalına doğru hızla inecek ve İngilizleri Mısır'dan kovacaktı. Alman Albayı von Kress'in komutasında çölü geçen Türk kuvveti, Süveyş Kanalına tam yedi günde varabildi. Ama, geceleyin yürüdükleri için İngilizleri gafil avlamışlardı. Bir kısmı kanalın öbür kıyısına ayak bastı. Fakat batı kıyısı iyice tutulmuştu ve çok geçmeden İngiliz kara ve deniz bataryalarıyla daha da takviye edildi. Böylece Türk kuvveti gerilemek zorunda kaldı. Türkerin bu baskını, İngilizleri uyarmaya yaramıştı. Kanal bölgesinin savunmasını öylesine sağlamlaştırdılar ki, Türklerin bundan böyle Mısır'a saldırmalarını tümüyle önlemiş oldular.

Yaptıkları iki saldırıda da başarısızlığa uğrayan Türkler şimdi İtilâf Devletlerinin bir saldırısıyla karşı karşıyaydılar. 1915 yılının başından beri düşmanın kara ve deniz hareketlerine ilişkin elde edilen istihbarat raporlarından düşmanların Çanakkale önündeki adalara yığınak yapmakta oldukları ve Çanakkale Boğazı'yla Marmara üzerinden İstanbul'a karşı bir İngiliz - Fransız saldırısının her an beklenebileceği belli olmuştu. Kafkas ve Mısır seferlerinin yenilgiyle bitmesi, maneviyatı çökertmiş ve İstanbullular, umutsuzluk içinde şehrin düşman eline geçmesinden, olmuş bir şey gibi söz etmeye başlamışlardı. Rusların çıkıp gelivereceği korkusuyla sinirleri bozulan Almanlarsa, ayrı bir barıştan söz eder oldular. Türk aileleri Anadolu'ya göç etmeye başladı. Hükümet Anadolu yakasında bir saat içinde harekete hazır iki özel tren bekletiyordu: biri Sultanla maiyeti, öbürü de kordiplomatik için. Beylerbeyi Sarayında sürgünlüğünü çeken Abdülhamit'e ailesiyle birlikte gitmesi teklif edildi. Ama o, yerinden kımıldamayı reddetti ve şimdi Padişah olan kardeşine, yerinde bir görüşle, 'İstanbul' dan bir kere ayrılırsan bir daha dönemezsin,' dedi.
 
Dtkn
Çırak
Hükümet Eskişehir'e taşınmayı tasarlıyordu. Babıâli arşivleriyle bankalardaki altınlar daha şimdiden oraya gönderilmişti. İstanbul'un polis kafakollarında, şehri tutuşturmak üzere teneke teneke petrol hazırlanmıştı. Sanat eserleri müze mahzenlerinde saklanmış ve Ayasofya da içinde olmak üzere, birtakım resmî binaların dinamitle uçurulması kararlaştırılmıştı. Amerikan Büyükelçisi, Ayasofya'ya dokunulmamasını isteyince Talât, 'îttihat ve Terakki içerisinde eski şeylere meraklı olanlar parmakla sayılır,' diye cevap verdi. 'Biz hepimiz yeni şeyleri severiz.'

Şehir bir 'yenilgi ve perişanlık tablosu' halindeydi. Binlerce Türk, gizliden gizliye, savaşı İtilâf Devletlerinin kazanması için dua ediyor, emniyet müdürü ise bir ihtilâl korkusuyla, işsiz güçsüzleri şehirden sürmeye bakıyordu. 1915 yılının Şubat ayında İngiliz donanması Çanakkale Boğazı'nın ağzındaki kaleleri tahrip edince halk arasında, kocaman iki tepenin yerle bir olduğuna dair söylentiler yayılıverdi. İstanbullular top sesleri duyuluyor mu, diye kulak kabartmaya ve düşman denizaltılarının periskoplarını görmek merakıyla, Marmara'daki adalara akın etmeye başladılar.

Yalnızca Enver Paşa, Kafkas yenilgisinden sonra pek ortalarda görünmemekle birlikte, hâlâ soğukkanlı ve sakin duruyordu. Enver'in seçkin niteliklerinden biri de buydu. Hiçbir zaman telâşlı ya da heyecanlı görünmez, bir odaya girdiği vakit beraberinde bir sükûnet havası getirirdi. Şimdi de İngilizlerin Çanakkale Boğazı'ndan asla geçemeyeceklerinden yüzde yüz emin olduğunu söylüyordu. Herkes, 'budalaca bir paniğe' kapılmıştı. Çanakkale istihkâmları aşılamazdı. Aşılacak olsa bile, İstanbul'u Türkler son damla kanlarına kadar savunurlar ve düşmana asla teslim etmezlerdi. Enver yeni bir hülya peşindeydi; ne Almanya'nın, ne de başka herhangi bir ulusun başarabileceği şeyi yapmak: İngiliz donanmasının yenilmezlik efsanesini yıkan insan olarak tarihe geçmek.

Enver Paşa, olayların sonucunda haklı çıktı ama ters nedenler yüzünden. 18 Marttaki İngiliz saldırısı Boğaz'ı zorlamakta başarı kazanamadı. Arkadan başka bir saldırı da olmadı. İngilizler birçok karışık nedenler yüzünden, donanmayı karadan bir ilerlemeyle destekleyinceye kadar, seferi durdurmayı uygun bulmuşlardı. (Liman von Sanders onların böyle yapmak zorunda kalacaklarını önceden tahmin etmişti.) İstanbul'da hükümetin emriyle bayraklar asıldı. Ama Türklerin arasında bunun nihai bir zafer olduğuna inananlar pek azdı. Önlerinde daha bir sürü çetin savaş vardı. Enver, Çanakkale'nin savunulması için, Beşinci Ordu adıyla ayrı bir ordu kurmayı kararlaştırdı ve komutasını Liman von Sanders'e verdi. Sanders, yeni kurulmuş olan On Dokuzuncu Tümenin de kendi emrine verilmesini istedi. Yarbay Mustafa Kemal, işte bu tümenin başına atanmış ve karargâhını Maydos'ta kurmuştu. Düşman saldırısı başlamadan, birliklerini örgütlemek için, önünde ancak iki aylık bir zaman vardı.



1 Madam Petrova'nın anlattıklarına bakılırsa, bir akşam evlerinde içkiyi biraz fazla kaçıran Mustafa Kemal, bu gibi karşı etkileri önlemek için olacak, Bulgarlara bol keseden vaatlerde bulunmaya başlamış. Bir yanlış anlamayı önlemek için araya giren Fethi Bey de işi şakaya boğmuş. Bu anıda üzerinde durulacak tek önemli nokta, Mustafa Kemal'in yine bir öngörüyle Türkiye için Anadolu'da bir hükümet merkezi gerektiğinden söz etmesidir.
2 Cavit 1926'daki suikast dâvalarının sonunda Ankara'da asılmıştır.
 
Dtkn
Çırak
MiLLi PARK

Doğal ve kültürel değerleri yanı sıra Dünya Savaş Tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Mustafa Kemal komutasındaki Türk Ordu birliklerinin dünyayı şaşırtan cesaret ve kahramanlıklarının sergilendiği Çanakkale Savaşları'nın izlerini ve anılarını korumak amacıyla 1973 yılında Milli Park ilan edilmiştir.
Gelibolu Yarımadası Tarihi ve Milli parkı, ilimizin en önemli gezi yerlerinden birisidir.
Parkın kara sınır- larını Gelibolu Yarımadasının Saroz körfezindeki Kabatepe limanı ile Çanakkale Boğazında yer alan Akbaş iskelesi arasında çizilecek bir hat oluşturur. Seddülbahir köyü çevresindeki Teke ve Hisarlık Burunları, Ertuğrul, Morto, İkiz Koyları, Alçıtepe, Kereviz- dere, Zığındere ile kuzeydoğuda yer alan Arıburnu, Conkba- yırı, Kocaçimen, Kanlısırt, Anafartalar ve Suvla koyları sava- şın cereyan ettiği başlıca alanlardır. Çanakkale Savaşları sırasında büyük cesaret göstererek şehit olan birlikler ve şahıslar adına bugün Gelibolu Yarımadası'nda çok sayıda şehitlik vardır. Herbiri ayrı bir kahramanlık örneği olan bu şehitliklerin en önemlisi Morto koyunda, Hisarlık Tepe üze- rinde tüm şehitlerimizin anısına dikilen ÇANAKKALE ŞE- HİTLER ABİDESİ'dir. Gelibolu Yarımadası üzerinde, Çanak- kale savaşlarında hayatlarını kaybeden yabancı askerler için de Anıt ve mezarlıklar vardır.

Çanakkale Savaşları:
Sararan yapraklarını ağır ağır dökmeye başlamış ağaçlar... Poyraz, çok kötü bir şekilde hissettiriyor kendini... Hava oldukça sert ve gün yeni ağarmakta Seddülbahir'de...

Çamburnu Anıtı:
Eceabat - Seddülbahir yolunun 2.nci km.sinde yer alır. Anıt, Balkan ve Çanakkale Şehitleri adına 1962 yılında yaptırılmıştır. Bir kaide üzerine oturtulmuş olan Anıtın boyu 2.5 m.dir. Çevresi demir motiflerle süslenmiştir. Anıtın bir yüzünde, "Burada Balkan ve Çanakkale Harplerinde şehit düşen binlerce kahramanlar yatar" yazısı, diğer yüzünde de "DUR YOLCU" şiirinin bir kıtası yer alır.

Havuzlar Şehitliği

Kerevizdere savaşlarında yaralanıp bu yerde vefat eden 2 subay ve 8 er anısına 1961 yılında dikilmiştir.
Sığındere Sargı Yeri Anıtı

Alçıtepe köyünün kuzeybatısındadır. 1947 yılında yapılmıştır. 25 ve 26. Piyade Alaylarında şehit düşen tüm personel ve 2. Tüm. Kur. Bşk. Kur. Yzb. Kemal Bey ile Sığındere'deki ilk yardım istasyonunda tedavi görmekte iken düşmanın açtığı ateş esnasında şehit olan askerlerimiz anısına, 1995'de T.C Kültür Bakanlığı'nca inşa edilmiştir.
İlk Şehitler Anıtı

Seddülbahir köyündedir. 1986 yılında, Çanakkale Savaşlarında ilk olarak canlarını veren 5 Subay, 81 er olmak üzere toplam 86 şehidimiz anısına dikilmiştir. Cephanelik Şehitliği olarak da adlandırılmaktadır.
Fransız Anıt ve Mezarlığı

Morto koyuna bakan bir yamaç üzerine kurulan Anıt, Çanak- kale Savaşlarında hayatlarını kaybeden 14.382 Fransız as- kerinin anısına yapılmıştır. Mezarlıkta kimlikleri bilinen as- kerler için ayrı ayrı taşlar dikilidir. Kimlikleri tespit edileme- yenler ise Anıt çevresindeki dört toplama bölmesi ile Anıt girişindeki toplama bölmesine konulmuştur.

Çanakkale Şehitler Abidesi

Morto köyü önündeki Hisarlıktepe üzerinde Çanakkale Savaşlarında bu cennet vatan için canlarını veren 253.000 şehidimizin anısına izafeten yaptırılmıştır. Temeli 19 Nisan 1954 tarihinde atılmış ve 21 Ağustos 1960 tarihinde ziyarete açılmıştır. Yüksekliği 41.70 cm. dir. Çanakkale Şehitleri anısına yapılan Anıtın altında SAVAŞ ESERLERİ MÜZESİ bulunmaktadır. Abidenin girişte sol tarafında ise T.C Kültür Bakanlığınca 1992 yılında yaptırılan Çanakkale Şehitliğinde yurdumuzun her bir köşesinden vatan savunması için Çanakkale'ye koşan ve en kıymetli varlıklarını, canlarını veren aziz şehitlerimiz huzur içerisinde dinlenmektedirler.
Şehitler Abidesi Müzesi

Müze, Şehitler Abidesi'nin altındaki salonda hizmet vermek- tedir. Salonun girişinde Çanakkale Savaşlarını gösteren krokiler ile savaş anında çekilmiş fotoğraflar yer alır. Salo- nun sağındaki vitrinlerde, İngilizlere ait harp esnasında kul- lanılan ilaç, içki, karavana kapları vardır. Diğer vitrinlerde şehitlerimize ait kan dolu saatler, savaşın vahşetini gösteren kemiklere saplanmış mermi ve şarapnel parçaları ve mermi çekirdeklerinin havada birbirleri ile çarpışmalarıyla meydana gelen ilginç şekiller, Mehmetçiğin kahramanlığının delilleri olark sergilenmektedir.
Yahya Çavuş Anıtı

Seddülbahir köyünün karşısında, Ertuğrul Koyuna hakim tepecik üzerinde yer alır. Anıt, 25 Nisan 1915 günü çıkartma yapan İngiliz kuvvetlerine kahramanca karşı koyan ve büyük kayıplar verdiren Yahya Çavuş ve takımı adına, T.C Kültür Bakanlığı'nca 1993 yılında yaptırılmıştır.

Helles Anıtı

Çanakkale Savaşları esnasında hayatlarını kaybeden İngiliz, Avustralya ve Hindistan kuvvetlerinden oluşan toplam 20.761 kişinin anısına dikilmiştir. 29. Kraliyet Deniz Tümeninin karaya çıktığı yerin yakınındaki tepenin üzerinde yükselir. Sütun 100 fest boyundadır. Sütunun denize bakan yüzende Boğaz Savaşlarına katılan gemilerin, bu sütunun karşısındaki avlu duvarlarının üzerinde diğer savaş gemilerinin isimleri kazınmıştır. Helles, Anzac ve Suvla isimleri sütunun diğer yüzlerine yazılmıştır.
Son Ok Anıtı

Alçıtepe köyünün yanındadır. Mülga 7. Tümen Komutanlığı 1948 yılında 10.000 şehidimizin anısına inşa olmuştur.
Nuri Yamut Anıtı

26 Haziran - 12 Temmuz 1915 tarihleri arasında yapılan Sığındere savaşlarında şehit düşen 10.000 kahramanımız adına yaptırılmıştır. Alçıtepe köyünün 2.5 km. batısındadır.
Mehmet Çavuş Anıtı

Bu Anıt, düşmanın hiçbir zaman ele geçiremediği ve bu nedenle "Cesarettepe" diye anılan tepede bulunmaktadır. Silahı kırıldığından düşmana taşla ve yumrukla hücum eden Mehmet Çavuş'un anısına izafeten, Mehmet Çavuş Anıtı olarak adlandırılmıştır.
Lone Pine Anıt ve Mezarlığı

4228 Avustralya ve 708 Yeni Zellanda harp ölüsünün anısına Kanlısırt'a yaptırılmıştır. Anıt ve Mezarlığı- nın bulunduğu yer Avustralya 'lılar hedeflerinden birisi idi ve 25 Nisan 1915'de Anzak Koyu'na çıkartma yapıldığı gün alındı ve sonra kaybedildi. 6 Ağustos günü Türk siperleri l. Avusturalya Tugayı tarafından bombalandı ve ele geçirildi. Savaş 5 gün 5 gece sürdü. Her yıl burada Avustralyalılar 24/25 Nisan'da özel törenler yapmaktadırlar.
57. Piyade Alayı Şehitliği

Çanakkale Savaşları sırasıda kahramanlıkları destanlaşan ve tümü ile şehit olan 57. Piyade Alayı Şehitleri anısına T.C. Kültür Bakanlığınca 1994 yılında yapılmıştır.
Conkbayırı Mehmetçik Anıtı

Bu Anıt Conkbayır'ndaki savaşta hayatını kaybeden Türk askenleri adına dikilmiştir. Milli tarihimizin altın bir sayfa olarak eklenen Çanakkale Savaşları'nın odak noktası olan ve düşmana ilk sillenin indirildiği Mehmetçik Parkı içersinde yapılan Anıt, tepeyi tümüyle kaplayacak tarzda ve kademeli olarak yükselen beş beton panelden oluşmaktadır. Bu beş panel, Tanrı'ya dua eden bir insanın beş parmağını sembolize etmektedir.
Conkbayırı Anıt ve Mezarlığı

Conkbayırı'nda hayatlarını kaybeden 952 Yeni Zellanda'lının anısına yapılmıştır.
Conkbayırı, Çanakkale Savaşlarında en önemli hedeflerden birisidir. Avustralya'lılar 25 Nisan çıkartmasının ardından Conkbayırı'na doğru tırmandılar ancak karşılarında hiç bekle- medikleri büyük bir Komutan Mustafa Kemal Atatürk'ü gö- rünce durmak zorunda kaldılar. 6-10 , Ağustos tarihleri ara- sında yapılan Sarı Bayır savaşlarında Yeni Zellandalılar Conkbayırı'nın en uç noktasını ele geçirmeye çalıştılar fakat Mustafa Kemal'in başında bulunduğu güçlü savunma karşısında başarısızlığa uğradılar. Ne Liman Von Sanders ve ne de bir başka komutanın göremediğini, o inanılmaz askeri dehası ile ATATÜRK görmüş ve Conkbayırı ile Sarı Bayır'ın bütün güney yarımadanın anahtarı olacağını anlamıştı. Büyük Komutan ATATÜRK, "Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum..." emrini, Conkbayırı'nda, tarihin unutulmaz sayfalarına nakşetmişti.
1994 yılında T.C. Kültür Bakanlığınca Yeni Zellanda Anıtı'nın tam karşısında bulunan ve Atatürk'ün saatinin parçalandığı yere Yeni Zellanda Anıtı kadar heybetli Atatürk'ün Anıtı yaptırılmıştır.
Kabatepe Tanıtma Merkezi

Çanakkale Savaşları sonrası harp sahasında bulunan çeşitli silah, mermi, giysi, vb. malzemeler ile; Çanakkale Savaşları'nın çeşitli sahnelerini gösterir fotoğrafların sergilendiği bir Müzedir.
Çamyayla Atatürk Evi

Çanakkale Savaşları sırasında Mustafa Kemal'in 19. Tümen Karargahı olarak kullandığı ve bir odasında ikamet ettiği ev, 1973 yılında Müze haline getirilmiştir. Müzede Atatürk'ün şahsi eşyaları, sivil ve askeri kıyafetleri ile fotoğrafları sergilenmektedir.
 
Dtkn
Çırak
Canakkale Savaslari

Birinci Dünya Savasi´nda , Osmanli Devletinin Canakkale Bogazini ele gecirmeye ve Istanbul´u isgal etmeye yönelik Ingiliz - Fransiz ortak harekatina karsi yürüttügü savunma savaslarina Canakkale Savaslari denir. Osmanli topraklarina karsi böyle bir harekat 1904 - 1911 arasinda Ingiltere´de planlandi.Agustos 1914´den itibaren Canakkale Bogazi girizs cikislari
kontrol altina aldi.Kasim 1914´te Osmanli Devleti ile itilaf devletleri arasinda savas baslayinca plan uygulanmaya baslandi... Kasim - Aralik 1914´te Ingilizler, Seddülbahir ve Kumkale tabyalarini topa tuttular. Iki Ocak 1915´te Ingiliz hükümeti Canakkale Bogazinin ele gecirilmesi kararini aldi. ( Deniz Kuvvetleri Bakani Winston Churchill ) 28 Ocak1915´te Deniz harekati karari verildi. 19 Subat 1915´de Canakkale Savaslari fiilen basladi. Bogazin dis tabyalari tahrip edildi. Bombardimana 12 büyük zirhli ve diger gemiler katildi. Deniz savasinin yeterli olmayacagi anlasilarak cikarma karari verildi. dis tabyalarin 19 Subat´ta tahribi ( Toplam 19 top ) sonucu Italyanlar Itilaf Devletlerine meyletti , Ruslar telaslandi ve Istanbul´un Yunanlilarinin eline gececeginden korkarak 40.000 kisilik bir yardimci kuvvet göndermeyi teklif etti ; ancak , Ingiliz ve Fransizlar bogazlari Ruslara vermeyi vaat ettiler. Asil cikarmanin 18 Mart´ta olmasina karar verildi. Orta tabyalar sürekli bombardiman edildi , dis tabyalar icin karaya asker cikarildi. Bogazda mayin arama ve temizleme isi sürekli uygulandi.

18 Mart 1915´te düsmanin Büyük Taarruz´u sabah saat 11:00 de basladi. 18 büyük zirhli , bircok muhrip ve denizalti mevcut idi. Toplam 506 topa karsilik savunmada toplam 150 top vardi. Sonuc ayni gün 17:45 te alinmisti. Iki Ingiliz , Bir Fransiz zirhlisi agir yara aldi , üc gemi karaya oturdu. Kayiplarimiz kirkdört sehit , yetmis yarali , sekiz top idi.

Neticede , düsman bogazi denizden gecemeyecegini anlamistir. Avustralya´dan Kanada´ya kadar sömürgelerden toplanan askerler de savasa sürülmüstür. Bu gruptan en savasci askerler : "Australia and New Zealand Army Corp." , "ANZAK" lardir.

25 Nisan 1915 Canakkale Savaslarinin en kanli muharebeleri baslamistir. Sabahin erken saatlerinde Ingiliz , Fransiz ve ANZAK kara - deniz birlikleri , Seddülbahir ve Ariburnu´na , 70.000 kisi ile 109 harp gemisi , 308 tasit gemisi desteginde cikarma yapti. Ayni anda Fransiz birlikleri Kumkale´ye yaniltici kücük bir cikarma yaptilarsa da tutunamadilar. Ariburnu´na cikan ve Conkbayiri´na dogru ilerleyen Ingiliz birliklerini , Mustafa Kemal´in komuta ettigi 19. Tümen karsiladi. Mayis , Haziran , Temmuz aylari boyunca gögüs gögüse kanli carpismalar oldu. 9 Agustos ve 20 Agustos´taki büyük saldiri ve geri püskürtülmeden sonra Canakkale´yi karadan da gecemeyeceklerini anlayan Ingiliz ve Fransizlar Kasim 1915´ten itibaren savasi sona erdirmeye karar verdiler ve 9 Ocak 1916´da son düsman kuvvetleri de cekildi. Savas boyunca 300.000 kadar itilaf Devletlerinden , 250.000 kadar Türk askerinden kayip oldu.
 
Dtkn
Çırak
Canakkale Siirleri

BİR YOLCUYA
Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.).

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin, Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin, Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

NECMETTİN HALİL ONAN
 
Dtkn
Çırak
Canakkale Siirleri

ŞEHİTLER ABİDESİ İÇİN
Gökkubbenin altında yatar, al kan içinde,
Ey yolcu, şu toprak için can veren erler.
Hakk'ın bu veli kulları taş türbeye girmez,
Gufrana bürünmüş, yalınız Fatiha bekler.
 
Dtkn
Çırak
Canakkale Siirleri

ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE
Su boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?En kesif orduların yükleniyor dördübeşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara' ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tahassüd ki ufuklar kapalı!Nerde-gösterdiği vahşetle " bu, bir Avrupalı
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,Varsa gelip açılıp mahpesi, yahut kümesi
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-i beşer,
Kaynıyor kum gibi... mahşer mi, hakikat mahşer.Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında
Ostralya' yla beraber bakıyorsun: Kanada!Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...Hani, taunada züldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...Medeniyyet denilen kahpe, hakikat,yüzsüz.
Sonra mel' undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a' makı;Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin:
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-i beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.Top tüfekten daha sık, gülle yağanmermiler..
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;Alınır kal' a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.Sarılır, indirilir mevk-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-u beşer;Bu göğüslerse Huda' nin ebedi serhaddi;
"O benim sun'-u bediim, onu çiğnetme! " dedi.
Asım’ın nesli.diyordum ya.nesilmiş gerçek;İşte çiğnetmedi namusunu,çiğnetmeyecek
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düsmüs,asker!Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid' i
Bedr' in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?"
Gömelim gel seni tarihe!"desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap..Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
"Bu, taşındır" diyerek Kabe' yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Ebr-i nisani açık türbene çatsam da tavan,Yedi kandilli Süreyya' yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağbiri, akşamları,sarsam yarana.Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini;Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin' i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran..Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;Sen ki,ruhunla beraber gezer ecrami adin
Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın...Heyhat!..
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey sehid oğlu sehid, isteme benden makber,Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.

MEHMED AKİF ERSOY
 
venue
Cool Üye
Teşekkürler..

Verdiğin Bilgiler için teşekkürler kardeşim..

BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR.
VATAN EĞER UĞRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR..
SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR;
SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR..


Ruhun şad olsun: M. Akif ERSOY..
 
Üst