Gila - Arşiv

Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 2 )



Anadolu'ya pazarlamaya çıkıyorsunuz.

Öyle günübirlik bir gezi değil de, bir haftalık, iki haftalık bir gezi.

Bu durumda farklı vilayetlere farklı saatlerde giriş çıkış yapacak,

Farklı vilayetlerde gecelemek zorunda kalacak

Hatta, bazen geceyi yolda geçirmek, sabaha karşı bir yere girmek zorunda kalacaksınız.

Nerede akşamı geçirmelisiniz, nerede akşamdan tüymelisiniz?

Zamparaysanız nerede, akşamcıysanız nerede

Hem zampara hem akşamcıysanız nerede konaklayacaksınız

Bunun hesabını iyi yapmalısınız ;)






















Mesela sabaha karşı Maraş'a indiyseniz hapı yuttunuz.

Sabah olup dükkanlar açılana kadar tek bardak çay içecek yer bulamazsınız

Konya'da işiniz bittiyse, ne yapıp edip bir otobüs bulup

bir sonraki istikamete doğru yola çıkmalısınız.

Giresun'u çabuk bitirip tüyeceksiniz

Trabzon kafanıza göre

Çorum'u bitirip kaçacaksınız

Ankara tam bir keşmekeş. Gecelemeye gelmez

Antepin lezzetlerine parmaklarınızı yersiniz, mutlaka gecelemelisiniz :)























Mesela İzmir.

İzmir'de işiniz bitse de bitmez

Efes Otel'in karşısındaki NATO askerlerinin takıldığı pub da mutlaka iki üç bira devirmelisiniz.

Ve hemen karşısındaki kumrucudan mutlaka bir kumru yemelisiniz.

Kumru diyince kuş kumrusu diil la

Sandviç kumrusu :)























Bir gün hiç unutmam,

NE LA BU KORDON? GİDİP BAKALIM dedim ve gittim baktım :D

Abey.. Upuzun bir cadde, caddenin bir kenarını duvar boyunca işgal etmiş bir lokanta

Duvar boyunca masaları dizmiş

Yolun hemen karşısı foşur foşur dalgalar

Yoldan arabalar, faytonlar geçiyor,

Millet oturmuş huşu içinde balık rakı muhabbeti yapıyor

Lan tam bana göre yer iyi mi?

[ Mekan burası. Şöyle düşünün; Çiçeklerin bulunduğu yer kapı.

İşte o kapıdan çıkıp sol tarafa elli metre kadar gidiyorsunuz

Tam köşe başına kadar masalarla donatmış adamlar]

























Yaş 25 falan.

Gittik, kapının yanında bir masaya oturduk.

Kıl bir şef garson beni oradan kaldırdı

Neymiş? Oraya aile otururmuş, ben tekmişim

Lan teksek kelaynak mıyız?

İyi dedik, biraz öteye gittik

Oradan da kaldırdı

Beni öyle bir yere oturttu ki; Lokantanın kapısıyla aram en az 50 m.

Sanırım içip içip kafayı bulup milletin karısına kızına sarkmamam için öyle münasip gördü :cool:























O zamanlar, bir 35 lik devirdikten sonra içmeye başladığım,

Milletin yerlerde süründüğü içkiyi kulağıma damla diye damlattığım zamanlar :cool:

Lavuk bizi öyle bir yere oturttu ki; Yemek istiyorum yarım saatte geliyor

Buz istiyorum, gelene kadar demli çay oluyor, o derece yani :)

Biz rakı, balık, kavun, peynir söyledik.

Balık gelene kadar rakının yarısı gitti zaten.

Kavun bitti, bir kavun daha istedim 20 dk gibi sonra geldi.

Ama artık öğrendim.

Peynir bitmeden peynir istiyordum

Gelene kadar anca bitiyordu :)

Biz ikinci otuzbeşliği de söyledik, huşu içinde kafamıza göre takılıyoruz

İkinci şişe de bitti ama ben de helva gibi oldum hani :)























50 m. Mesafeden, şef garson beni kesiyor, fark ettim.

Fark ettim çünkü ben de onu kesiyorum

Kesiyorum çünkü yaptığı bu hipneliğe karşı para ödemeden tüyeceğim, kararlıyım :D

Arada bir içeri giriyor, çıkar çıkmaz benim tarafa bakıyor

Öyle ya, rakı bitti biter, yemekler bitti, birazdan hesap istenir ;)

Ben el işareti yaptım, zıpkın gibi fırladı :)

Hesap isteyeceğim sandı ama tezgahı kurmuştum bir kere.

Bir kavun, beyaz peynir ve bir duble rakı daha istedim.

HA. dedi kendi kendisine. EN AZ YARIM SAATİ DAHA VAR :)

Rakı masaya geldi, kavun ve peynir de öyle, ben sokağa bakıyorum

Ama yan yan da şefi kesiyorum.

Şef benimle ilgiyi kesti.

Bir ara içeri girdi

O an da, tam önümden bir fayton geçip yan sokağa giriyor























Ben şimşek hızıyla masadan kalktım, yürüyerek yan sokağa girdim,

Yürüyen faytona atladım FUARA dedim :)

Fuarın bir kapısından girip diğer kapısından çıktık

Beni adam yerine koymamanın bedelini fena ödetmiştim lavuğa :p




İki yıl kadar sonra aynı yere bir gündüz vakti iki bira içmeye gittim

Aynı şef hizmet verdi bana

Tanımadı ama gözüme gözüme baktı

Bir yerden tanıdığını söyledi

Ben de İzmir'e ilk kez geldiğimi söyledim :)

AFİYET OLSUN diyip uzadı







İzmir'i kısa kesmek İzmir'e karşı ayıp olur.

Daha sonra devam ederim




13 Ağustos 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 3 )




Hiç Urfalı tanıdığınız oldu mu?

Benim oldu


Her ailede bir Abdülkerim, Mehmet Emin, ille de Halil İbrahim mutlaka vardır.

Parasız olan, paralı olanı methederek vakit geçirir

Parayı bulan, kendisinden bahsedilmesine bayılır

Parası olup da atı olmayanı adamdan saymazlar

At, varlık göstergesidir.

Ne kadar at, o kadar zenginlik :cool:























Eski bir patronumun oğlu arada bir benimle Bursa'ya gelirdi

İşler bittiğinde doooooğru hipodroma

Bakıcılar, seyisler, yamaklar ve hatta jokeyler topluluğunun neredeyse tamamına yakını Urfalıdır.

Bir girerdik içeriye, etrafımızda pervane olurlardı

EMİN AĞAM HOŞ GELMİŞSİN :)

Bizim Emin, bunların çoğunu Urfa'dan tanırdı

Hiç unutmam, bir seferinde koca bir tabak eşek gözü büyüklüğünde üzüm getirdiler önümüze

Ben, adamların istikhaklarını yemeyelim falan dedim ama

YOH BİZİM DEĞİL, ATLARIN YEMEĞİDİR dediler.

At sahipleri atlar için ne getirirse bunlar da yiyorlar

Şanslıyız, önümüze arpa getirmediler :)























Peki.. Hiç Urfalı patronunuz oldu mu?

ALLAH başka keder dert vermesin, benim oldu :)

Bir Urfalı patron demek, bin Urfalı patron demektir

Bilmecesi bile var bunun: ÇARŞIDAN ALDIM BİR TANE, EVE GELDİM BİN TANE

Cevap nar sanırsınız ama aslında Urfalı patrondur.

Anası danası kızı kızanı yeğeni torunu oğlu damadı,

Ailede, sülalede kaç yüz kişi varsa hepsi de patrondur

Hepsi de havayı sever

Hepsini de yalamak durumundasınız

Anaları bile patrondur

Lakabı albaydı

Gelir, yemek yapan kadının yemeklerini denetlerdi :)

Şöyle yani ;)























Mesela benimkisi İstanbul Fatih'te dükkan sahibiydi

Osmanbey'de dükkan açacaktı ve anlaşma masasına oturduk.

Ben şartlarımı sıraladım:

1- Yanıma bir oğlunuzu alırım, aileden başkasını almam


2- Kendi personelimi kendim seçerim

3- İşe başlamadan önce 3 maaş peşin isterim.

Hepsi iyiydi hoştu da, neden 3 maaş peşin diye sordu:

( Daha önceki müdürünü ayak ayak üstüne atıyor diye kovduğunu biliyorum tabi ;) )

Yarın ayağını sürttün, yere sert bastın, oğluma laf söyledin gibi bir sebepten bana yol gösterecek olursanız,

işte o zaman bir iş bulana kadar bu parayı kullanacağım..

Oğluna işaret etti, peşinat önüme geldi.

Dükkanı bulup, açıp işe başladıktan iki gün sonra damadı geldi ziyaretime

Bir gün, iki gün, üç gün

Lan adam yerleşti iyi mi?

Bir de her boka karışıyor, çocuklara talimatlar veriyor..


Gittim Fatih'e, aldım patronu karşıma:

BU DAMADINI AL BURADAN.

İŞÇİM OLSA KOVARIM, PATRONUM OLSA İŞİ BIRAKIRIM!


Baktı yemedik, ertesi gün damat bir daha gelmedi dükkana :)

İşten ayrılırken yaptığımız münakaşa ise süperdi :)

GİDERSEN, SANA BU PİYASADA EKMEK YEDİRTMEM dedi

Ben de tam Gila gibi cevap verdim:

RIZKI VEREN ALLAH, ALLAH'IN ADI ABDÜLKERİM DEĞİL.

Ben hala bir şeyler yiyebiliyorum

Kendisi Hakk'ın rahmetine kavuştu

Allah rahmet eylesin..

( Belki Google amcada bir şey bulabilirim diye ismini yazdım

at sorgulamadan başka bir şey çıkmadı :D )























Urfalıyla iş yapıyorsanız, dikkatli, tedbirli olacaksınız.

Hepsi için aynı şeyi söyleyemeyiz tabi ama,

Kanında araplık vardır, illa ki kazık atmadan rahat edemez :cool:

Bizimkisi, iş için 600 000 $ sermaye söz verdi,

Vere vere 127 000 $ verdi.

Ben de bu parayla sıradışı işler yapmaya niyetlendim.

Arada bir telkinde bulunuyor

ŞUNU GETİRİP SATSANA

GETİRMEM


BUNU GETİR. BAK BİZ ÇOK SATIYORUZ

SİZ SATIN BENİM İŞİM OLMAZ

ŞİFON SAT. KARI DÜŞÜKTÜR AMA METRAJ YAPAR

HAMALLIK YAPMAM :cool:

Benim ne yapacağımdan haberi bile yok, aylarca arkamdan küfretti durdu

Günü geldi, benim hazırlıklarım bitti, sezon açıldı ve bodoslama dalışımı yaptım

Piyasada sadece iki firmanın yapabildiği işi yapıyorum

En baba firmaları, b.ka üşüşen sinekler gibi üstüme çekiyorum

Satışlar patladı, yeni bir firma olarak piyasadaki namımız aldı başını gidiyor :)

Benim Urfalı, ufak ufak keyiflenmeye başladı.

Hele bir gün Show tv de bir kadın programında mini defile oldu

O defilede benim bir desenim vardı

Ve, o kadar ürünün içinden benim deseni kadınlar aldılar aralarına

köpek yavrusu sever gibi sevmeye başladılar:

ay ne şirin bir şey

daha önce hiç böylesini görmedim

harika yapmışsınız elleriniz dert görmesin

O ürünü sergileyen müşteri, bir kopya CD sini de bana yolladı

Ben de aldım, Fatih'e patrona yolladım


O aylarca arkamdan küfreden patron, bir gün telefonla aradı beni

YUSUF BEY. ÇİN'DE FUAR VAR, SANA BİLET ALDIM HABERİN OLSUN

Yahu ben Çin'den bir şey almıyorum ki

OLSUN dedi GİT GÖR, TECRÜBEN ARTSIN

O CD yi kaç kişiye gösterip havalanmışsa artık, mükafaat olarak bizi Çin'e yolladı amcam

Düştük Çin'in yoluna anliicaanız :)























Fuar Guangzhou'da.

Kasvetli dandik bir yer.

Ya havada bulut var ılık ılık yağmur yağıyor

Ya havada bulut yok, nemden geberiyorsunuz

Yemek yiyecek ilaç için bir yer yok

Kimse İngilizce bilmiyor

Otellerde bile tarzanca anlaşmak durumundasınız























Gündüz, yemek yiyecek yer bulabilene helal olsun.

Fuar alanı yakınlarında bahçeli büyükçe bir lokanta var

Ne idüğü belirsiz şeyler satıyor

Sattıkları ve ne olduğunu bildiğimiz bir tek şey var, BİRA :)

Zaten millet te bira içip gidiyor.

Kapıda bir mönü var, çince :D























Ben, fuara girip içeride yüzlerle ifade edilebilecek kadar Türk gördükten sonra

Öğle saatinde gittim, üç beş bira içtim.

Lan bira karnımı daha da acıktırdı

Giriyorum mutfağa, yiyecek bir şey yok.

Sordum: Peyniriniz var mı?

Dandik mandik var bir peynir

Tost ekmeği de bulduk

Bir domates kaldı, onu da getirttik

Yeşilliği de bulduk mu sana? :)

Ben gömüldüm İngiliz usulü sandviç yapmaya, onlar seyrediyor.

Aldım iki dilim tost ekmeğini,

Önce biraz mayonez sürdüm

Peyniri, dilimlenmiş domatesi ve yeşilliği koyup sandviçi katladım

İngiliz usulü çaprazlama kesip iki üçgen sandviç çıkarttım ortaya

Afiyetle yedim, peşinden mutfağa girip iki tane daha yaptım

Ben yaparken gözlerini dikmişler, sırıtarak bakıyorlar























Aga biz sandviçlerle birlikte bir iki bira daha içtik

Kafa da hafiften güzelleşti mi?

TEBEŞİR dedim

Tebeşir geldi

Gittim, kapının ağzındaki mönüye Türkçe yazdım:

PEYNİR - DOMATES - SOĞUK TOST: 3 RİMİMBİ

Akşam kontrole gittim, tost ekmekleri bitmiş :)

4 Gün boyunca her gün öğle saatlerinde biralamaya gidiyorum

Ben daha kapıdan girerken uzaylı gösterir gibi birbirlerine beni gösteriyorlar :)







Çinliler taklitçidir.

Kendi mantıklarıyla üretebildikleri hiç bir şey yok

Ama ananızı götürün, çakmasını yapıp babanıza hediye ederler :cool:

Çinliye verdiğiniz ilk sipariş dört dörtlük gelir

Aynı üründen ikinci siparişi verdiğinizde işi b.k ettiklerini görebilirsiniz

Tek atımlık barut gibiler yani :cool:


İki Koreli, iki Türk, otelin lobisinde sıcaktan kaçmış, buz gibi biralama yapıyoruz

Hıyar söğüş istedik.

Bir hıyarı tuhaf şekillerde kesip, üzerine Hindistan cevizi gibi bir şey rendelemişler

BU NE diye sordum, sarımsakmış

Aga bir hoşuma gitti, zaten 4 kişiyiz tak tuk derken bitti

Yenisini istedik

Bu sefer daha büyükçe bir tabakta geldi ama,

üstü kahverengi bir sıvıyla kaplanmış

Soya sosuyla kaplamışlar, üstüne de sarımsak rendelemişler

Tadı tuzu gitmiş, bambaşka bir şey gelmiş

İlk gelen böyle değildi

Niye böyle getirdiklerini soracak oldum, Koreli arkadaş cevapladı:

IN CHINA, YOU LL NEVER GIVE REPEAT ORDER

( Çinde aynı sipariş iki kere verilmez )























Guangzhou'da akşamları yapacak iki şey var

GRAND CHINA HOTEL'e gidip barında müzik eşliğinde içeceksiniz

Kafayı bulunca da masaj salonuna gidip ayılacaksınız :)

Otelin barına geleneksel kıyafetiyle bir Arap oturmuş şarap içiyor

Bi dudağı yerde bi dudağı gökte dedikleri bu

Ben diyeyim 150 kilo, siz diyin 200 kilo

Durup durup barın arkasındakilere sesleniyor:

HEY SEN. KARIN VE ÇOCUKLARINLA MİSAFİRİMSİNİZ. DUBAİ'YE BEKLİYORUM SİZİ

SEN. KOCAN VE ÇOCUKLARINI AL GEL. MİSAFİRİMSİNİZ

Derken, yanında oturuyorum ya, bana döndü

Nerelisin ne iş yapıyorsun falan derken,

Beni de davet etti Dubai'ye.

Benim o ara aklımda bir tek şey vardı

İki resim çektirip wardom'a paslayayım

Resimleri çektim, bardan ayrıldım

Giderken arap ısrar ediyordu: Gitme biraz daha içelim

Gözüne kestirdi zik.çek galiba :D

























Bu Urfa ve Çin meseleleri, bir de Sivas meselesi çok su götürür

Devamı gelecek ;)




19 Ağustos 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 4 )



Madem Urfalı'dan girdik konuya, Urfalıyla devam edelim

Bunlar biber manyağı.

Askerliğim sırasında Badilli aşiretinden Ömer vardı

herif kuru fasulyesine öyle biber koyardı ki; Biz sadece yemeğinin suyundan yarım kaşık alır

Yemeğimize katardık, onu bile yiyemezdik.

Acıyı leblebi niyetine yiyorlar




Biz, 600 000 usd sermaye sözü aldık mı?

TAYLAND'A GİDİYORUZ diyiverdim

HÖ? TAYLAND DA NE LA?

Şimdi amcamlar düşünüyorlar tabi Tayland'da ne işim var diye

Alışmışlar Kore'den, Çin'den ürün almaya.

Her sene ilk görüşmelere mutlaka patronun oğlunu da yanıma alırdım

Ki; Gelsin, fiyatları görsün, sonra komisyon aldığımızı falan iddia etmesinler ;)

Biz rotayı çizdik.

Tayland, Endonezya, Kore.

İlk durak Tayland, Bangkok..























Bu, Tayland'a üçüncü gelişimdi ve önümüzdeki yıllarda üç kez daha gelecektim :)

Tayland, çocukluğumun rüyasıdır benim.


1970 li yıllarda Silvie Kristel'in EMMANUEL filmini gördüğüm günden beri hep gitmek istemişimdir.

Ayrıca İngiltere'de bir akşam televizyonlarda bir TAYLAND programı izlemiştim

Programın ana fikri: TAYLAND'A GİTMEYİN!

Sebep?

Sebebini bir belgesel tadında 1 saat boyunca anlattılar.

Gemilerden filikalara binen insanlar,

Filikalardan kumsala inen insanlara ALLAHHH MÜŞTERİ GELDİ dercesine saldıran kadınlar,

Gizli kamerayla çekilmiş 13 yaşındaki kızlar için yapılan pazarlıklar,

Halkın çok fakir olduğundan, fuhuşun bir sanayi haline gelmiş olması,

Kıçıkırık bir para ödeyip iki tane kız tutan bir İngiliz

Küvetin içine yatmış, biri omuzunu keseliyor diğeri kucağına oturmuş,


Sonuç itibarıyla; Denetimsiz seksin AİDS e yol açtığı imasıyla

İngiliz hükümeti kendi vatandaşlarına Tayland'a gitmemeleri için program bile yapmış.

Tabi bu programdan sonra Tayland'a uçak seferlerinde patlama oldu :)

Bizim de kafamızda iyice yer etti Tayland ;)

( aşağıdaki resime dikkatli bakın. Bir dolar= 40 Baht üzerinden hesabınızı yapın :)























Bu arada hemen belirteyim, Tayland'da 13 yaşlarında kız falan vermiyorlar

Sadece kakalıyorlar

Öyle kızlar var ki; Yaşı 28, görüntüsü 13-14

Öyle insanlar tanıdım ki; Yaş 55, görüntü 30 falan :)

Salak İngilizlere fırından yeni çıktı diye kart karıları kakalıyorlar

Ki; Bu da iyidir

Kız diye transseksüel de kakalayabilirler, soyduğunuz zaman farkına varabilirsiniz.

Örnekleri aşağıda :)























Bangkok'a indiğinizde iki şey dikkatinizi çekiyor.

Aşırı nem ve sıcak

Şehrin berbat kanalizasyonumsu kokusu.

Sıcak ve nemden ortalıkta gündüz dolaşmanız mümkün değil

Biz bir cuma günü indik Bangkok'a

3 Saatlik bir iş görüşmesi için tam 4 gün konaklamak zorunda kaldık.

Benim Urfalı kapandı odasına, bol bol Hint filmi izledi

Ben ishal oldum, hastayım ayaklarına yatıp odamdan çıkmadım :)

Aslında odaya hiç gelmedim desem yeridir ya, neyse :)







Kanalizasyon kokusu dedik ya,

Aslında o koku kanalizasyon kokusu değil, durian meyvesinin kokusu.

Öyle bir şey ki bu durian, hayatınızda yediğiniz, yiyeceğiniz en lezzetli meyve

Ama bir kokusu var, lağım.

Burnunuzu tıkayıp ağzınıza ilk lokmayı attığınızda o koku kayboluyor

Yerini muhteşem bir lezzete bırakıyor.

Ne kadar iğrenç koktuğunu şu şekilde anlatayım;

Seyahat sırasında valizinizde bile bulundurmanız yasak

Uçağa zinhar durian ile binemezsiniz

Otellere sokulması yasak





















Endonezya'dayken bir ara durian alıp otele götüreyim dedim,

İki üç kez bandaj yaptırdım,

O da yetmedi, BOSS mağazasına girip bir BOSS marka poşet aldım

Durian ı onun içine koydum ve otelin kapı denetlemesinden öyle geçtim.

Otelde de, onu odanızda yiyemezsiniz

Oda servisi geldiğinde kokuyu alabilir.

Banyoya girecek, orada yiyecek, kokuya sebebiyet veren çekirdeğini sıkı bir şekilde saracak

Derhal otelden dışarı çıkıp bir çöp bidonuna atacaksınız..



( Konu nerelerden nerelere gidiyor :) )























Tayland'a ilk gittiğim 1997 yılında sabah kahvaltısını karpuz, ananas ile yapıyordum.

Uzak doğu kahvaltı kültürü bize ters

Peynir, zeytin, domatesten vaz geçtim

Lan sabah sabah tavuk, balık, makarna yenir mi?

Yiyor amcamlar. Hem de kıtlıktan çıkmış gibi yiyorlar :)

Biz, paramızla aç kalkıyorduk masadan

Daha sonralar, gelen turistlere göre dizayn etmeye başladılar kahvaltı masalarını























Tayland, özellikle Bangkok tam bir fuhuş yuvası.

Yolda yürüyorsunuz, normal giyimli kadınlarla karşılaşıyorsunuz

Ve bu kadınlar hep yüzünüze gülümsüyorlar

Turistsiniz ya, turiste güler yüz gösteriyorlar

Oysa öyle değil

Tayland'da bir kez olsun fahişelik yapmamış insan neredeyse yok gibidir

Yüzünüze sebepsiz gülerek nezaket gösterenlerin tamamı fahişe

Ve onlarca, yüzlerce değil, binlercesi var.







Biz şimdi patroncuuumuza hastayız ayaklarına yattık ya


Akşam saat 21.00 oldu mu, duşumuzu alıp çıkıyoruz sokağa.

Benim favorim, karısı Taylandlı, kendisi İskoç, John'un barı.

Gidiyorsunuz, bir iki bira falan derken yavaş yavaş müşteriler gelmeye başlıyor

İçeride yaklaşık 40 kişi civarında müşteri var sa, çalışanlar dahil, en çok 8 tanesi Taylandlı

Gerisi İngiliz, İskoç, İrlandalı, Amerikalı ve tabi ki TÜRK :cool:

Bir saatten sonra o ona laf atıyor, diğeri diğerine laf sokuşturuyor

Herkes aynı kafayı, aynı atmosferi yakaladığında tam bir kahkaha bombardımanı :)






















Ortada bir iki Taylandlı kız var ama, kimseyle ilgilenmiyorlar

Almışlar ellerine bir içki, içiyormuş gibi yapıp zaman öldürüyorlar

Daha sonradan öğrendim, bunlardan birisi bir İngiliz'in karısıymış

Ama hatun dadından yinmez kıvamında ;)

Bu arada bir gemi çanı gördüm tam barın üstünde

Arkasında da bir yazı. Şöyle ki:

























Kim bu çanı çalarsa, bardaki herkese içki ısmarlamış oluyor.

Çan öyle bir çalıyor ki; İki sokak öteden duyuluyor.

Ben, sanırım 5. biradan sonra kahkaha bombardımanına kapılıp çanı çalmak gafletinde bulundum..

Barın arkasındaki çalışanlar birden hareketlendiler

Kim ne içiyorsa, herkese aynı içkiden bir tane daha veriyor

Kimin önünde ne varsa, viski, cin, vodka, bira, portakal suyu,

Hemen önüne bir tane daha servis veriliyor

Tabi kendileri de birer tane almayı ihmal etmiyorlar
























Senin ikram ettiğin içkileri alanlar birer ikişer sana dönüp şerefe yapıyorlar

Cheers

Cheers canım

Cheers

Cheers anam

Cheers

Cheers anam babam

Derken, Carlsberg içiyorum ya,

Önüme bir şişe Carlsberg geliyor.

BU NE?

Şu beyden

Dönüp bakıyorum o bey kim diye?

Kadeh kaldırıp cheers yapıyor

Cheers anam.

Lan..

Derken bir bira daha


Peki bu ne?

Şu beyden

Bakıyorum şu beye, cheers yapıyor

Cheers canım benim

Derken bir daha, bir daha

Lan..

Kime ne ısmarladıysak hepsi de benim içtiğimden bana karşılık veriyor


Barın sahibi John'a DUR AÇMA HEPSİNİ. DOLABA KOY, BİTTİKÇE AÇARSIN dedim























Wardom!

İster inan, ister inanma.

O gece tam 22 bira hediye geldi.

Benimkilerle beraber 26 bira devirdim.

Gerisi muamma :)



20 Ağustos 2014
 
Son düzenleme:
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 6 )



İçinizde hiç porno sitelere girmemiş kişi var mıdır?

Sanmam.

Bizim forum imamı bile girebiliyorsa, herkes ucundan kenarından mutlaka girmiştir.

O porno sitelerde gizli kamera kayıtları alt başlığını tıklayanlar

tuvalette mastürbasyon konularına illa ki denk gelmişlerdir

Tuvalette kendinden geçmiş mastürbasyon yapan kadınlar genellikle Japonlardır.

Neden?

Sebebini birazdan öğreneceksiniz :)























Singapur Hava Yollarıyla Tayland'dan Kore'ye yola çıktık

Seoul'e indik.

İndik inmesine ama, uçaktan inen Kazakistanlı bir grup ve biz iki Türk bekleme salonuna alındık.

Ne hikmetse, bizi bırakmıyor polisler.

Kore polisleri de buz gibi insanlar.

Polis eksikliğinden dolayı hapishane gardiyanlarını getirip buraya koyduk deseler inanırsınız.























La millet gitti, biz bekliyoruz.

Yahu niye bekliyoruz?

Cevap yok.

Sadece BEKLEYİN diyorlar, o kadar.

Bizi tıktılar bir odaya, kimsenin çüküsünde bile değiliz.

Unutulduk bir anlamda.

Arada bir çıkıp polise what is the problem? diyorum

WAIT diyor, başka bir şey demiyor.

Bazen sanki orada yokmuşsun gibi davranıyor, yüzüne bile bakmıyor.

Ahan da.. En seksileri bu, gerisini siz düşünün artık :D























Pasaportu olanlar bilir. Resminizin olduğu sayfa bir nesneyle kaplanmıştır.

Polisin biri bir ara benim resmin olduğu sayfayı tırnağıyla tırtıklamaya başladı

Acaba kaplama gerçek mi, sahte mi, onu test ediyor

Zaten iki saattir bekliyorum, anasını satiim koptuğu yerden kopar dedim:

HEY HEY HEY. O, BANA TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARAFINDAN VERİLMİŞ BİR PASAPORTTUR

SEN, BENİM ÜLKEMDEN DAHA BÜYÜK DEĞİLSİN.

OYNAMA PASAPORTUMLA!

Yüzüme baktı, bıraktı pasaportu

Bu arada bizim Emin'in aklına YANG AMCA geldi.

YANG AMCA'yı aramalarını istedik, aradılar.

YANG AMCA bize kefil oldu, şehre girişimizi verdiler

( Yang Amca ve biraz sonra bahsedeceğim CENK, aşağıdaki dairelerdeki insanlar )























Bir amir geldi, YANLIŞ ANLAŞILMA OLMUŞ ÖZÜR DİLERİM. BUYRUN, SERBESTSİNİZ dedi ama beni kesmedi tabi.

Neden 3 saat burada tutulduğumuzu bilmek istedim.

Söylediği aynen şuydu:

Biliyorsunuz, sizin ülkenizle bizim aramızda bir vize sözleşmesi var.

Bunu fırsat bilen insanlar buraya yerleşip çalışma amaçlı olarak gelebiliyorlar.


Lan bunu söylersin de Gila lafın altında kalır mı?

SEN, TÜRKİYE'DE KAÇ BİN KORELİ ÇALIŞIYOR BİLİYOR MUSUN?

SEN TÜRKİYE NASIL BİR ÜLKEDİR BİLİYOR MUSUN?

BENİM ÜLKEMDEN BURAYA HANGİ APTAL YERLEŞMEYE, ÇALIŞMAYA GELİR?







Uzun yolculuk yapanlar bilir.

İlk işiniz, otele gider gitmez soyunup dökünmek ve tuvalete yerleşerek rahatlamaktır :)

Biz, 1 saat kadar bir yol aldıktan sonra ROYAL OTEL'e yerleştik.

Emin ve ben farklı katlarda farklı dairelerdeki odalarımıza gittikten sonra

Ben bir taraftan dökülürken diğer taraftan minibarı açıp bir kutu bira açtım ve tek nefeste diktim.

Peşinden girdim tuvalete

ANANI!!!

BU NE LAN???
























Bilenler bilir, tekstil piyasasını ilk Japonlar ele geçirmişti

Daha sonra Koreliler, her alanda olduğu gibi Japonları taklit ederek hükümranlıklarına son verdiler

Koreliler'i de Çinliler taklit edince Kore balonu da söndü :)

Gördüğünüz bu tuvalet, Japon icadıdır.

İlk kez kullanmak, ilk kez araba kullanmaktan zor :)

Üzerindeki düğmeler yıkama, kurulama, erkek, bayan

Töbe töbeeeee


Hadi yıkamayı anladık.

Kurulama?

Deneyelim :)

Bastık kurulama düğmesine, hafiiif hafif, insanı mest eden bir hava üfürüyor :)

Tamam, onu da anladık. Peki bayan - erkek neyin nesi?

Bastık bayan tuşuna, hava üfleyen çubuk 3 cm kadar ileri çıktı

Direk lüpus grandüs malafatüs ümüzü üflemeye başladı alttan alttan :p

Öyle üfürüyor ki; Zevke gelmemek işten bile değil :)
























İşte vatandaş..

Tuvalette gizli kamera yerleştirilmişken mastürbasyon yapanların Japon olmalarının sırrı bu.

Kadın oturuyor klozete, ver ediyor kurulamayı, hazza ulaşıyor,

Sonra hazır başlangıç yapmışken daldırıyor elini,

Kendi happy ending ini kendisi getiriyor :)

Bir saat kadar sonra yemek için aşağıda buluştuğumuz Emin bana bakıp sırıtıyordu

Ben de sırıtıyordum

İkimiz de neye sırıttığımızı biliyorduk :cool:

Bu arada, kaldığımız otel müsveddesi bu..






















Royal Otel, şehrin merkezinde, alışveriş mağazalarının orta yerinde bir oteldi

Otelin hemen önündeki cadde sadece yayalara ait, dükkanların olduğu caddeydi.

Akşam olup hava kararıp, dükkanlar kapatınca bir minibüs geliyor

Minibüsten inen kadınlar sağa sola portatif masa ve sandalyeleri yerleştiriyorlar

Arka kapağı açıyorlar, koca bir ocak, sağa sola yerleştirilmiş yiyecek malzemeleri

Ve içkiler.

İki saat önce milletin alışveriş yapmak için gezdiği sokak

Bir anda boş, sadece yemek ve içmek isteyenlerin masalara yerleştiği

Sessiz fısıltılarla sabahın ilk ışıklarına kadar sohbetlerin edildiği bir sokak lokantasına dönüşüyor.







Gece uykum kaçtı, saat 02.00 gibi pencereden kafayı uzattım ve caddenin durumunu gördüm.

Hemen indim aşağıya yerleştim bir masaya, aldım bir bira.

Bir süre sonra bir şeyler yemek istedim, la bana göre bir şey yok.

Yumurta vardı, çift yumurtalı omlet aldım.

Bitti, bir daha aldım.

Ekmek yok bir şey yok, yirmi tane yesen hikaye :)







Bu sabahın ilk ışıklarına kadar süren sokak lokantasında bir şey dikkatimi çekti.

İleride bir masada iki kız oturmuşlar, içiyor ve sohbet ediyorlar.

Diğer masalarda ikili, üçlü içip sohbet eden ve hatta sarhoş olan çocuklar da var

Lan biriniz de dönüp çevirin kafanızı

Ahan da orada iki tane kız oturuyor işte.

Yok birader..

Kimse kafayı çevirip bakmıyor bile

Herkes kendi dünyasında yaşıyor

Kızlara arada bir bakan bir çift göz varsa, o da benimkiler :)























Türkiye'de mümessil firmalarda çalışan her Koreli'nin bir Türkçe adı vardır

Hou syoung Kim ( Hasan Kim ) gibi

Bunlar, otele bize bir tercüman yolladılar

Gelen tercüman Yang Amca'nın yeğeni ( resimdeki çocuk )

Biz buna kestirmeden ÇETİN adını verdik

Daha sonraki yıllarda Türkiye'ye çalışmak için geldiğinde adını CENK olarak duymaya başladık

Bu vatandaş bize tercüman olarak geldi ama bi halt bilmiyor

İngilizce yok

Türkçe yok

E peki neyin tercümanı bu?

Ne söylesek sadece sırıtıyor

Baktık bu iş olmayacak, tercümana da bir tercüman yolladılar

Bu sefer gelen bir kızdı ve Türkçe adı Chai Di Jong ( Duygu )

Kız İngilizceyi patır kütür, Türkçeyi çatır çatır konuşuyor

Ankara'da üniversite okumuş

Sonradan işi çözdük ki; Yang Amca yeğenini bize ajan olarak yollamış

Nereyle, kiminle ne iş yaparsak yapalım komisyon alacak ya, o hesap ;)







Bu Duygu, Beşiktaş Takımı turnuva için Kore'ye gittiğinde takıma tercümanlık yapan üç kişiden biri

Arada bir takım ile ilgili sohbetler ediyoruz

O zamanlar başkan Serdar Bilgili

Demirören, futbol şube sorumlusu

Sinan Engin genel kaptan

Tek tük bilgiler veriyor takımla alakalı

Sergen çok savruk

İlhan Mansız sürekli kitap okuyor, etrafıyla muhatap olmuyor


Tayfur Havutçu tam bir beyefendi

Sinan Engin bizi çok utandırdı..























Sinan'ı çocukluğundan beri tanırım.

Küçüktü, Beşiktaş'ta da oynadığı için hepimiz severdik

Gün geldi, 1.5 milyon liraya profesyonel imza attı

O gün bildiğimiz sevimli çocuk gitti,

Sonradan görme, millete tepeden bakan, kibirli bir ukala geldi.

Gültepe'de Sinan'ı seven insanların sayısı iki elin parmaklarını geçmez







Ben bu işin sebebini sordum

Sinan'ın birtakım istekleri olmuş diğer iki erkek tercümandan

Onlar halledemeyince Duygu'ya gelmiş:

Ya Duygu. Bunlar halledemiyor. Sen hallet şu işi. Bul işte yaa dedikçe kız renkten renge girermiş.

Canı ille de tarhana çorbası çekmiş, onu istiyormuş :)

( Gelip yakamıza yakışmasın da, ne istediğini açıkça yazmış olalım :cool: )



Geçenlerde Kanyon AVM de gördüm Sinan'ı

Bir lokantanın dışa bakan masasında iki kişiyle oturuyordu

Bir ara göz göze geldik, kafamı çevirdim.

Hayır, selam versen, almamaya kalkar, madara olursun

Ki; Selam verilecek adam da değil :cool:


Ne de olsa büyük adam olmuştu Sinan

O kadar büyük adam olmuştu ki; Fok balığı gibi yayılmıştı koltuğa :p

























Kore'de şu an görüntülerin değiştiklerini söylüyorlar ama o zamanki görüntü aynen şuydu:

Yolda yürüyen bir erkek: Ağzında mutlaka bir sigara, tüttürüyor

Yolda yürüyen bir kız: Kulağında mutlaka cep telefonu, konuşuyor.

Erkeklerin ortak özellikleri içki içerken sınır tanımamaları

Küfelik olana kadar içmeleri

Toplu olarak ta sarımsak yemeleri en başlı özellikleri

Kırmızı turp gibi bir sarımsakları var,

İnce ince dilimleyip, közleyip közleyip yiyorlar.

Kore ile bütün irtibatım 3 günlük oldu

Bu 3 gün içinde gündüzleri hep iş yaptık

Geceleri içip içip durduk.

Kore'ye yolu düşen veya Kore mutfağıyla yüzleşen olursa

Kimchi nin tadına mutlaka bakmalı.

Kore usulü bildiğiniz lahana turşusu

Ama yok böyle bir lezzet :cool:






















Tayland bizim ilk durağımızdı

Otele girdiğimizde iki saat sonrası için anlaştık Emin Bey ile

Tesadüf bu ya, lobiye inerken aynı asansörde karşılaştık

Emin Bey bendeki alkol kokusun almıştı

Yusuf bey. Viski içmişsin dedi

İçkiye karşılar ya

Kendi firmalarında çalışanlar da gundi ya

Onlar nasıl hareket ediyorlarsa herkes aynı olmak zorunda ya :)

Viski değil bira dedim.

Ve ilk ayarımı verdim genç patroncuuuma:

Bak Emin bey.

Sabah 8, akşam 7 bana para ödüyorsun.

Bu saatler senindir.

Bu saatler dışında istersem etek giyer meydanda dolaşırım.

Bu kimseyi ilgilendirmez

Kore'de de bir öğle yemeğinde bana dönüp:

İstersen bira içebilirsin diyince ikinci ayarı aldı:

Şu an iş saatindeyiz. Kesinlikle içmem..







Öğle yemeği de ne öğle yemeği ama :)

Bizim Hasan Kim soruyor: Ne yersiniz?

Emin pek emin olmadığı için her yerde bulgugi istedi.

Bulgugi dediğiniz, sığır eti barbekü

Masanın ortasında bir çukur mazgal

İçine harlı yanan bir köz getiriliyor

Yukarıdan da helezon bir baca indiriliyor

Etler kıtır kıtır kesilip, kızartıldıkça masalara servis yapılıyor























Bana ahtapot sordular, Bayılırım dedim

Aga masanın ortasına getirdiler bir piknik tüp

Üstüne kocaman bir vok tava

İçinde bir yığın sos

Kızın biri bir küçük mürekkep balığını canlı canlı getirdi

Kıtır kıtır makasla kesip attı tavanın içine

Ki; Tavadaki soslar henüz ısınmamıştı bile

Ben pişecek mişecek diye bekliyorum

Bizim Hasan Kim, ahtapot doğrandıktan sadece birkaç dakika sonra uzattı çubuğunu

Sosa batırdı, lup..

E HADİ dedi

Şaşkınlıklar içindeyim.

Lan az önce kestiğin ahtapotun kolları hala kıvır kıvır oynuyor :)

Tamam, biz ahtapot severiz dedik ama, Bodrum usulü güveç falan sandık :)


Yemesek aşağılanmış hissedecek, çünkü severek istedik

Yesek başka türlü.

El mahkum yedik. Ama nasıl yedim, bir de bana sorun.

Akşama kadar o kıvrımlı vantuzlu kollar midemde kıvır kıvır kıvranıyor

Ya da psikolojik olarak ben öyle algılıyorum






















İngiltere'ye işçi olarak giden, atölyelerde makinacılık yapan kadınların bir lafı var.


Londra Londra dedikleri

Gündüz dikiş akşam z.kiş

Başka da bir şey yok.

Bizim Kore de, gündüz iş güç kovalamaca

Akşam bol içki

Başka bi halt yok.



26 Ağustos 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 7 )





Uzun yolculuklarda konfor şart.

Örneğin; İstanbul'dan Endonezya / Bandung'a gideceksiniz.


Sabah, rutin olarak saat 07.00 civarı kalkıyorsunuz.

Saat 13.30 da uçak kalkıyor, 4 saat sonra Dubai'ye iniyor

Yolcular iniyor, yeni yolcular biniyor, siz bu arada iniyor ve dolaşıyorsunuz

2 Saat sonra uçak yeniden kalkıyor, 7 saat sonra Singapur'a iniyor.

Burada herkes iniyor ve yaklaşık üç saatlik beklemeden sonra bir başka uçak ile Jakarta'ya 1 saat 25 dk. lık bir yolculuğa çıkıyorsunuz.

Toplamda 12 - 13 saat havada, beklemeler ile birlikte yaklaşık 17 saat sonra karaya ilk adımı atıyorsunuz. Bundan sonra gideceğiniz 4 saatlik yolu saymıyorum bile.

Hal böyle olunca konfor arıyor insan.

Uzak doğu yolculuklarında hem verdiğiniz paranın tam karşılığını alabilmeniz

hem konforlu uçuş sağlayabilmeniz için Singapore Airlines'ı tek geçerim.

Peşinden EMIRATES gelir.

Aynı güzergaha giden QATAR ve THY en berbat uçuş konusunda birbirleriyle yarışır dururlar























THY den oldum olası hoşlanamadım.

Gerek uçuş güvenliği, gerek kaliteli servis yönünden çok alt sınıflar.

Paris'e gittim, uçak Yugoslavya üzerinde arızalandı, dualarla geri dönüş yaptık.

Moskova'ya gittim, elini attığın yer elinde kalıyordu


Üst sınıf uçaklara verdiğiniz paranın neredeyse iki katını vermeniz de cabası.

Bir gün, bir sahtekar ile anlaşma yaptım ve firmaya adım atar atmaz acilen Çin ve Endonezya'ya gitmem gerekti.

4 gün içinde gitmem lazım fakat 4 gün önceden yer bulabilmek mucize olurdu.

Firma sahibi akp li olduğu için il teşkilatını aradı, yarım saat içinde THY ile yer buldular.

Fiyat, SQ ( Singapur Havayolları ) nun aldığı fiyatın 2.5 katıydı.

Mecburen gittik.






Uçak Dubai'ye indi ama yolcuları indirmediler.

Uçak Singapur'a indi, yine yolcuları indirmediler

Sigara krizimiz tavan yapmış ama sanırım hava alanı vergisi vermek istemediklerinden yolcuları indiremiyorlar

Nihayet 17 saat sonra Jakarta'ya ulaşabildik.
























SQ ve EMIRATES, yolcularına genellikle iki çeşit yemek sunarlar.

Tavuk veya sığır / Balık veya sığır

Yol daha da uzağa gidiyorsa ( Çin'e örneğin ) menü üçe çıkar.

Domuz..

Oysa THY tek çeşit getirir önünüze.

SQ yemek saati geldiğinde dört koldan saldırıya geçer,

471 kişilik uçağın tamamının yemeğini en çok 20 dakikada içecekler dahil verip işini bitirir.

THY ön sıradan yemek servisine bir başlar

Arka koltuklara sıra gelene kadar ön taraftakiler yeniden acıkır :)

Sebep gayet açıktır.

Deneyimsiz, acemi, dil sorunlu ve az sayıdaki personel.

Bilirsiniz ki; Bizde işler torpille yürür ;)
























Bizim 17 saatlik uçuş çok zorlu geçti. Sıkıldıkça insanlar ayağa kalkıp turluyorlar.

Bir ara ben de turluyorum, yemek hazırlığı yapan iki genç eleman ile laflamaya başladım.

Bir de çıtı pıtı, çekik gözlü, güzel bir kız oturmuş onların yanına, laflıyorlar.

Aslında pek lafladıkları da yok. Kız konuşuyor, onlar arada bir cevap verip, bolca ehehe yapıyorlar :)

Anladım ki; Dil sorunları var.

Kız, SQ Hostesiymiş. Yemek hazırlanırken sordu:

Kaç çeşit seçenek sunuyorsunuz?

Çocuk sıkılarak: Tek çeşit dedi

Ben, ASLINDA İKİ ÇEŞİT SUNUYORLAR dedim

Kız lafı ağzıma tıkadı: EAT OR NOT. ( İster ye ister yeme )







Uçak yolculukları genelde keyiflidir.

İlk uçuşumda 17 saat boyunca gözümü kırpmadım.

Bir taraflarımdan yusufçuk yusufçuk sesleri geliyor tabi :)

Uçak fobisi olanlara kendi bulduğum yöntemi söyleyeyim:

Şöyle düşünün..

Şu an havadasınız ve aynı anda dünya semalarında binlerce uçak var.

Sadece İstanbul ATATÜRK HAVA LİMANI günlük uçak iniş - kalkış sayısı, ortalama 1100.

Düşünün ki; Havada her gün onbinlerce uçak hareket ediyor.

Kırk yılın başı bir uçak kazası duyuyorsunuz.

Bu düşünce beni rahatlatır.























İlk uçuş 17 saat ve gözümü kırpmadım. Ha babam de babam film izledim.

Sonraları, daha uçak kalkmadan uyuklamaya başladım.

Tabi, uyuyamayacağınız uçak yolculukları da yok değil.

Örneğin; Jakarta - Bandung arasını bir aralar Merpati Airlines'a ait pırpır uçaklarla yapıyorduk.

Jakarta'dan Bandara Huseyin hava alanına yaptığımız 25 dk. lık uçuş tam bir adrenalin patlaması.

Ben bu uçaklara flying coffin ( uçan tabut ) diyorum

Çünkü, en ufacık rüzgarda langır lungur sallanıyor

Rüzgar biraz sert esiyorsa uçmuyorlar :)
























Bu uçaklarla değil de tren ile de seyahat etme şansınız var tabi.

Tren yolculuğu 3 saat sürüyor ama zevkten sekiz köşe oluyorsunuz.

Üç tane kompartıman var.

1. mevki, 2. mevki, sigara çay kompartımanı.

Bu sigara çay kompartımanında kapılar açık.

Alıyorsunuz kıçınızın altına bir kola kasası,

Bir elinizde içeceğiniz ( muhtemelen çay ) diğer elinizde sigaranız, yapraklara sürte sürte gidiyorsunuz :)

Ormanın içinden, zaman zaman yürüyüş hızıyla, çok çok 40 km. hızla giden trenin büyük palmiye yapraklarına çarpa çarpa gitmesi,

Sizin o sırada açık kapıdan kendinizi doğanın içinde hissetmenizin verdiği haz hiç bir şeye değişilmez.























Bir ihtiyar geldi kompartımana, sağa sola selam falan verdi

Bir ara bana döndü

Bende salaş bir tişört var, göğüs kılları öylece ortalıkta

SEN dedi. NERELİSİN?

Türk'üm

AÇ AÇ AÇ..

Lan neyi açacağım?

Adam geldi benim tişörtün göğüs kısmını aşağıya doğru indirdi

Göğüs kıllarımı gösteriyor.

HEY. BAK. BEN BUNLARDAN ÇOK GÖRDÜM

Hay ananı..

Lan kendimi bir anda maymun gibi hissettim.

İhtiyar oradaki herkese tek tek sesleniyor.

BAK.. BEN BUNLARDAN ÇOK GÖRDÜM..

O coğrafyadaki erkeklerin tamamına yakını kılsız, kösedir.

Kıllı erkek, uzak doğu kadınlarının en büyük tercihidir :)

Lan dedim, öyle olmaz böyle olur.

Çıkarttım tişörtü, omuzlarımı da görsün adiler

ERRRR KEKK GÖRSÜNLER ULAAAAAYYYNNNNN :p
























Uluslararası uçuşlarda görgüsüzlüğü ve kibiriyle dikkati çeken millet, Arap milletidir.

Hava alanlarında kendini beğenmiş, alçak dağları yaratmış edalarıyla sağa sola yalpalaya yalpalaya, semtin kabadayısı gibi yürüyen para şımarığı, gencecik, 150 kiloluk obez Arapları görmeniz olasıdır.

Bu obezlerin en büyük özellikleri, uçak kalkmaya hazır olduğu zaman telefonlarını açarak sağa sola telefon etmeleridir.

24 Saat konuşmaz kefereler, tam uçak kalkışa hazır,

Cart diye telefon açıp konuşmaya başlarlar.

Uçağın içinde birisinin çocuğu ağlıyorsa, dönün bakın, arap olduğunu göreceksiniz.









Biz Türkler de pek uyumlu millet sayılmayız.

Kadın bilet almış ama kızlarıyla yan yana oturmak istiyor

Oturmuşlar üçü bir araya ( üçü bir arada dedikleri bu sanırım :p )

Aabiciiim, kim gelirse gelsin, kalkmıyorlar.

Kızların suratları masum ama ana şirret şirret bakıyor pilota.

KALKMAM diyor, başka bir şey demiyor.

Eninde sonunda kalkmak zorunda kalıyor tabi :)


Bununla birlikte, pilotun uçağı yere indirdiği anda kopan bir alkış tufanı ile karşılaşırsanız

Bilin ki THY ile uçuyorsunuz ve yolcuların tamamına yakını Türktür :)







Yeri gelmişken, hava alanlarından da bahsetmek lazım.

Dubai Hava alanı iki katlı, düz bir satıh üzerinde oluşturulmuş.

Git gel Ankara Konya 6 saat dedikleri gibi bir ileri bir geri gelebiliyorsunuz.

Alt kat da aynen öyle.

Dinlenebilecek yeriniz fazlaca yok ancak, Arap Kültürü'nün iyi olan yönü şu ki; Yerler tamamen halıyla kaplı.

Uçağını beklerken halının üzerinde yatıp uzanan uyuyan insanlar azımsanmayacak kadar az























Bir de içki içebileceğiniz yer var Dubai Hava alanında.

Bir bira 18 usd. gibi bir şey.

Alışveriş yapmak, bir şeyler almak istiyorsanız, yanınızda mutlaka yerel para bulundurmak zorundasınız.

8 Dirhemlik bir şey aldınız, 100 usd verdiniz. Yandınız :)

Para üstünü kesinlikle dirhem olarak alacaksınız.

İşiniz yoksa o parayı harcamaya tırmalayın durun :)



Hava alanı pub da yanıma bir kız geldi, bir bira istedi

Döndüm: RESİM DE ÇEKTİRECEK MİSİNİZ? diye sordum

Şaşkın şaşkın baktı

ŞU AN DÜNYANIN EN PAHALI BİRASINI İÇMEK ÜZERESİNİZ

BENCE BU ANI GÖRÜNTÜLEYİN

Kız biranın parasını sordu, gözleri fal taşı gibi açıldı :D

Irish willage ( Dubai airport )























Gördüğüm en mükemmel hava alanı Singapur Changi.

Abey. Bir hava alanı düşünün, üç ayrı salon var

Ama, salon dediğin öyle evin salonu falan değil.

Üç ayrı hava alanı desek yeridir.

Salonlar arasında geçiş yapmak için ya labirent gibi uzuuun uzun yürüyeceksiniz

Veya bedava trene binip salon atlayacaksınız.

Bir dakika içinde diğer salona giden bu vagonlar otomatik.

Kullanıcısı yok. Anonslar dijital.

Uzay filmlerindeki gibi :)
























Endonezya'dan Türkiye'ye döneceğim zaman ilk durak Singapur.

Singapur'dan Türkiye'ye uçak hep gece 11.25 te kalkar ( yerel saat ) ve ben hep en az 10 saat önce gider hava alanına yerleşirim.

O 10 saat nasıl geçer, farkında bile olamazsınız.

Başlı başına bir şehirdir CHANGI AIRPORT
























Yiyecek olarak ne isterseniz var. Yok yok.

Bedava sineması var, televizyonları anlatılacak gibi değil.

En ortada bal peteği şeklinde bir altıgen salon

Altıgenin her köşesinde farklı yayınlar yapan birer plazma.

Spor, film, müzik, belgesel, aklınıza ne gelirse.

Plazmalardan en az 10 m. geriden başlayan tek kişilik gömülü koltuklar

İzleyeceğiniz programın karşısında bir koltuğa oturup takılıyorsunuz

Ses?

Sesler, oturduğunuz koltuklara gömülü hopörlorlardan geliyor.

Sizden başka duyan yok ;)























Pub'a girdiniz, iki içki içeceksiniz mesela.

Yok öyle bön bön içki içmek.

Ya biri piyano çalıp biri söylüyor

Ya bir grup program yapıyor

İnsanların orada vakit geçirmeleri ve paralarını harcamaları için ne gerekiyorsa yapmışlar.

Bu arada sigara içme mekanları da müthiş.

Her hava alanında sigara içme odaları vardır

Girdiğinizde gireceğinize pişman olursunuz

Oysa Singapur Hava Alanı'nda sigara içilecek yerler, açık mekanlar

Ay çiçeği bahçesi var mesela

Ay çiçekleri arasında sigaranızı tüttürüyorsunuz

Adım başı sigara içmenize olanak sağlayan açık alanlar mevcut

Bu açık alanlardan kimisi direk şehre bakan bir balkon..
























Singapur Hava Alanı'nda ilginç nesnelerin ve yerlerin resmini çekmeye kalktığınızda en az 200 kare resim çekebileceğinizi hayretle görebilirsiniz...



Bugün Endonezya'ya giriş yapacaktık, uçaklarda takıldık.

Bizimle seyahat ettiğiniz için teşekkürler :cool:



28 Ağustos 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 8 )



Endonezya'ya ilk girişim.

Yıl, sanıyorum 2003 falan olmalı.


Emin ile Tayland ve Kore'de bulgugi yiye yiye bitiremediğimiz öküzün son iki budunu burada bitirmeyi hedefliyorduk :D

Ki; Dönüş yolunda Singapur hava alanında bana şöyle demişti:

Yusuf Bey. Bir öküzü yemiş miyizdir?

Yemişizdir kesin :)

O senelerde Endonezya henüz ülkemiz ile ticarete atılmamıştı.

Şunu övünerek söyleyebilirim ki; Endonezya ile ilk ciddi tekstil işi yapan kişi benim.

Hava alanına ilk indiğimde ÇİTOS reklamındakine benzer, Meksikalı tipli, göbekli bir polis ile yüzleştim.

Demek ki; Bu ülkenin insan profili buymuş..

























Gümrüklerde ciddi sıkıntı çıkartıyorlardı.

Bir ara ( tam telaffuzu böyle ) HEDIYYAHH diye bir şey söyledi

Bir birimize baktık, bir de polise baktık, sırıtıyordu

Emin: Para istiyor galiba. Bende ufaklık yok. Varsa bir 5 dolar veriver dedi.

Verdik 5 dolar, ŞÜKRAN diyiverdi lavuk :)

Tabi Endonezya kendisini çabuk toparladı.

Evelden Bali Adası'na turizm için gelenler dışında, zamanla iş trafiği yoğunlaştı

Hal böyle olunca önce otel fiyatları 45 usd den 176 usd ye kadar çıktı

Otoyollar yapılmaya başlandı

Dolayısıyla hava alanlarına da daha modern görünümlü insanlar yerleştirildi.

Meksikalı tip polis tarih oldu.
























Soekarno Hatta hava alanında bizi Koreli Mr. Kim karşıladı.

Ha bu bağdaş kurmuş lavuğa Mr. Kim diyorlar :)
























Bakmayın öyle sünepe sünepe oturduğuna, kendisi hanedan mensubudur :)

Şöyle ki; Kore'de en yaygın üç isim Kim, Park, Lee dir.


Kore'yi uzun yıllar Lee, Kim ve Park hanedanları yönetmiş.

En çok Lee, sonra Kim ve nihayet Park soy ismi Kore'de çok meşhur.

Bu Koreliler, dünyanın her yerine yayılmış durumdalar.

Nerede bir iş kokusu var, gidip oraya yerleşiyorlar.

O ülkenin fabrikaları ile başka ülkelerin alıcıları arasında bağ kurarak % 3 gibi bir komisyonla çalışıyorlar.

Dünyanın her yerinde oldukları için, diğer ülkelerin esnaflarıyla bağlantı kurmakta hiç zorlanmıyorlar.







Endonezya malını Türkiye'ye satmak mı istiyor?

Türkiye'deki Koreliler ile bağlantı kurarak işini halledebiliyor.


Türkiye'deki Koreliler arasında hakikaten on numara bir adam var.

Mr. Min

Son derece saygı değer, Türkçeyi bizim kadar iyi konuşan bir üstaddır kendisi
























Mr. Min'in enteresan bir anısı var.

Paris, Milano henüz ortalıkta yokken ilk tekstil fuarları Almanya'da kurulurdu.

INTERSTOFF EXHIBITION

Bizim Mr. Kim Kore'den uçakla gündüz vakti Frankfurt'a geliyor

Fuar alanı hava alanının yanında olduğu için otele motele gitmeyip direk fuara gitmeyi tercih ediyor.

Mesafe yaklaşık 8 dk.

Biniyor bir taksiye, İngilizce olarak fuar alanına gitmek istediğini söylüyor.

Taksici açıyor kontağı ve başlıyor TÜRKÇE! söylenmeye:

MINA GODUMUN ÇEKİK GÖZLÜSÜ. 3 SAAT SIRA BEKLE, BEŞ DAKKALIK YOLA MÜŞTERİ AL. MINA GODUMUN UUURSUZ İPNESİ

Mr. Min şoförün omuzuna uzanıyor, eliyle dokunuyor:

ŞŞŞT KARDEEEŞ. AYIP OLUYOR AMA..

Şoförün girdiği renkleri anlatıyor Mr. Min.

Biz gülmekten renkten renge giriyoruz :)







Koreli Mr. Kim attı bizi arabasına, gittik hava alanına.

Merpati airlines ( uçan tabut ) ile Bandung'a geçtik.

O aralar pek iş te yapılmıyor Türkiye ile.



Bu arada söyleyeyim.

Her türlü kumaştan anlarım ama uzmanlık alanım yakma.


Mr. Kim bana YAKMA İLE İLGİLENİR MİSİNİZ dedi.

BURADA YAKMA VAR MI? diyiverdim.

İNER İNMEZ BENİ ORAYA GÖTÜR!

Gözleri parladı.

Adamlar basit bir yakma yapıyorlardı. Teknolojileri biraz eski.

Bu haliyle zırnık sipariş verilemezdi.

O gün tanıştığımız fabrikanın sahibi Mr. Tatang'a dönerek:

ÖNCE SİZİN DESEN KÜLTÜRÜNÜZÜ DEĞİŞTİRMEK LAZIM diyince adam hiç alınganlık yapmadı.

Koca fabrikanın sahibi: LÜTFEN DEĞİŞTİRİN dedi.



O gün ilk adımı atmış olduk.

Getirdiğimiz ürünlerin Kore mi, Japon mu olduğunu soranlara ENDONEZYA cevabı verdiğimizde hep şaşırdılar

Ve Türkiye tekstili ENDONEZYA ile tanıştı.

Büyük işler yapıldı ENDONEZYA ile ve hala yapılmakta

ENDONEZYA ile ilk büyük tekstil işini bu gariban kardeşiniz yapmıştır :cool:

Bahsi geçen yakma da aşağıdaki gibidir :cool:






















Ben yılda 4 kere gidiyorum. Sadece Mr. Tatang ile çalışıyorum.

Her gidişimde hafta başından hafta sonuna kadar Tatang'ın fabrikasına giriyor, orada işi bitirip gidiyorum.

Tatang, Türkiye ile ilk iş yapan insan olmanın

ve benim onu satmayıp, başkalarıyla iş ilişkisine girmememin gururunu yaşıyor,

Biz de biraz burnu büyük takılıyoruz işte :)

İstanbul'daki mümessiller Endonezya'ya yola çıktığımı buradaki fabrika müdürlerine haber veriyorlar,

O andan itibaren tacizler başlıyor.


Otelde, uyurken, sabah kalkmışken, inanın bir keresinde tuvalette zıçarken bile telefonla taciz ediliyordum.

Arayan arayanaydı. LÜTFEN BİZE ZAMAN AYIRIN, SİZE SERVİS VERELİM.

Hiç birisine yüz vermiyordum :)

Hoş, şimdilerde de onlar bana yüz vermiyorlar

Tüm Türkiye ile tanışıp yeteri kadar kazanıp yeteri kadar kazıklandılar ve yeteri kadar da akıllandılar :cool:







Tatang ile programlarımız hep bellidir.

Gündüz inekler gibi çalışırız

Saat 5 civarına yaklaşınca gelir sorar

Mister Yusuf?

Bu akşam ne yiyelim?

Bunun meali şudur.

Çin mi, Japon mu, Hint mi, Kore mi, Meksika mı, İtalyan mı..

Benim ilk tercihlerimi hep bilir.

İlk geldiğim akşam mutlaka TALAGASARİ'ye gideriz






















Talagasari, Bandung'un en meşhur Çin lokantasıdır

İhtisası deniz mahsulleri üzerinedir.

Deniz mahsulü diyince bizdeki gibi hamsiydi, izmaritti, lüferdi, yok öyle şeyler.

Aslında doğru dürüst balık bile yok

Ama her türlü kabuklu kabuksuz deniz ürünü mevcut.

İstiridye, karides, yengeç, kısaca suda yaşayan her şey..

Bu arada Tatang, şu arkadaş oluyor :)
























Yemekte viski içildiğini ilk burada gördüm.

Şayet yemekle birlikte bir şey içmek istiyorsanız, lokantanın mevcut içecekleri emrinizdedir

Yok, başka bir şey içmek istiyorsanız dışarıdan getirebilirsiniz.

Bunun için çok cüzi bir fiyat ödemeniz yeterlidir :)

Tatang her akşam açılmamış bir şişe viski getirir, saat 19.00 gibi yemeğe başlar, 22.30 gibi bitirirdik.

Şişede ne kalmışsa: MİSTER YUSUF. SEN BUNU AL, OTELDE DEVAM EDERSİN derdi :)

Yemek geliyor, viski bardaklara koyuluyor, az su ilave yapılıyor, buz takviyesiyle birlikte afiyetle indiriliyor.







Sofraya otururken NE YİYECEKSİNİZ diye haybeye sorar

Haybeye, çünkü lokantada ne varsa gece geç saatlere kadar hepsinin mutlaka tadına bakardık :)

Benim cevabım hep aynıdır.

DOMUZ HARİÇ HER ŞEYİ YİYEBİLİRİM

İşte derdi Tatang. Seni bu yüzden çok seviyorum.

Ortadoğu'dan gelen misafirlerimi ağırlamakta çok zorluk çekiyorum. Her şeyi yemiyorlar

Biz yeriz aga.

Denizden babamız çıksa yeriz.

Bu arada ben önüme gelen tanımadığım şeyleri soruyorum.

Bu ne?

Bu bilmemne

Şu?

Şu da bilmemne

Bu arada, misinamsı, misinadan çok daha kalın, tatsız tuzsuz bir aperatif geliyor.

Tadı tuzu yok ama madem yeniyor, ağzımızda gevşenelim anasını satiim.

Peki bu ne?

JELLY FISH

Anlamadım ama, işin sonunda fish olduğuna göre bir balık türü :)























Sonradan öğreniyorum ki; Deniz anasıymış.

Saatler ilerliyor, muhabbet derin, içki de var

İlk oturduğun zaman yemeye başladıkların çoktaaaan eridi gitti bile

Arada bir soruyor: DAHA NE YİYELİM?

Bende cevap aynı: Domuz hariç her şey

Derken, Mister Yusuf. Do you eat frog? diyiverdi.

Ahan da. Zıçtı cafer bez getir.

Yes desek olmaz. No desek racona ters. Kafalar zaten güzel :)

YES ANASINI SATİİM LAN dedik

Frog geldi :D























Bir bacağını aldım, çıtır tavuk, balık arası bir şey.

Neyse ki; Masada bir koreli vardı, geri kalanını silip süpürüverdi sevabına :)


Bir akşam da mutlaka Mitsumo San'ın lokantasına giderdik.

Mitsumo San, Endonezya'ya yerleşmiş, yaşlı ve saygıdeğer bir Japon usta

Tek kusuru var, hafıza zayıf.

Gelir masamıza, bizi onore eder, viskimizden otlanır, biraz kafayı bulduğunda artık makaralar, kılçık atmalar ve kahkahalar başlar

Usta gelir beni sorar: DARİ MANA ( Nereli? )

Cevap gelir: Orang Turki

Hoş geldin der, sohbet devam eder, usta gider, yine gelir

Viskimizden otlanır, yine sorar: DARİ MANA?

Dari Orang Turkiiii

Ha. Orang Turki ehehe

Usta bir süre sonra yine gelir, yine sorar

DARİ MANA?

Dari ananın örekesi :D

Kafayı bulmuş Mitsumo'nun görüntüsü şöyle :)























Tatang, her gidişimde bir akşam şerefime parti verir.

Ama ne parti..

İlk gittiğimizde verdiği parti bizim için çok heyecan vericiydi.

Ne olduğunu bilmiyoruz

Ben, patron yarısı Emin, Mr. Kim ve Tatang'ın 3-5 arkadaşı iyi bir grubuz.

KARAOKEYE GİDİYORUZ dediler

Lan karaoke ne ki?

Adını duyuyorum orda burda ama ne olduğunu bilmiyorum.

Gideceğiz, göreceğiz anadınmı ;)

Girdik bir binaya, çıktık 5. kata,

İçerisi loş ışıklarla bezenmiş,

Bir uzunca sıra üstünde oturan kızlar..

Tatang bana SEÇ dedi.

Lan neyi seçeceem, niye seçeceem?

Bizim aklımızda binbir çetrefilli mesele var tabi

Tatang abi bize hatun yapıyor falan sanıyoruz :)

Biz biraz utangaç davranıyoruz, SEÇ SEÇ diyor























Tatang hariç herkes birer tane seçti.

Girdik, genişçe salon gibi bir odaya

Önümüzde DEVVVV bir ekran

Bir çok koltuk, ortada genişçe sehpalar, sehpaların üzerinde iki uzaktan kumanda, iki mikrofon, iki üç tane de çok büyük, genişçe klasörler.

Klasörlerde alfabetik olarak müzikler ve numaraları var.

Hangi müziği istiyorsanız kodunu giriyorsunuz, girilen kodların şarkıları çalmaya başlıyor

Bir taraftan şarkılar çalarken diğer taraftan ha babam de babam kodlar girilip sıraya alınıyor

İlk şarkıyı sizin yanınızdaki hatun seçti diyelim, alıyor eline mikrofonu, birini de size veriyor

Şarkı çalarken altta yazıları geçiyor ve şarkıyı siz söylüyorsunuz

Bunu muhtemelen hepiniz biliyorsunuzdur ama yıl 2003, biz ilk kez tanışıyoruz :)
























Ortadaki sehpalara geniş tabaklar içinde dilimlenmiş meyveler, patates kızartmaları, sosis tavalar, tavuk kızartmalar

Ve viskiler, buzlar..

İç içebildiğine, ye yiyebildiğine :)

Film bir yerden sonra kopuyor kopmasına ama, biz hala bu hatunlarla halvet olunacağını falan sanıyoruz

Yok öyle bir şey.

Şayet hatun seni isterse ve bedelini ödersen, gündüz istediğin yere gelebilir.... miş :)

Bir seferinde hiç unutmuyorum, hatuna yarın buluşalım dedim, sevinçle kabul etti.

Ertesi gün beni otelden defalarca aradı ama cevaplamadım.

Dün dündü, bugün bugündür. Dün sarhoştuk, bugün aydık :p



Tatang, bu tür kutlamaları genellikle sipariş netleştiği zamanlarda yapardı.

Sipariş netleştiği zaman yaptığı iki şey vardı aslında.

1- Karaoke kutlaması

2- Akşam yemeğe gleenfiddich viski getirmesi.

Öyle namussuz bir viskidir ki o; Her akşam masadan mutlaka biraz viski artar ama gleenfiddich asla artmaz :)

Ben de her Endonezya'ya gittiğim zaman bir hafta çalışır, desenleri ayarlar ve hafta sonuna doğru yaklaşık 50 000 m. sipariş yazdırır giderdim.

Senede 4 sorti yapar, 200 000 metrelik siparişi kitlerdik :)























Endonezya'da Jakarta'da ve Bandung'da çeşitli otellerde kaldım.

Sheraton Bandara diye bir otel var, uyku uyuyabilmenizin mümkünatı yok.

Çünkü otel hava alanının hemen yanıbaşındadır ve uçakların piste indiklerindeki fren gacırtılarını bile duyarsınız.

E peki millet hıyar mı? Niye seçer burayı?

Erken uçuşları olanlar bu oteli tercih ederler.

Müşterileri genellikle hostesler, pilotlar ve uçuş ekibidir.























Bir seferinde cemaatçi bir firmadan iki arkadaş ile gecelemiştik burada. Sabah erkenden uçuşumuz vardı.

Yanımdakilerin birisi patronun kardeşi ( Özer ) , diğeri iyi bir şakirt :) ( Mahmut )

Akşam açık büfe yemek yiyeceğiz, elimizde tabaklar otelin geniş yemek salonunda turluyoruz
























Özer biraz havalı takılıyor. Biz iki gundi, işçi dayanışması yapıyoruz, birlikte bir şeyler seçiyoruz.

Ben önce genişçe bir tabak alıp salata doldurmaya başladım.

Bu arada Özer ile Mahmut ızgaranın başında sipariş veriyorlardı.

Şef garson, kısa, şişko, her boka gülen sevindirik bir tip :)

( resmini buldum, aşağıda )

Özer soruyor, o cevaplıyor:

Bunlar helal mi?

Halal sör. Hepsi halal

Bak. Helal di mi?

Yes sör. Hepsi halal

E tamam o zaman, mesele yok :p

Mahmut bu arada bana dedi ki: Yusuf abi. Sana bir kıyak yapmışım aklın durur.

İki kalem prizola, iki parça biftek sipariş verdim.

E Allah razı olsundu di mi ama?

Derken, etler altlı üstlü kızarıyor gözümüzün önünde

Bu arada Özer patron yarısı ya, bolca soslu etini aldı, gitti masada yemeye başladı.

Bizim etler yeni çıkıyor.

Şef, sos ister misiniz diye sordu.

İstemez olur muyuz lan? İsteriz tabikine :)

Amcam aldı eline genişçe bir tava

İçine biraz ondan, biraz bundan, derkeen,

Açtı şarap şişesini, biraz da şarap koydu sosun içine

Mahmut'un gözleri fal taşı gibi açıldı :)

Başladı bağırarak konuşmaya :)

LAN HANİ HELALDİ?

HALAL SÖR

LAN NERESİ HELAL? ŞARAP KOYUYORSUN!

AMA ŞARAP OLMADAN SOS OLMAZ Kİ SÖR. ETLER HALAL :)

Mahmut Özer'e döndü: ÖZEER YEME YEMEE. SOSTA ŞARAP VAR.

Ooo hoooo özer lapur lupur götürüyordu valla :)

Şarabı duyduktan sonra bir başka yemeye başladı etleri :D

Eeee şakirtlik te bir yere kadar di mi ama? ;)
























HOTEL MULIA var Jakarta'da. En pahalı ikinci otel.

Kapısından içeri girmek için dedektör önünde ciddi bir kuyruk var.

Sonradan öğrendim ki; Girenlerin çoğu müşteri değil.

Mulia, alemlere akılan yer.

Meşhur bir barı var, 21.00 - 02.00 açık ve içerideki erkek sayısı 40 ise, kız sayısı 250

Şu kadarını söyleyebilirim, Bandung'da 30 usd verdiğiniz taktirde aslanlar gibi hayat kadınları sizinle sabaha kadar aynı yatağı paylaşırken

Mulia'da tarife saatlere göre değişiyor

Açılış kesinlikle 100 usd dir.

Saat gece yarısını geçtikten sonra bu paraya birbiriyle arkadaş olan iki hatunu alıp trisome yapabilirsiniz.

Saatler 01.00 e yaklaştığında fiyatlar pazarlığa tabidir ve 50 - 75 usd arasında gidip gelir.

Saat 01.00 den sonra ortalık yavaş yavaş sakinleşmeye başlar

Erkek sayısı 25 - 30 civarı olup, kız sayısı hala 180 lerde falan olduğu için fiyatlar iyice düşer.

Son dakika vurgunu yapmak isterseniz, iki kadeh içki ve güzel bir yemeğe birilerini kandırabildiğiniz bile olabilir :cool:























Bandung'da adam gibi otel sayısı iki üçü geçmez

Kayda değer otel sayısı sadece ikidir.

Hyatt Regency, Hotel Padma.


Hyatt Otel'de herkes beni tanıyor artık.

Gittiğim zaman direk ismimle hitap ediyorlar

Her şey iyi hoş güzel ama....

Kahvaltı sırasında dinletilen müzikten başlı başına bir konu çıkar.

Öyle ki; Müzik başladığı anda yemeği bırak - kaç.

O kadar diyiim ben size :p

Diğer otel olan Otel Padma için ayrı bir sayfa açmak lazım.

Öyle bir yer ki; Çıt yok arkadaş.

Gündüzleri kuş cıvıltıları, geceleri böcek sesleri.

Pencereler ahşap.

Gece aç pencereyi, al eline kadehini, doğayı dinle.

Sadece bir kaç küçük görüntü vereyim. Detaylara sonra gireriz.

Hadi uzayın şimdi :cool:






30 Ağustos 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 9 )



Bir de benden dinleyin serisinin dokuzuncu bölümünde Uzak Doğu'nun gece yaşamına dalacağım.

Anlatacaklarım, biraz tahmine, biraz da bir arkadaşımın anlattıklarına dayanır

Benim o taraklarda bezim olmaz


Bilirim sizin de benim gibi bu taraklarda beziniz yoktur.

Hepiniz cici çocuklarsınızdır

Lakin, aramızda ayarı kaçmış, dengesini kaybetmiş birtakım üyelerimiz Uzak Doğu'nun gece yaşantısından da bahsetmem için ısrar üstüne ısrar etmekteler.

Yahu birader. Yazayım yazmasına ama benim bu işlerle alakam olmaz ki :cool:

Mecburen, benim gibi aynı ülkelere defalarca gitmiş bir arkadaştan rica ettim,

O da ( maksat millet bilinçlensin ) dedi ve bildiği gördüğü ne varsa anlattı sevabına.



Bu anlatacaklarım, benim değil, bir başka arkadaşımın yaşadıklarıdır

Şu an itibarıyla aşağıdaki yazılanlar arkadaşımın söylemleri olup bant kaydıdır.

Banttan dinleyip dinleyip birebir aktarıyorum :cool:







Uzak Doğu'da gece yaşantısı diyince aklınıza içki, dans, alem ve cinsellik gelir.

Cinsellik diyince de akıllara ilk, mutlaka Bangkok gelir.

Hani bilirsiniz, belli ülkelerin meşhur merdivenleri vardır.

Gerek turistler, gerek se halk o merdivenlerde oturarak dinlenir, ortalığı seyrederler























Bangkok'da merdivenli bir bina yok. Dolayısıyla, insanları yol kenarlarındaki kaldırımlarda sıra sıra otururken görmeniz doğaldır.

Şehrin en kalabalık semtine veya meydanına gittiğiniz zaman bile tretuvarda sıra sıra oturmuş onlarca kız görürsünüz.

Bir grup kız gördünüz, 50 metre ilerde ikinci bir grup, 40 metre ilerde üçüncü grup, 100 metre ilerde dördüncü grup

Bu gruplaşarak oturmalar bu şekilde bütün şehri sarmış sarmalamıştır.

Bu gruplar içinde oturan insanların kılık kıyafetleri günlük kıyafetlerdir.

Dolayısıyla, Bangkok'un sıcak ve neminden bunalmış insanların dinlenme ve gelen geçeni seyretme amacıyla oraya oturmuş olduğunu kolayca anlayabilirsiniz






















Ve kolayca yanılabilirsiniz :)

Çünkü o sıradan insanların tamamı müşteri bekleyen kadınlardır.

Denemek için bir grubun karşısında birkaç saniye durduğunuz taktirde hemen yüzlerin size döneceğini göreceksiniz

Ve siz kime sırıtır, tebessüm ederseniz, o hemen ayağa kalkacak, elinizden tutacaktır.

Konuştuğunuz dili muhtemelen bilmiyordur ancak, dünyada konuşmaya ihtiyaç olmayan bir tek dil vardır ;)



Telepatik olarak göz göze gelirsiniz

Sempatik olarak kaç para diye sorarsınız

Empatik olarak sizi kaçırmak istemeyeceğinden ne verirsen diyiverir

Aslında bunların hiç birisini demez ama hepsini der

Tutarsınız PB HOTEL'in yolunu.

PB Otel, saatlik zamparaların seçtiği sempatik bir oteldir

Zaten PB nin açılımı da PLAYBOY dur
























Bunun dışında yolda yürürken yüzünüze gülen, tebessüm eden hatunlarla karşılaşırsınız

Siz tamamen iyi niyetli ve yufka yürekli olduğunuz için bu tebessümleri geri kalmış bir ülkenin turistlere hoş geldin samimiyetiyle yaklaşımdan doğan iyi niyet gösterisi olarak algılarsınız

Oysa gerçekte bunların hepsi sizden küçücük bir işaret beklerler.

O işareti verdiğiniz anda bir araya gelir, bir şekilde anlaşır ve bir yerlere gidiverirsiniz.

Fahişeliğin sıradan meslek olarak görüldüğü geniş bir ülkedir Tayland























Bangkok'da herhangi bir pub a girip, iki bira içmeye kalktınız

Barın arkasında maaşlı çalışan kızı çok beğendiniz ve onunla bir ilişki arzu ettiniz

İki saat kur yapmaya, şirin görünmeye çalışmaya gerek yok

Direk, akşam birlikte olup olamayacağınızı sorarsınız

O da size fiyatını söyler.

Bu kadar basittir ;)
























Şayet Tayland'a sadece seks için gidiyorsanız, bu sizin son seks hikayeleriniz olabilir. Çünkü bu kadar dejenereliğin olduğu bir yerde cinselliğin hiç bir anlamı kalmıyor.

Kolay erişilebilen hiç bir şey güzel değildir..

Bununla birlikte Tayland ile ilgili bir çok şehir efsanesi mevcuttur.

Yok aileler çocuklarını henüz 8 - 9 yaşlarındayken eğitilmek üzere genel evlere veriyorlarmış da

Yok 10 - 11 yaşlarında kızlar yabancı turistlere servis ediliyormuş da

Bunlar belki münferiten olabilen şeylerdir ama bana sorarsanız külliyen yalandır.

Çünkü; Uzak Doğulu kadınların olduklarından çok genç gösterme gibi bir özellikleri var

14 Yaşında sandığınız kadının belki de 20 yaşında çocuğu vardır


Ayak masajı yaptırmaya gittiğim kızı görünce içim parçalandı.

Muhtemelen 14 yaşlarında bir şeydi

Sordum.. 12 Yaşında çocuğu olan 28 yaşında bir kadınmış.

Düşünün ki; Sarhoş İngilizlere 13 yaşında diye belki anası yaşında kadını kakalıyor bu Taylandlılar :D
























Çin'de öyle aman aman bir gece yaşantısı yok.

Ya da var, biz bilmiyoruz.

Varsa yoksa masaj.

Bir de, disko tipli yerleri var, biz yabancılar olarak oradan içeri hiç girmiyoruz ama çıkan tipleri görüyorum.

Genelde ayakta duramayacak kadar sarhoş veya dört kişinin karga tulumba taşımaya çalıştığı gencecik insanlar.


Eeeee. Sen yıllarca komünist sistemde insanları sıkboğaz et dur,

Sonra birden özgürlüğün önünü aç, olacağı bu.

Üç birayla küllüm küfelik oluyorlar :)






















Çin'de masaj salonuna gidilecekse, ya büyük, teşkilatlanmış masaj salonlarına gitmek lazım

Veya otellerin masaj salonlarına.

Şayet otelde kendi odanıza masöz isterseniz, bu durumda mafyavari bir teşkilat işin içine giriyor ve size ciddi ciddi masaj yapacak bir kadın değil, bir fahişe yolluyorlar.



Masaj salonlarına girmiş bir TÜRK iseniz, etrafınızdaki Çinli gençlerin ruh sağlığını bozmamak adına yapmanız gereken önemli bir şey var.

Masajdan sonra ılık sulu olduğunu tahmin ettiğim genişçe bir havuz var. Havuzun derinliği sadece 40 cm. falan.

Masaj yaptıran Çinliler o havuzun içine girip oturarak daha da yumuşamaya çalışıyorlar.

Tabi, o yörede pek ahlak anlayışı olmadığı için masaj sonrasında hepsi ortalıkta dal daşak dolaşıyorlar.

İşte sizin yapmamanız gereken yegane şey bu.

Peştamalvari bir şey olmadığı için siz siz olun, şort gibi bir şey ile çıkın ortaya

Aksi taktirde garibim Çinliler bir sizin önünüzdekine bir de kendi önlerindeki bamyacıklara bakıp depresyona girebilirler :cool:

Öyle diyor bizim arkadaş :cool:







Ve bizim arkadaş DUL KADIN CENNETİ Endonezya'ya getiriyor lafı.

Önce neden DUL KADIN CENNETİ denildiğini soruyorum, cevaplıyor.

Abicim. Bunlar zavallı insanlar.

Hollandalılar buraları istila ettiklerinde bunlar üstü çıplak dolaşan, savaşmayı bilmeyen, ellerinde silahları falan olmayan ada insanıydılar.

Hollandalılar bunları senelerce sömürdü, halkın cahil kalması için elinden geleni yaptı, başlarına da iki tane kukla koyup çekti gitti.

Aşağıda 1930 lu yılların Endonezyası'nı gör, ne dediğimi anlayacaksın






















Daha sonra bu gelişmemiş, aptal bırakılmış insanlara bir telkinde bulunuldu

HER AİLEYE EN AZ 5 ÇOCUK

Bu şekilde üreyen Endonezya'nın şu anki nüfusu yaklaşık 240 milyondur

İş yok, para yok

Eh Ekmeleddin de yok ki; Ekmek elde edebilsinler,

Gencecik yaşta evleniyorlar, bir çocuk oldu mu, evin reisi: BEN JAKARTA'YA İŞ BULMAYA GİDİYORUM diyor, gidiş o gidiş.

Geride kalanlar bir süre sonra yalnız yaşamayı öğreniyorlar.

Bu yüzden Endonezya dul kadın cennetidir







Anlatıyor bizim arkadaş :

Endonezya'ya ilk gittiğimde bizi karşılayan mümessil Koreli bizi direk Bandung'a götürdü, Jakarta'yı pas geçtik

( Önemli not: Her ne kadar Koreliden Bandung'a kadar benzerlikler varsa da, nasıl Türkiye'de tekstil diyince akıllara Bursa gelir, Endonezya'da da Bandung. Dolayısıyla tevafuklara fazlaca aldırmayın ;) )

Akşamları yemeğe çıkıyoruz, oraya buraya gidiyoruz ama gece yaşantısı diye bir şey yok. Arada bir çaktırmadan yokluyoruz, burada böyle bir şey olamayacağından dem vuruyorlar.

İkinci kez gittik Endonezya'ya, yine tık yok.

Üçüncü kez gittiğimde işi kaptım.

Hani bizi her akşam yemeğe götürüyorlar ya, bir akşam hasta numarasına yattım, kendi başımın çaresine baktım



Otel resepsiyonuna inip; Burada hem canlı müzik dinleyip hem iki kadeh bir şey içebileceğim, keyifli bir yer var mı diye sordum

Otelin barını tavsiye ettiler ama ben dışarıda bir yerlere takılmak istediğimi söyleyince birisi JALAN BRAGA NORTH SEA diyiverdi.

( JALAN ( cadde ) BRAGA = Braga Caddesi )























Bindik bir taksiye, gittik Jl. Braga'ya ( Jalan - cadde dedik di mi? )

Jalan Braga meğer gece aleminin harman olduğu yermiş.

Girdik NORTH SEA'ye, bir müzik çalıyor, çığlık çığlığa.

İçeride 15 kadar erkek, iki katı kadar hatun var.

Erkeklerin çoğunun Ortadoğu kökenli olduğunu yüzlerinden anlamak çok kolay. Oturduk, bir bira istedik.

Derken iki, üç, dört.























Bundan sonra her şey size kalmış.

Tabii, amaç sadece müzik dinleyip iki bira devirmekse, ona bir şey diyemem ;)


Benim bu taraklarda bezim yok

Ama duyduğum kadarıyla, 30 usd verdiğin kız, bütün gece seninle kalıyor.

Zaten evlerinde iplik kadar sarı boktan bir su akıyor

Otelin imkanlarıyla duş yapmak, kahvaltı yapmak en büyük lüksleri :(


Endonezyalı kadınlar yerli erkeklerden çok, yabancıları tercih ediyorlar.

Sebebini soruyorsun, cevap aynen şu: Yerliyle yatınca kapımızdan ayrılmıyor. Oysa siz yabancılar üç gün kalıp gidiyorsunuz. Üstelik parfüm falan da hediye ediyorsunuz..























Bizim arkadaşa bir ara sormuştum: LAN, GENEL EV VAR MI ENDONEZYA'DA diye

Güldü.. OLM ENDONEZYA'NIN KENDİSİ GENEL EV







Bu iğrenç ve tiksinç konuyu burada noktalamayı düşünüyorum.

Bir daha da bana bu tür şeyleri sormayın, talep etmeyin.

Yeri geldikçe ufak tefek anılarımı anlatırım.

Bu konuların amacı insanları bilgilendirmek. Yoldan çıkartmak diiil

Hadi daalın şimdi :cool:



1 Eylül 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 10 )




Endonezya toplamda 17 508 ada ve adacıktan oluşur denilse de, bu sayı her geçen gün artarak devam eder.


Her volkanik patlama veya deprem sonrasında yeni adacıklar yer yüzüne çıkar ve gerçek sayısını hiç kimse bilememektedir.

Çünkü siz 17 508 diye kayıtlara geçtiğiniz günden bir gün evvelki depremden sonra kaç adacığın daha meydana geldiğini bilemezsiniz.

Aslında 5 ana büyük ada üzerine kurulu bir ülkedir Endonezya.

Benim bildiğim kadarıyla henüz ayak basılmamış 13 000 küsur adacık var.

Bunların bir kısmı üzerinde insanların yaşayabileceği büyüklükte olurken bir kısmı üç adımlık mesafede olan adacıklardır























Hemen şunu söylemeliyim ki; Hiç bir insan anasının karnından fahişe doğmaz, kimse vücudunu tanımadığı insanlara para karşılığı satmaktan keyif almaz.

Evet zaman zaman çok eşliliğe yönelmiş insanlar olsa da, koca bir toplum bu yönde eğilim gösteriyorsa, orada mecburiyetlerin ne olduğunu iyi incelemek gerekir.



Halkının % 80 lik kısmının MÜSLÜMAN olduğu Endonezya'da tam bir laik demokratik sistem söz konusudur ve rol modelinin TÜRKİYE olduğu söylenir.

Daha 2.5 sene önce ülkemizi idare eden siyasi otoritenin köhnemiş MALEZYA MODELİNİ tartışıyor olması utanılası bir durumdur ancak bu ülkede utanacak insan sayısı her geçen gün azalmaktadır.






















Endonezya'da kadınların seks özgürlüklerinin olması ayrı bir konudur.

Her eve 5 çocuk gibi salakça bir yöntem dolayısıyla 250 Milyona dayanan nüfusları,

her geçen gün azalan iş imkanları dolayısıyla insanların seks özgürlüklerinin önünü açmaları kaçınılmaz olmuştur.

Yine aynı şekilde ülkemizdeki HER AİLEYE EN AZ 3 ÇOCUK kampanyasıyla birlikte ZİNANIN suç olmaktan çıkartılmasının da aynı döneme denk gelmesi bana göre rastlantı değil, halkı iyice köleleştirmeye, SADAKAYA MUHTAÇ etmeye yönelik akıllıca atılmış adımlardır.



Endonezya'da da birtakım aşırı dini örgütler olup bu örgütler eylemler yapmakla birlikte, iç içe yaşayan Müslüman ve Hıristiyanların kendi aralarında problemleri asla yoktur.

Bir Ramazan Ayı'nda seferi olmak sebebiyle öğle yemeğinde bize hamburger ısmarlamak istediler.

O an, yanımızda bizimle ilgilenen biri Müslüman, diğeri Hıristiyan iki kız var.

Biz nezaketen Müslüman kızın gözleri önünde yemedik ama Hıristiyan olana da teklif ettik, oralı bile olmadı.

Kendi arkadaşları oruçluyken onlar da yemiyor veya gizli yiyerek arkadaşlarına saygıda kusur etmiyorlardı.

Zaten her dine mensup insanların büyük bir uyum içinde yaşamaları da, birbirlerinin din ve mezheplerine duydukları saygıdan başka bir şey değildir.

Bizden aldıkları modeli bu kadar mükemmel bir şekilde uygulamaktalarken, bizim ille de Arap modellerine karşı YATIK EMİNE pozisyonunda olmamız da, bizim kendi cehaletimiz veya aptallığımızdan başka bir şey değil.

Ha.. Terör olmuyor mu? Oluyor tabi.

Sheraton Otel'e girerken arabanın altını kontrol ediyorlar.

Polise diyorum ki; Kontrol etsen ne olur? Buradan patlatsa yine otel zarar görür.

O da benim Türk olduğumu öğrenince şunu söylüyor:

Sizin ülkede, kendilerini de patlatıyorlar.

Buradakiler korkak. Arabayı park edip uzaktan patlatıyorlar ;)























Jakarta'da kendi arabanızla hafta içinde, iş saatlerinde dilediğiniz gibi seyahat edebilme özgürlüğünüz yoktur.

Araba sizinse, yollar devletindir.

Kendi arabanızda tek başınıza veya iki kişiyle seyahat etme şansınız kısıtlıdır.

Ya arka yolları kullanacak, veya ana caddeleri kullanacak ama arabanızda sizinle birlikte en az 3 kişi olacaksınız.



Arabada tek başınıza veya iki kişisiniz. Diğerini nereden bulacaksınız?

Basit..

Yollarda birer ikişer metre arayla bekleşen insanların önünden geçerken gözünüze kestirdiğiniz kişi veya kişileri arabanıza alacak, o ana caddeyi kullandığınız süre içinde o şahsı da beraberinizde götüreceksiniz.

Sizin yolunuz bitti ama yanınıza aldığınız şahsın daha üç durak gitmesi gerekiyorsa, ona o yol parasını da vereceksiniz.

Kural bu..























Gerek Endonezya, gerek se diğer Uzak Doğu ülkelerinde dikkatimi çeken şey, insanların fakir olmalarına rağmen yüzlerinin hep tebessüm etmeleriydi.

Şu an..

Evet.. Hemen şimdi..

Çalışıyorsanız etrafınızdaki insanların yüzlerine,

Kapalı bir yerdeyseniz pencereden kafanızı çıkartıp dışarıda yürüyen insanların yüzlerine dikkat edin.

Büyük çoğunluğunun yüzünden umutsuzluk, mutsuzluk akıyor.

Bunun sebebini sordum, gayet açıklayıcı bir cevap aldım:

İnsanlar ne kazandıklarının ve bu kazançlarıyla nelere sahip olabileceklerinin farkındalar.

Sahip olamayacakları şeylerin hayallerini kurmuyorlar.

Kredi, kredi kartı gibi unsurlar bu ülkede sadece parası olanlar için geçerlidir.

Ulaşamayacakları hayallerin peşinde koşmayan insanlar, ulaşabildiklerini elde ettiklerinde mutlu olurlar ;)























Endonezya, Tayland gibi iş alanları olmayan, geri kalmış toplumlarda dikkatimi çeken unsurları tek tek sayayım.

1- Yıllardır giderim, hep inanılmaz bir tempoda yüksek yüksek binalar yapılır durur.

2- İnsanlara eğlence, gezi alanı olarak büyük AVM ler inşa edilmiştir.

Nerde buluşalım?

Senayan'da

Ay Senayan'a çok gittik. Sudirman'a gidelim

AVM ler ve mobil cihazlar, yoksullaştırılmış toplumların modern hapishaneleridir.

Girersiniz, ömür boyu çıkamazsınız..

3- Motorlu bisikletler. Tayland'da olsun, Endonezya'da olsun motorlu insan sayısı çekirge sayısından fazladır.

4- Kadınlar alabildiğine özgürdür.

Tayland ile Endonezya kadınları arasındaki en gözle görülebilir fark, Tayland'lı kızların çoğunun bekar, Endonezyalıların dul oluşlarında yatar.

Bunun sebebini bir önceki konuda anlatmıştım sanıyorum :cool:























Endonezya'da yoksulluğun boyutunu şu şekilde anlatayım.

Sheraton Otel'in barında içki servisi veren kızın aylık maaşı 78 usd

Sağlam bir tekstil fabrikasında müdürlük yapan ve her işe hakim bir kadının aldığı süper aylık maaş ( ki; En yükseği budur ) 340 - 350 usd

Malikane tipli bir yerde patron şoförlüğü yapan kişinin aylık aldığı maaş sadece 100 usd + ailesi ve kendisi için malikane bahçesinde kulübemsi bir kalacak yerdir.

O kulübemsi yeri de iyilik olsun diye değil, her an harekete hazır olsun diye verirler.



Güzel, bir o kadar da trajik bir anımı anlatayım.

Bizim Mr. Kim'in wahi yu isminde bir şoförü var.

Her gidişimizde bizimle sabahtan akşama kadar bu adam ilgilenir.

Bahşiş vereceğimiz zaman Mr. Kim bizi uyarır

20 000 den fazla vermeyin

20 000 dediğiniz de yaklaşık 2.5 dolar falan ediyor


Bir başka sene, cemaatçi bir firma ile gittiğimizde bizim çocuklar bizimle bir hafta boyunca ilgilenen şoföre 100 usd verdiler.

Şoförün o anki sevincini, para veren ellere yapışmasını görseydiniz içiniz parçalanırdı







Hazır cemaatçiden girmişken, bir başka cemaatçi ile olan bir anımı da anlatıp ortamı biraz yumuşatalım.

( Bu anımı içeride bir yerlerde yine anlatmıştım ve birtakım cemaatçilerden ciddi fırça yemiştim :D )

Alkolda dediğin gibi kakalamışsın... Ama dur bakalım diğer tarafta sana ne kakalarlar onu Allah bilir.



Şimdi aga. Biz Endonezya gibi bir yere gitmişiz ki; En çok yemeklerini beğenirim,

Gittiğim firmanın sahibi, beş vakit namazını kılan, onun bunun hakkına tecavüz etmekle kalmayıp, sekreterini hamile bırakan ayının biri

Resmini ifşa etmekle gurur duyuyorum :cool:
























Bismillah daha birinci gün.

Öğle yemek yiyeceğiz, kendisine de, bana da SEBZELİ PİZZA söylüyor. Allaallaaaaaa. Lan benim yiyeceğime niye karışıyon ki?

Akşam..

Yine SEBZELİ PİZZA. Töbe töbeeee

Ertesi gün, öğle ve akşam yemeklerinde yine sebzeli pizza.

Neymiş? Etin nasıl kesildiğini görmüyormuş.

Aga 3. gün bizi götürdüler bir İtalyan lokantasına.

Amcam kabahat yapmış çocuk gibi tuhaf bir tavır takındı.

Yusuf bey biz burada ne yiiceez yaaa?

Spagetti Bolognez yiyeceğiz tabi ki. Sığır etidir, sıkıntı yoktur.

Ya iyi de, o etin nasıl kesildiğini bilmiyoruz ki..

Sonunda çözümü yine bu kardeşiniz buldu.

PEYNİRLİ SPAGETTİ yiyelim.

HAH. TAMAM dedi, peynirli makarnamız geldi.





Geldi gelmesine de, ekmek neyin yok.

Herifte cüsse devasa, doymadı tabi :)

Kaşıntısı tuttu.

Yusuf Bey. Tatlı yiyelim bari

Lan zaten tepem atmış. Aslanlar gibi bahçeli, püfür püfür esen bir yerde iki kadeh atamamışım,

aslanlar gibi İTALYAN MUTFAĞINI tadamamış, üstüne üstelik bir de aç kalmışım, adam tatlıdan bahsediyor :)

Yiyelim anasını satiim.

Sordum, sadece iki çeşit tatlı var.

Birini hatırlamıyorum, diğeri TİRAMİSU.

TİRAMİSU YİYELİM Mİ dedi, çaresiz YİYELİM dedim.























O güne kadar adını duyarım ama tiramisu nedir bilmem, tadmadım.

Tiramisularımız geldi.

Amcam kaşığı kaptı, tiramisuya daldırdı...

ZONK! diye durdu. Kafayı kaldırıp bana baktı..

Ya acaba bunda bir şey var mıdır?

İbnetor. Sekreteri çükerken haram neyin düşünmüyon, iş tiramisuya geldi mi sofuluğun tutuyor :D

Dur ben bakiim dedim. Ben çeşnicibaşıyım ya :p



Aga. Bir kaşıkcık aldım..

Yıllardır rakıdan, viskiye, tekiladan sıkılmış çamaşır suyuna kadar üzerinde ALKOL yazan her şeyi içmiş Gila'nın damağı affetmez :)

Missss gibi konyak tadını anında aldım.

Kafayı kaldırdım, TEMİZ dedim :)

Kaşığı daldırdı, ağzına ilk lokmayı attı.


İki çiğnedi.. Durdu.. Gözlerini bana dikti..

O an ona öyle bir yalan söyledim ki; tayyip duysa benimle gurur duyardı :)

BU TİRAMİSUYU EKŞİMİŞ ŞANTİDEN YAPARLAR. ALDIĞINIZ TAD ODUR

Afiyetle yedi meymenetsiz şakirt :D

O haftanın son günü cumartesi, Jakarta'dayız.

Bir toplantı var ama ben hastalandım ayaklarına onu yalnız gönderdim.

Açtım telefonu Anita'ya.

Anita, o taraklarda bezi olmayan, adam gibi adam bir dostumuzdur :)

Durumu anlattım. İçim dışım sebze oldu diye ağladım :D

SABAH GELİYORUM SENİ ALMAYA dedi

Vallahi aga sabah saat 09.30 gibi geldi, beni aldı götürdü

Önce bir japon lokantasında tıka basa doyduk

Sonra Senayan'a gidip portakal suyu, dondurma yedik

Biraz eskilerden bahisle 4 saat kadar zaman geçirdik, beni otele geri getirdi.

O günü yeniden doğduğum gün ilan ettim.

İşte bizim Anitacııımız :)























Bu akşamlık bu kadar. Sonra yine devam ederiz :cool:



2 Eylül 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BİR DE BENDEN DİNLEYİN ( 11 )


Din diyince, önce İngiltere'den bahsetmek lazım.


Bildiğiniz gibi, bizde nasıl CUMA Namazları varsa, Hıristiyanların da Pazar ayinleri popülerdir.

Kiliseler, pazar günleri gitgide azalan cemaati toplamak için her türlü çareyi deniyorlar

Hani eskiden yazlık sinemalar vardı da, gelecek programın afişlerini asarlardı kapı önlerine

İngiltere'deki kiliseler de aynı yöntemi deneyerek cemaat toplamaya çalışıyorlar.



Herhangi bir gün, bir kilisenin önünden geçerken bahçe kapısının önünde lokanta menüsü gibi koyulmuş tabela üzerinde, o pazar günü o kilisede hangi Rock Topluluğunun çalacağı ile ilgili ilanları görebilirsiniz























Beyaz insanların ait olduğu kiliseler genellikle dışarıdan parayla rock grupları kiralarken,

Siyahların kiliselerinde bu iş bedavaya geliyor.

Doğuştan müziğe yetenekli olan siyahlar, kendi gruplarını kendileri tesis ediyor, çok iyi gitar ve bateri çalan papazlara rastlamak sıradan :cool:























Ben Londra'ya gitmeden önce İngilizceyi sular seller gibi bilirdim.

Okulun en tembel talebesiydim belki ama ne hikmet se, iş İngilizce dersine geldiği zaman hocanın her söylediği aklımda kalırdı.

Zaten en iyi derslerim Müzik, Beden eğitimi ve İngilizceydi.


Bir gün olsun sayfa açtığımı hatırlamam ama bütün sınıfa kopya dağıtırdım.

İngilizce sayfalarca mektubu hiç düşünmeden son sürat, sanki Türkçe yazıyormuş gibi yazardım.



Londra'ya bir geldik, kapıdaki görevli polis kadın ( ilk kez mi İngiltere'ye geliyorsunuz ) gibi basit bir şey sordu

Ve ben bunu cevaplayabilmek için tam 5 tekrar yaptırdım :)

Anlaşıldı ki; Bildiklerimiz hiç bir şey değilmiş.

Hemen pratik yapmaya başladım.

Mesela, her pazar günü kilometrelerce yürür, yolda ne görürsem okurdum.

Her sokak, cadde, dükkan isimleri, reklam panoları


Ve bir pazar günü, akşam saatlerine yakın, bir kilisenin önünden geçiyordum.

İçeriden öyle müzik sesleri geliyor ki; Durdum, kulak kabarttım.

O arada kilisenin önünde bir araba durdu,

Şık giyimli zenci bir erkek, kadın ve çocuk indiler arabadan.

Göz göze geldik, adam bana ( neden içeri girmiyorsunuz? ) diye sordu.

Bir an düşündüm. Lan dinden çıkar mıyım acaba? :D

O düşünce sırasında adam bana ( lütfen buyrun ) diyerek yol gösterdi.

İçeri girdik, arka sıralarda oturabileceğim bir yer buldu bana

Sonra kendisi de sanırım her zamanki yerine gitti ailesiyle birlikte..







Londra'ya geldim geleli böyle bir konser izlemedim, böyle bir keyif yaşamadım desem yeridir.

Düşünün ki; İçerisi full zenci dolu.

Papazının baterist olduğu bir orkestra çalıyor ve daha önceden isimlerini yazdıran şahıslar tek tek çağırılarak birer parça söylenmesine izin veriliyor.

Parçalar genellikle ilahi olmakla beraber, müzik doğaçlama.

Bazı parçalarda papazın kendinden geçercesine ( OOO YEEEE ) naraları atarak davula vurması gerçekten izlenmesi gereken bir keyif :)

Bazen biri çıkıp şarkıya başlıyor, peşinden bütün cemaat ona eşlik ediyor

Derken ritm birden hızlanıyor,

Bütün kadınlar.. Ama bütün kadınlar..

Çantalarından irili ufaklı, büyüklü küçüklü tefler çıkartıyorlar

Bir taraftan tef çalarak tempo tutarken diğer taraftan çılgınca dans ediyorlar :)






















Müslümanlar bildiğiniz gibi.

Aziziye Camii'ne gider, cuma namazlarımızı kılardık.

Bir taraf bizim gibi sıradan insanlar

Bir tarafta ülkeden kaçmış, yaşam mücadelesi veren ülkücüler

Ve ille de; Milli görüşçüler.

La bu milli görüşçüler her yerde parayı bulmanın bir yolunu buluyorlar iyi mi?

Mesela ben bir ara Ömer isminde bir milli görüşçüyle aynı evi paylaşıyordum

Evde çalışmaz, ne boka yaradığı belli olmayan bir televizyon vardı

Bir gün üç beş kişi geldiler, Ömer televizyonun arka kapağını açtı

İçinden balya balya para çıkartıp bir torbaya koyup götürdüler

Orada o kadar para olduğunu bileydim yedirir miydim o paraları onlara?

Bir nevi vatana hizmet aşkıyla araklar, başka ülkeye geçiş yapardım :D























Londra'dan bahsedip te Krişnacıları anlatmamak olmaz.

Bunlar, genellikle İngiliz'in tatil ve eğlence akşamı olan cuma ve cumartesi akşamları Londra'nın merkezi eğlence yerlerinde ortaya çıkarlar.

Arka arkaya lokomotif gibi dizilmiş kızlı erkekli, ellerinde küçük köçek zilleri, üzerlerinde portakal rengi giysileri, kazınmış kafalarıyla caddelerde HAAAREE HAAREE KRİİİŞNAAA şarkıları söyleyerek kendilerinin de var olduklarını ortaya koymaya bayılıyorlar.

Kızsızlığın tavan yaptığı ilk aylarda aslında bunların aralarına katılıp, krişnacıymış gibi takılıp hatunları kütür kütür götürme fikri hemen hemen Londra'ya gitmiş her erkeğin hayalidir :D

Kafayı kazıtma şartı olmayaydı iyiydi :p





















Kore'de belki bir din vardır ama ben bugüne kadar dindar bir tek Koreliye rastlamadım.

Hatta, hangisine sorduysam, dinsiz olduklarını söylediler.

Çin de öyle.

Tamam Çin'de yaşayan Müslümanlar, Hindular falan var ama gerçek Çinlilerden bahsediyorsak, herhangi bir dine mensup olanına rastlamadım.

Çinli için bir tek din var, İŞ.

Varsa yoksa iş.

Ve sadece iş..



Mesela bir Endonezyalı satıcı kıza sipariş vereceğinin sinyallerini verdiğin zaman istersen onu götürebilirsiniz

Ama Çinli öyle değil.

Gerekiyorsa gelir sizin otel odanıza, gece geç saatlere kadar çalışır,

O notlar alırken siz sıcaktan üstünüz çıplak, altınızda şort olduğu vaziyette içkinizi yudumluyor bile olabilirsiniz

Bu, sizin kendi hayatınızdır ve onu hiç ilgilendirmez.

Sizin bu tacizkar davranışınızdan dolayı rahatsız da olmaz.

Gece geç saatlerde olsa bile işini bitirir, dosyalarını kapatır ve sadece gider.

Başka bir şeyi aklınızdan bile geçirmemelisiniz, hayal kırıklığına uğrarsınız

Çok çok bir masada oturur, iki tabak yemek yersiniz

Bir kare de resim çektirdiniz mi, oldu bitti Maşallah :)























Taylandlının dini vecibelerini yerine getirmesi bana hep komik gelmiştir.

Tayland, Budist ve Hinduların egemenliğindedir.

Hindu ne eder, nasıl ibadet eder bilmem ama Budistler farklı.



Bir kere, Bangkok'da her yerde ama her yerde, mutlaka bir Budha heykeli, heykelciği vardır.

Cadde ve sokakların muhtelif yerlerinde, lokantaların girişlerinde, evlerde, orda burda şurda - Her yerde..



Yolda yürüyen bir Taylandlı görüyorsunuz, elinde bir çanta

Tam Budha heykelinin veya heykelciğinin önüne geldiğinde çantasını yere bırakıyor

Ellerini birleştiriyor ve saygıyla heykelin karşısında eğilip doğrulmaya başlıyor.

Bir.. İki.. Üç..

Hadi Allah kabul etsin. Vakit ibadetini tamamladı :)























Bir de dua tekerleri var.

Bu dua tekerleri, her köşe başında mutlaka mevcut.

Diyelim ki, yolun uç tarafından geliyorsunuz ve hızlı hızlı yürüyorsunuz.

Elinizi ilk tekere değdirip, demir parmaklıklar arasında tahta sürter gibi

tırtırtırtırtırtır, bütün tekerleri çevire çevire öbür tarafa ulaşıp, oradan işinize devam ediyorsunuz.

Beş saniyede bir kamyon dua okudunuz anadınmı :D

Adamlar işin kolayını bulmuşlar ;)























Endonezya'ya gelince..

Kurban Bayramı sadece semboliktir ve 1 gün sürer.

Böyle bir bayramın varlığından ya da ne işe yaradığından hiç bir Endonezyalı haberdar bile değildir.

Ancak Ramazan'ın ayrı bir yeri var.

Ramazan gelmeden bir hafta öncesinde yollarda şenlikler başlar. Her akşam farklı bir caddede farklı bir etkinlik söz konusudur.

Fabrikalar, Ramazan gelmeden önce 3 gün kapatırlar.

Sonra yine açarlar, Ramazan'ın ilk haftası bir kısmı çalışır, bir kısmı çalışmaz

Sonra yine kapatırlar. Ramazan Ayı'nı büyük kesim, oruç tutarak, çalışmadan geçirir.

Ramazan Bayramı ise yanılmıyorsam 8 - 10 gün gibi bir şey olmalı.

Bu süreç içinde Jakarta boşalır. Herkes kendi köyüne geri döner.























Ramazan Ayı'nda bir tek oruç tutmayan Endonezyalı'ya rastlamadım.

Zaten gündüz vakti bir yerlerde bir şey yemeye de yeltenemezsiniz, her yer kapalıdır.

Oruç tutmaya en müsait ülkelerin başında gelir Endonezya.

Çünkü 12 ay boyunca hava hep saat 07.00 de aydınlanır, akşam en geç 17.30 da kararır.



İftar saatlerinde AVM lerde iğne atsan yere düşmez.

Boş bir tek sandalye bulabilmek için saatler öncesinde yerinizi almış olmanız gerekir.























Hıristiyan Endonezyalılar ise birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar.

Üç kardeşten ikisinin Hıristiyan, birinin Müslüman olduğu aileler biliyorum.

Ne Hıristiyan olanlar Müslümanları aforoz ediyor

Ne Müslüman olanlar Hıristiyanları satırla doğruyor :)

Herkes birbirine sonsuz sevgi ve saygı içinde hep birlikte yaşayıp gidiyorlar.



Tabi, İslamiyeti farklı algılıyor Endonezyalılar.

Namaz da kılıyorlar, oruç ta tutuyorlar, her türlü seks ilişkisini de yaşıyorlar.

İlaveten, GUSÜL denilen şeyden de haberleri yok.

Diyelim ki; Endonezyalı Müslüman, beş vakit namazını kılan bir sevgiliniz var.

Evde, otelde, kapalı bir yerdesiniz ve tam dışarı çıkmak üzereyken canınız çekti, bodoslama dalıverdiniz.

Biz, mutlaka üç beş dakika da olsa, suyun altına bir gireriz.

Onların öyle bir dertleri yok.

Tabi bunu, bizim diğer arkadaşın söylemlerine dayanarak söylüyorum.

Benim böyle yaşamış bir hikayem olmadı hiç :)



5 Eylül 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
ANGUS SAVAŞLARI..



Yıl.. 1210 ( 800 kadar da küsuratı var )




Çinli'nin börtü böcek, Taylandlı'nın çekirge yemesiyle dalga geçen

Lakin sığır eti zannederek eşek etine talim eden son osmanlı, 1. tayyip'in tebaası zor durumdaydı.


Memleketi kuşatmış olan Uruguay Emiri'nin kumandasındaki Angus, Heraford ve Limuzin beyliklerine ait ordular,

Avrupa yakasını abluka altına almışlar, Asya Kıt'asına geçmek için yoğun saldırılarda bulunuyorlardı























Artık bu işgal son bulmalıydı ve düşman mutlaka püskürtülmeliydi..

Karar alındı. Ne pahasına olursa olsun, düşmanla göğüs göğüse çarpışılacaktı..

Kıt'alarımız son hazırlıklarını yapmışlar, silah ve mühimmatlarını hazırlamışlar,

Artık savaşmaya hazırdılar























İkinci Teşrin'in 15 ini 16 sına bağlayan gecenin sabahında

Ordularımız hazırlanmış, sabah namazını eda ediyorlardı.

Bu namazı müteakiben amansız bir saldırı başlatacaktık.





Namazlar kılındı


Dualar edildi

Helallikler alındı























Düşman, kuşatmanın verdiği rehavetle zevk-u sefaya dalmış,


Yiyip içip gevşenip, gaflet uykusuna dalmıştı























Düşmanın bu gafletinden yararlanan kahraman milis güçlerimiz,

TEK BİRR LERRR LEEEE

ALLAH ALLAHHHH niidaalarıylaaaa karşı taarruza geçtiler

Düşman ne olduğunu anlayamadan tepelerine şimmm-şekk gibi bindilerrr























Amansız bir mücadele başladı!

Düşman neye uğradığını şaşırmıştı

Bıçaklar

Kılıçlar

Taşlar ve sopalar























Küffar, bozguna uğramış, çil yavrusu gibi sağa sola kaçmaya başlamıştı!!


Ne yapsa da nafile, artık kuşatma sona erdirilecek, düşmanın kellesi gidecekti























Düşman dağılmış kaçıyor,

Kahramanlarımız kovalıyordu..

Artık yolun sonu gelmişti


Kahramanlarımız adeta KÜKREMİŞ ASLANLAR GİBİYİM BENDİME SIĞMAZ TAŞARIMM!! der gibi küffara yalın kılıç girişiyordu
























BİNN ATLIIII

AKINNLARDA ÇOCUKLARR GİBİ ŞENDİKKK!!

BİNNN ATLIII

O GÜN DEVV GİBİ BİR ORRRDUYU YENDİKKK!!

Göğüs göğüse çarpışmalar başlamıştı























4 Gün 4 gece süren savaştan sonra düşman tamamen yakalanıp, kelleleri kesilip,

Memleket büyük bir felaketten kurtarılmış oldu..

Kebap, kavurma, közleme şenlikleriyle kutlanan kuşatılma sonucunda,

Bu uğurda hayatını hiçe sayan gazilerimiz bilsinler ki,

Fedakarlıkları asla unutulmayacak

Nesilden nesile destanlar halinde yayılacaktır.

Hepsini saygıyla anıyor, arkalarında eğiliyorum



















20 Kasım 2010
 
Son düzenleme:
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
ALLAH KURTARSIN





Bak şimdi..

Hani Gila yazıyor ya, Tayland'a gittim, Hongkong'a gittim, Endonezya'yı harmanladım, onu yedim, bunu tattım, şunu içtim falan,

Gila kendi sektöründe hep bir adım önde olabilmek adına mesleği ve yabancı dili öğrendiği için beleşe getirdi bütün bu seyahatleri.

Yani kendi cebinden gitmeye kalksaydı zor giderdi.

Tee 1980 li yıllarda Yunanistan'a ve Mikonos Adası'na gitmek için para biriktirmeye başlamıştı

O zamanlar cebinde dolar bulunduranı içeri tıktıkları için tl olarak biriktirdiği paralar bir küçücük devalüasyon ile pul olduğu için elindeki para ancak Ölüdeniz'e gidiş dönüş otobüs parasına dönmüştü :D

Ama bugün öyle değil. Paranı döviz cinsinden biriktirebilir, canının istediği yere gidebilirsin























Yani alabildiğine özgürsün.

Canın çeker Ortadoğu'ya, canın çeker Uzak Doğu'ya gidebilir, farklı coğrafyaları görebilirsin.

Bugün olmasa, yarın mutlaka gerçekleştirebilir, üstelik bunu da 4 yıldızlı dandik bir Alanya gezisinden bile ucuza getirebilirsin.

Farklı kültürlerle bir olup, onlar gibi yaşayıp, onların damak tatlarını deneyimleyebilirsin

Eeeğğ. Ben onu yemem demeyeceksin. Onlar da insan.

Biz kurbağa bacağı, canlı canlı ahtapot yedik de iğrendik mi?


Onlar da bu gıdaları yiyip yaşayabiliyorlarsa, sen de pek ala yaşayabilirsin.

Unutma.. Bu, ALLAH'ın sana bir lütfudur ve senden kat kat güçlü oldukları halde senin yaptıklarını uzaktan imrenerek izleyenler, senin yaptıklarını yapamayanlar var :cool:























O da gidiyor dünyanın en ücra köşelerine

Ama bak, ne Endonezya'ya gidip karides tadabilmiş, ne Kore'ye gidip bulgugi yiyebilmiş

Ne Moskova'da gürcü lokantasını ziyaret edebilmiş, ne Çin'deki Uygur lokantasının mönüsüne göz atabilmiş.

Yanında kendi aşçısını taşıyor

Varsa yoksa kuru fasulye - pilava talim :)

Ya yemeğine bir şey katarlarsa?

Ya zehirlerlerse?

O, herkesi düşman görmenin bedelini ömür boyu ödeyecek olan garip bir mahkum :cool:























Mesela, 14 saatlik bir yola gidiyor

Hemen yanındaki koltukta oturan Hintli bir kadının uykuya dalıp başının omuzuna düşmesi nasıl bir duygudur asla bilmez

Etrafında sadece emir kulları, evet efendim sepet efendimci dalkavuklar, ah ne güzel de horluyor beyefendici yalakalar

Bir gün olsun itiş kakış uçaktan inip kendisini bekleyeni el sallayarak görerek sevindirik olamamanın eksikliğini yaşayarak geçiyor ömrü.

Uçağa binip inerken o el sallamaları var ya; Hepsi koftiden.

Lan gitse de şu soğuktan bir an önce kurtulsak, g.tümüz dondu anasını satiim diyen yalaklara mahkum























Halkın içinde dolaşan, tek korumayla AVM lere giden Ahmet Necdet Sezer'den bahsetmiyorum bile

Al sana Abdullah Gül.

O da cumhurbaşkanıydı

Seveni de, sevmeyeni de vardı ama, özgür bir cumhurbaşkanıydı

Şimdi sorun kendinize.

Hiç şöyle bir poz verebilmiş miydi?

Verebilir mi?

O, bastırılmış duygular hücresinde yaşayan bir mahkum :cool:























Hani özgürlük özgürlük diyorsun ya

Lan daha nasıl özgür olacaksın?

YARADAN örneğini koymuş işte önüne

Misal.. Camiye gidiyor amcam.

Cuma namazını eda etmeye

Eh. hoca vaaz verirken sağındaki vatandaşa dönüp fısıldıyor:

Vaziyet nasıl, geçinebiliyor musun?

Vatandaş cevaplıyor: Sayenizde çok iyiyiz hamdolsun

Solundakine dönüyor, aynı soru:

Cevap hemen hemen aynı: Siz varken bize dünya cennet :)

Şöyle bir arkasındakilere dönüp Ne var ne yok dercesine yokluyor

Onlar da hayatlarından çok memnun Elhamdülillah

Hızını alamıyor, önündekileri dürtüyor

Lan birisi olsun sıkıntıda olduğunu söylesin ama yok.

Önündekiler de hayatlarından çok memnun

Yaaani; Her şey güllük gülistanlık :)

Oysa, sağındaki de, solundaki de, önündeki, arkasındaki de

Hepsi de kendi maaşlı korumaları :D

O, kendi korku hapishanesinin müebbet bir mahkumu























Senin, iyi kötü dostların var

Onda o da yok.

Bir yere gidiyor mesela

Dolduruyor uçağı kankalarıyla

Lan.. Şurda oturan daha dün arkasından küfretmiyor muydu?

Ya şuradaki, takır takır eleştirmiyor muydu?

Bak bak bak.. Bodur Hasan'a da bak

Nasıl da sırıtıyor pişmiş kelle gibi

Oysa düne kadar akillere sakil diyordu























Bu, bir nevi futboldan nasibini almamış ama topu olan çocuğun mahalle takımında santrfor olması gibi bir şey :)

Top onun, takım onun

Topu patladığı zaman görürsün sen o sırıtanları :D

Top dedik te; Halı sahada maç yapsa, tekme yemenin tadını bilmez

Ülkenin en baba profesyonel topçularını yürüyerek çalımlar

Vodafon reklamındaki şaban gibi

O, kendi yarattığı yalakalar ordusundan başkasının alkışını almamaya mahkum :cool:



Laz İsmail vardı Gültepe'de Allah rahmet eylesin

MHP liydi kendileri :)


Bütün daireleri boş, 9 katlı binada yaşardı

Bina boştu çünkü; Sık sık baskına uğrar, kimse kiralamazdı

Dairelerin hepsinin ışıkları da sabaha kadar yanardı

Ki; Baskın olursa, hangi odada kaldığı hemen anlaşılmasın..



Seninki 1250 Odalı saray yaptırmış kendisine..

Çaktın mı köfteyi?

O, kendi halkına güvenmemenin mahkumu :cool:























Ne diyelim?

Allah kurtarsın :cool:



17 Kasım 2014
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
DEVAMI GELECEK..






Bir gün, Endonezya'dan bir arkadaş arayarak, çelik ticareti için İstanbul'a gelmekte olan bir arkadaşı için ilgilenmemi rica etti.

Evi adındaki bu misafir, 4 gün boyunca randevu aldığı firmaları ziyaret edecekti.

Kendisi için otel rezervasyonunu yaptırıp araba ve şoför de ayarladıktan sonra gittim, hava alanından kargoyu teslim alıp, iyi bir akşam yemeğinden sonra oteline yerleştirdim.























Gündüzleri iş toplantılarına koşturan hatunu her akşam otelinden alıp yemeğe götürmek ve İstanbul'u tanıtmak gibi bir misyon üstlendim ve bu misyonumu da başarıyla ifa ettiğimi düşünüyorum.

Daha sonradan çok zengin olduğunu ve şu aralar dünyayı dolaşmakla meşgul olduğunu öğrendiğim bu ufacık tefecik kız, son derece tevazu sahibi, kibar bir insandı.

Emaneti teslim eden şahsiyet, beni iyi tanıyor olmalı ki; DO NOT MINGLE MY FRIEND ( arkadaşımla fingirdeşme ) uyarısını da dikkate alarak, biz de gerektiği gibi kibar davrandık kendisine ;)























Şen, neşeli, vara yoka her b.ka gülen bu misafiri mutlu etmek çok ta zor olmadı.

İstanbul'u İstanbullu gibi yaşamasını sağlamak için bir akşam İstiklal Caddesi'ne daldık.

Lüks mağazalardan çok, incik boncuk satan yerlere götürüp, yoldaki kestaneciden kızarmış kestane alarak Beyoğlu havasını teneffüs ettik.

Hazır Beyoğlu'na gelmişken, kendi ülkelerinde dondurma adı altında kendilerine neler kakaladıklarını gösterebilmek için medar-ı iftiharımız Mado'ya girerek gerçek dondurmanın ne olduğunu da tattırmış olduk ;)























Boğaz'ın karşı yakasındaki randevusuna bizzat ben götürdüm.

Boğaz Köprüsü'nden geçerken dili tutulmuş gibi dışarıya bakıyordu.

Şimdi kıta mı değiştiriyoruz diye sorunca aklıma hinlik geldi :)

Tam köprünün orta yerinde sordum:


Pasaportun yanında mı?

Yooo. Otelde bıraktım

EYVAH!!!

Nooldu?

Başka bir kıtaya geçiyoruz. Pasaport kontrolü yapacaklar.

O anki panik halini görmek gerçekten keyifliydi.

Akşam bir açık hava çayhanesinde kendisine tam da o anı hatırlatırken yüzündeki kahkahaları görmek gerçekten çok keyifliydi :D























Boğaz köprüsü, bir kıta ile diğer kıtayı birleştiren kara yoluydu ancak, bunu sadece Boğaz Köprüsü ile ifade etmek, konuyu fazlaca basitleştirir.

Aslında, Türkiye iki ayrı kıtayı, iki farklı kültürü birbirinden ayıran bir geçiş köprüsüdür.

Ve bu, ilk okullarda bize anlatıldığı kadar basit değildir.

Söz konusu olan sadece iki kıta değil, iki farklı kültür, iki farklı yaşam biçimidir.























Şöyle düşünün. Türkiye, bir kapısı doğuya, diğer kapısı batıya bakan büyükçe bir pasaj gibidir.

Şayet Doğudan geliyorsanız, kapıdan girer girmez batının kokularını almaya başlarsınız ancak, burası batı değildir.

Gerçek batıya adım atmak için diğer kapıdan çıkmanız şart :cool:


Aynı şekilde Batıdan geliyorsanız, kapıyı açıp içeri girdiğiniz zaman Doğunun esintilerini, kokularını almaya başlarsınız ancak, burası doğu da değildir. Gerçek doğuyla tanışmak için diğer kapıdan çıkmanız şarttır.


Yer yüzünde aynı özellikleri taşıyan ikinci bir ülke yoktur























Rumlar, Ermeniler, Lazlar, Çerkezler, Türkler, Kürtler, Muhacirler

Müslümanlar, Sünniler, Şiiler, Aleviler, Hıristiyanlar, Yahudiler

Dini bütünler, mütedeyyinler, akşamcılar, alemciler, tesettürlüler, mini etekliler, baldırı çıplaklar

Cumhuriyetten önce de, sonra da hep birlikte aynı topraklar üzerinde barış içinde yaşamayı bildik

Canı isteyen ağustos sıcağında çarşafını, örtüsünü çekerek dolaşır

Canı isteyen mayosunu çeker, deniz kenarında serinlemeye giderdi

Ne çarşaflıları soyup deniz kenarına getirmek gibi bir zorbalık söz konusuydu,

Ne çarşaflıların deniz kenarındaki hanımlara YANACAKSUĞUUUUZ diye taciz etmeleri

Herkes, barışın ve huzurun keyfini çıkartmakla meşguldü























İnsanlar, bütün fakirliklerine, gelişmemişliklerine rağmen

Mutlu olabilmenin yollarını bir şekilde bulabiliyordu.

Henüz halkın arasına nifak tohumları serpiştirilmemişti

Akşamları çay bahçelerine gidilir,

İsteyen çay, isteyen birasını içerken

Kimse kimseye müdahale etmez, demokrasinin nimetleri paylaşılırdı























Kimisi beş vakit camiden çıkmaz,

Kimisi haftada bir gün hoca efendinin yüzünü zor görürdü

Kimisi tesettürlü kıyafetini çeker

Kimisi tayyörünü kasketini takar, çarşıya çıkardı

Farklı kültürlerin iç içe harman olduğu, fakir ama mutlu bir ülkeydi Türkiye























Kendi çapımızda eğlencelerimiz olurdu

Beşiktaş Yüzme Havuzu, her çarşamba gününü kadınlara ayırırdı

İçerideki müzikleri dinler, göbek atmaları hisseder, orada olabilmenin hayaliyle bulduğumuz her delikten içeriye göz atardık

Havuz güzeli seçilirdi mesela

O günün havuz güzelleri, bugünün anneleri, babaanneleri, anneanneleri

Hiç biri de o..spu olmadılar

Sadece cumhuriyetin nimetlerini paylaştılar

İnsanca

Medenice

Birbirlerinin inançlarına, özgürlüklerine, yaşamlarına saygı duyarak























Tamam, belki her kalıp her kişiye yakışmadı

Belki sadelik daha da güzel duracakken, boyalı maymuna dönenleri de oldu

Hatta şebek gibi görünüp te kendini Miss World zannedenleri bile oldu

Ama kendi hayatı, kendi tercihi

Sana ne?!!























İnsanlar..

Fakirdi ama umutları vardı

Sıradandı ama mutlulukları vardı

Yaşam tarzları farklıydı ama saygıları vardı

Birlikte yaşamayı

Birlikte paylaşmayı bilen insanlardı























Çünkü, Allah'ın kuluydular

Peygamber'in ümmetiydiler

Ve O'nun halkıydılar























Özgürlüğü için ölümüne savaşmayı da,

Uğruna savaştığı özgürlüğünün tadını çıkartmayı da

Sulh içinde yaşamayı da

Saygıyı da

Sevgiyi de

Ondan öğrendiler.

Bu yüzden, son yolculuğuna da hep birlikte uğurladılar

Minnet duygularıyla göz yaşlarını harmanlayarak























Derken bir gün...

Onlar çıkageldiler























Ellerinde Kur'an

Dillerinde yalan

Birlik ve beraberliği böle böle

Dostluk ve kardeşliği yara yara geldiler.


İlk işleri, insanları inanan ve inanmayan diye ayırmak oldu

Kendileri ( haşa ) ALLAH'IN PARTİSİYDİLER

Kendilerine inananlara Cennet'ten bahçeler

İnanmayana Cehennem'de kızgın ateşler

Kendilerine oy verenler Mü'min

Oy vermeyenler külli kafir

Allah'tan korkmadan

Allah'ı pis siyasetlerine alet ede ede geldiler























Önce aptalları çektiler yanlarına

Öyle ki; Bir taraftan FAİZ HARAM nutukları attılar

Diğer taraftan paraları tefeciye yatırdılar

Ve aptallar bunu bir türlü göremedi

Ya da görmek istemedi

Alnının arada bir secdeye gidiyor olması onlara yetti de arttı bile























Bir bayrak yarışı başlattılar

Usta, kalfaya devretti

Kalfa, usta oldu

Örtüyle başladılar

Bütün okulları İmam Hatipleştirdiler

İnsanların arasına nifak soktular

Öyle ki; Camilerde bile kavga gürültü çıkmaya başladı

Camiler bile ibadet yeri olmaktan çıkmaya başladı























Doğu'ya gidip kürdü kaşıdılar

Batıya gelip demokrat kesildiler

Kuzeye çıkıp Lazistan vardı dediler

Kah işaret parmaklarıyla tehditler savurdular

Kah ellerinde bayrak salladılar

Kah Kur'an salladılar bayrak niyetine

Büyüdükçe böldüler

Böldükçe büyüdüler























Hani vardı ya: Yurtta sulh cihanda sulh

Yurta da, cihanda da savaş yanlısı oldular

Rus'un sınır ihlaline 17 saniyede ateşle karşılık verirken

Yunan'ın adalarımızı işgaline sessiz kaldılar

Daha dün, 17. adamız da işgal edildi

Kanla aldıklarımızı, koltuk sevdasına terk ettiler























Halkı kendi arasında hıyar gibi böldüler

Ya ondansın, ya vatansızsın

Ya ondansın, ya dinsizsin

Ya ondansın, ya hainsin




........


Hocaları YA BİZDENSİN, YA MÜNAFIKSIN ile yola çıkmıştı

Şimdilerde bir tek seçeneğin var.

YA ATATÜRKÇÜSÜN, YA TAYYİPÇİSİN...



Bu yazının devamı bir gün gelecek.

O gün ben hayatta olur muyum,

Olursam da yazabilecek durumda olur muyum,

Onu zaman gösterecek :cool:



8 Şubat 2016
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
BAYRAMLAR ÇOCUKKEN GÜZELDİR


Bayramlar çocukken güzeldir





Çocuktuk..

Bayram olduğunu bir akşam evelden abim ile aliminyum leğenin içinde kafamızı ( bir türlü ılıklık ayarı tutturulamayan ) kaynar su, gözümüzü beyaz sabun yakarak yaptığımız banyodan anlardık..

Bazen yandaki apartmanın kapıcısı Raziye Teyze alırdı bizi kendi oğlu Ali'yle yıkamaya

O zaman mutlu olurduk.

Çünkü; kalorifer kazan dairesinin sıcak suyunun bağlı olduğu, ısı ayarlı bir hortumdan akan ılık su ile

Çok geniş bir mermer alanda kaygan zemin üzerinde vıjjjjt diye kıç üstü kayarak oyun oynarken eğlenirdik..

Ali dişlek dişlek sırıtarak ÇÜKÜMÜ YE YUSUF diye benimle kafa yapardı..

Ali şu an Polonez Salam Sucuk fabrikasının genel müdürü

Ne zaman Polonez marka sucuk alsam, Ali bana çükünü yedirir :D





Ali'nin internetten bulabildiğim tek resmi bu























Önce annaannemlere giderdik bayramlaşmaya.

Belliydi ne vereceği..

Ağzımıza şeker, cebimize mendil..

Ulan.. bi sefer de çikolata al be kadın

Bilemezdik fakirliğin ne olduğunu..


Ha..

Bir de nokul yapardı..

Bir tepsi cevizli, bir tepsi üzümlü..

Üzümlü olsun da fırın ekmeği olsun. Çatlayana kadar yerim vallahi























Dayım hep 2.5 lira verirdi..


Yarısını da abine ver derdi..

Küçük dayıma da talimat verirdi:

Çocukları sinemaya götür..

Atlas sinemasının 10.30 çocuk matinesine, anlamadığımız alt yazılı bir filme giderdik.
























Film başlamadan önceki pepsi reklamı kalırdı akıllarımızda


Bir de film arasında yediğimiz frigo

Bir seferinde sabah erkenden annaneme gittim

Dayıyı yataktan uyandırdım, 2.5 kaatı kaptım

Yarısını abine ver ( olur. görürsem söylerim )


Parayı kaptığım gibi doooru sinemaya..

Yaşım 9 - 10 falan..

Film bitti saat 12.30 gibi, Cihangir'e döndüm, ota boka her şeye para harcıyorum.

Borumu lan bu. Koss koca 2.5 ( yazı ile ikibuçuk ) lira






















En son manav Niko'dan yarım kilo üzüm alıp, ööölesine bi sudan geçirip, eve de 50 adımlık mesafede bir yere çökmüş tıkınıyordum

Birden bir gölge belirdi tepemde..

Abimdi

Ben pişkin pişkin üzüm alsana dedim ama bakışlarından anladığım kadarıyla parasını iç ettiğimi biliyordu

Annem seni çaarıyo

Çaresiz kalktık gittik























Evde curcuna koptu..

Bi taraftan aşşaaalık aabim ağlıyo

125 kuruşumu versiiiin. Paramı harcamııış. Üzüm yiyoduuuu diye

Bi taraftan Valide Sultan almış beni sorguya..

Para nerde?

İnek içti

İnek nerde?

Göle düştü..

Göl nerde?

Dağa kaçtı

Allah hepsine gani gani rahmet eylesin :(




O duvarların dili olsa da kahramanlık destanımı yazsalar..

Mustafa Balbay o kadar dayağı yese bülbül olur konuşurdu

Ben kahramanca direndim ;)
























Öğleden sonra,

Sabahtan beri kapı kapı dolaşıp, el öpüp, para toplayan çocuklardan aldığım tüyo uyarınca el öpmeye gidilecek ve gidilmeyecek yerleri tespit eder, saldırıya geçerdim..

Jordan amca para verir. Kızı Maro da tatlı yedirir, harçlık bile verir.. git!

Şu yan tarafta 5. katta oturan şişkoyu ziktiret. Hem para vermez, hem binanın asansörü yok

Bu bizim Ali her seferinde para alırdı ya ondan, 2 kat gıcık olurdum şişkoya

Salise Teyze lokum veriyor, gitme!

Haralambos Amca beni sever. Harçlığımı hazırlamıştır, git!

İbrahim Çallı Amca'nın öğretmen karısı hep masal kitapları verirdi.


Para verse daha iyi olurdu ama, hadi gidelim :cool:


Yıllar sonra kavrayabildik Çallı İbrahim Amca'nın ressam olduğunu


Hepsi de NUR içinde yatsınlar























Hayatta ilk ve tek oyuncağım, pilli bir tabanca oldu..


Tetiğe basıyorsun, lambası yanıyor..

Oyuncak mı vardı..

Kızların bir bebeği olurdu, ömürleri saç taramakla geçerdi

Kadın oldular, çoluk çocuğa karıştılar ama bebeklerini gözleri gibi korudular hep

Şimdiki çocuklar oyuncak manyağı

BİR HAMBURGER - BİR OYUNCAK






















100 Liraya alınmış, frensiz bir bisikletimiz vardı


Annem beni gezmeye götürdüğünde abim biner, biz geldiğimizde hemen lastiklerini söndürür, kömürlüğe koyardı şerefsiz :D

Birgün o yokken sönük lastikle bindim

Bu sefer lastikleri söktü..

Birgün cantların üzerinde bindim

Cantlar yamuk yumuk oldu


Bisiklet sizlere ömür





BİRAZ BÜYÜDÜK MÜ NE?

Artık harçlıklar 5 er liraya çıktı dayıdan

Öyle kapı kapı da dolaşmıyorduk. Bitimiz kanlanmıştı

İlk gün mezarlık ziyareti, konu komşu teyzeler,

2. Gün ver elini sinema

Çeliktepe - ATA Sineması 2 film oynatıyor

BULUT 3 film oynatıyor ama araya parça koyuyorlar :D

Çağlayan MALKOÇ Sineması 5 film birden oynatıyordu.

Yuh artık!!

Hiç düşünemezdik ulan bu 5 filmi nasıl oluyor da 4.5 saate sığdırıyorlar diye



Birgün sinemaya giderken abim, ben ve Remzi Abi bir börekçiye oturduk..

Börek - ayran - su sipariş ettik..

Ayran bittikçe su katıyorduk kikir kikir gülerek

Börek bitti, ayran bi türlü bitemedi



Artık okuma yazmayı da çözmüştük ya

Ulvi işlere para yatırıyorduk. Okunmuş kitaplar alıp okuyorduk.

Okuyup bitirince de, başkalarıyla kitap takası yapıyor,

Dağarcığımızı ilmi bilgilerle dolduruyorduk karamba karambita























BİRAZ DAHA BÜYÜDÜK...

16 Yaşında iş hayatına girdik..

Artık bayram demek 1 haftalık ekstra para demekti..

Boru değil hacu.. Para bu para :D

İlk günlerin mutatlığı değişmez.

Önce dedemin mezarına ziyaret, sonra biraz semtte takılma vaziyetleri

Vıcık vıcık parfümlenip

Mektebin yolları taştaaan :D



Günde 100 kişinin altına yatan kadının üstünde tepinebilme turları

HAVALI DENİZ YUKARIDA idi ama biz ille de SAKSAFONCU LEYLA'ya giderdik

O zamanlar flüt çaldırmak bile zordu..

Kadınlardan dayak yediğimiz de olurdu arada bir

Hade laan. Nikahlı karınızmı var burada sizin!























BİRAZ BİRAZ DAHA BÜYÜDÜK

Artık bayramları ortalıklarda görünmez olduk

Alanya - Bodrum - Kuşadası...

Ya da mevsim kışsa,

Mezarlık ziyaretinden sonra Beşiktaşlıların mekanı Kazan'a

























Gündüz bira - patates

Akşama Boğaz'da balık - rakı

Gece kandili nerede söndürebilirsek artık...



YILLAR geçtikçe bayramlara bakış açımız değişmeye başladı..

Değişen bayramlar değil, bizdik

Hayattan beklentilerimizin çokluğu,

Alabildiklerimizin yetersizliği,

Belki de aç gözlülüğümüz bizi eski heyecanlardan uzaklaştırsa da,

Eline harçlıklarını alıp ipe sapa gelmez şeyler satın almanın hevesindeki çocuklar için BAYRAMLAR hep aynı..


Kapı çaldı

Kapının gözünden bakıyorum

Çocuklar birikmiş ama kavga yapıyorlar

Çalmasana lan kapısını ipne.. yine çukulata vericek

Ben Erol Abi'ye çıkıyorum.. Erol Abi para veriyo

Dur lan.. Beni de bekle...






Çocukları unutmayın

Tabii şunu da unutmayın

Onlara ikram ettiğiniz her tek şeker, çikolata vb. yiyecekler

Size küfür olarak geri dönecektir


Pintiliğin lüzumu yok

PARA VERİN PARA...



iyi bayramlar


18 Eylül 2009
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
ZOMBİ STORY




Sabah elini yüzünü yıkadıktan sonra şöyle perdeyi aralayıp balkonun kenarından aşağı baktı

Zombileri kafayı yukarıya dikmiş, günün mesajını bekliyordu

Döndü, masanın üstündeki bozuk paraya yöneldi.

Attı havaya, yazı geldi.

Yazı iyiydi.

Turayı sevmezdi. Hiç bir zaman sevmedi

Turada o adamın resmi vardı

Gün gelecek, kendi resmi de olacaktı inşallah

O günler uzak değildi

Bir para atacaktı havaya, yazı da onun, tura da ;)






















YAZI geldi

Çıktı balkona, seslendi..

PENSİLVANYA DOSTUMUUUUZ!


Zombileri tekrarladı

Pensilvanya dostumuz - Pensilvanya dostumuz

Dağıldılar..






















Ertesi sabah kalktığında yine aynı hikaye

Zombiler aşağıda, mesaj bekler

Yine aldı parayı eline, attı havaya

Yine yazı gelmişti

Çıktı, verdi mesajı:

POLİSİMİZ DESTAN YAZDIII

BUNLAR KAHRAMAN ÇOCUKLARIMIIIZZZ


Zombiler tekrarladılar

Polisimiz kahraman - Hepsi destan yazdı

Dağıldılar..






















Bir sonraki gün..

Zombiler yine aşağıda toplaşmış, günün mesajını bekliyorlar.

Sahip bir türlü çıkmadı balkona

Bekleşmekten sıkıldılar mı ne?

Bir taraftan bir gün öncesinin mesajını tekrarlıyorlardı

Bir taraftan hüloooğğğ gibi sesler çıkartıyorlardı

Polisimizooooğğğğ

Karamanülooooğğğğğ

Oğğğğğğğğğ






















Dışarıda sabırsızlık hakimdi

İçeride sessizlik..

Para havaya atılmıştı

Ve o adamın resmi gelmişti

Moraller sekizbuçuktu

Bir hiddet - Bir öfke

Çıktı balkona, seslendi

BU POLİS HAŞHAŞİİİİİ

BU POLİS DARBECİİİİİ

BU POLİS VATAN HAİNİİİİİ

Zombiler günün mesajını tekrarlaya tekrarlaya alandan ayrıldılar

Haşhaşi polis

Darbeci polis

Hain polis






















Para bu, durduğu yerde durmuyor

Bir gün yazı geliyor, bir gün tura

Üç gün yazı geliyor, beş gün tura

Zombiler aşağıda bekleşiyor

Bugün hazretin ağzından ne çıkacak?

Mesajı alacaklar ki; Köşelerinde yazacaklar

Çalıştıkları iş yerlerinde konuşacaklar

Siyasi forumlarda yazacaklar






















Zombiydiler ama iyi kötü manyak değildiler

Ta ki; O balkonun altından mesaj alma alışkanlığını edinene kadar

Gün geldi, onlar da manyak oldu

Yazı geliyor, YARGIYA SAYGI SONSUZ

Tura geliyor, YARGIYI YAKALAMASIN DONSUZ

Yazı geliyor, AYM BAŞKANI SAYGIN

Tura geliyor, AYM BAŞKANI DARBECİ






















Yazı: Polis kahraman

Tura: Haşhaşi

Yazı: apo kardeşimiz

Tura: Teröristin önde koşanı

Yazı: Esad'ım güzel kuşum

Tura: ESEEEEEDDDD

Yazı: Pensilvanya'ya selam olsun

Tura: Lanet olsun lan lanet olsun

Yazı: İyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz

Tura: Orduya kumpas kurmuşlar

Yazı: Sosyal medya faydalı

Tura: Twitır mıvitır, kökünü kurutacağız

Yazı: Bu evladımızzzz

Tura: Bunun anası da terörist

Yazı: İsrail lanetliiii

Tura: İsrail ile dost ilişkilerimiz sürüyor

Yazı: Sisi darbeciiii

Tura: Oğlum SİSİ ile iş yapıyor

Yazı :








ALLAH kimseyi zombi yapmasın :cool:




9 Ocak 2015
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
TAHTIREVALLİ..





HAYDİ BUNU DA YAP APTAL JAPON



2. Dünya savaşı sonrasında Japonlar, Amerika ne yaparsa yapsın, taklit etmeye başlamışlar

Amerika ne yaparsa yapsın, Japon hemen taklidini yapıyor ve taklit ürünle orjinalin sahibi Amerika'ya kafa tutuyor.

Yüzsüzlüğün bu kadarına da pes yani :)

Derken: Amerika bir gün bir şey yapıyor ve bir numunesini posta ile Japonya'ya gönderiyor.

Gönderdiği ürün, bugün naylon olarak bildiğimiz ürünün ta kendisi

Japonlar gelen koliyi açıyor, içinde bir paket

Paketin üstünde şöyle yazıyor: Now You're Late Old Nippon

Baş harflerini bir araya getirdiğiniz zaman NYLON kelimesini oluşturan bu deyimin anlamını tam Türkçe'ye çevirdiğiniz zaman ( geç kaldın yaşlı japon ) olarak tercüme edilse de,

Amerikan idiomunda tam karşılığı: HAYDİ BUNU DA YAP APTAL JAPON dur.

Bunu da niye anlattıysam? :p





Toprağı bol olsun Afnaim Bey derdi ki:
Emekli olmak ölümü beklemektir

O zamanlar insan ömrü ortalama 65 yıl, emeklilik yaşı 50 civarıydı

Ağzım gözüm diyene kadar zaten beş on sene geçer

Sonra namaz niyaz takke tesbih derken, bekle dur Azrail'i







Şimdilerde insan ömrü 78 yıl

Eski yasalara göre de 41 yaşında emekli olmuşsun

Kardeşim, bir insan ölümü ne kadar bekleyebilir ki?

Allah göstermesin amansız bir hastalığa yakalanırsın, gidişat kötüdür, beklersin

Hatta kendini hazırlarsın bile, anlarım.

Bir ay beklersin, bir yıl, birkaç yıl sürer, anlarım.

30 - 40 Sene de ölümü bekleyerek yaşanmaz ki..

Yani şu sıfata bak

Allah bilir tabi ama, ölümü bekleyecek bir görüntüde miyim?






















Adama diyorum ki;
İngilizce okur-yazarım, kumaşın dokusunu değiştirir, desene takla attırırım, 300 müşterilik portföyüm var ama işsizim

Adam diyor ki:
Yahu emekli de olmuşsun daha ne işin var senin çalışmakla?

Lan akşama kadar yemek programı izleye izleye feminen oldum

Evlilik programlarında kim kimi yan gözle kesiyor, kim her boka maydanoz oluyor, kim şirret, kim güzel, kim seksi, onları izlemekten ev kuşu oldum.

Velev ki; 78 yaşında çekip gideceğim.

Yirmi küsur sene o aptal kutusundaki geri zekalı programları izleyerek geçer mi?























Evlilik programları dedim de, Esra Erol'un programları nispeten seviyeli

Seda'nın bir programı var, öyle adaylar var ki; Tecavüzcü Coşkun'u getirip oraya oturtsan, Zeki Müren'in gençliği gibi kalır

Hele bir hatun var, tam Beyoğlu kabadayısı

Üstelik bir de talipleri çıkıyor, kafayı sıyıracağım.























Seda'nın kendisi başka bir alem.

Gerdire gerdire dudakları sapan lastiği gibi olmuş, O harflerini zinhar söyleyemiyor, sessiz harflere sessiz kalıyor, sesli harflere
EEÖÖÖ gibi tuhaf bir takım homurtular çıkartıyor.

Gülmüyor.

Hayır, gülmek istese de gülemiyor.

Hatun, botoks yaptırmaktan ağzını kapatamıyor :D























Ve ben...

Bunları izlemeye mahkumum.

Arada bir Oktay Usta'yı izliyordum, cemaat kanalıdır diye aforoz ettiler

Hoş, bu STV nin kuruluş aşamasında İtalya ile bütün yazışmaları ben yaptım.

Daha başlangıçta benim elim değdi

Yani olaya bu açıdan baktığınız zaman, uzun bile yaşadı :D























Geçenlerde düşünüyorum da; Çok değil 7 sene önce iş konularında teklif üstüne teklif geliyordu

Ayıptır söylemesi, 3000$ aylık veren firmadan önce avans alıp, üç gün düşündükten sonra aldığım avansı iade ederek mevcut pozisyonumu korumaya karar verdiğimi hatırlıyorum

Oysa bugün itibarıyla tam 11 aydır işsizim.

İşin kötüsü, bugünlerin gelmekte olduğunu yaklaşık 7 yıldır da görmekteyim.

İnanmayacaksınız ama, her şey sanayi elektriğine yapılan otomatik zamlar ile başladı.

Elektrik ucuz da olsa, pahalı da olsa, sanayiye her ay düzenli olarak zam yapılarak ülkenin gücü bizzat ülkeyi yönetenler tarafından adeta sömürüldü

Şunları teee 2008 yılında, bir elim yağda bir elim balda iken yazmışım



ayrıca.. kömür, buğday, pirinç dağıtımı alenen RÜŞVET dir.. sen madem benim milyon dolarlarımı millete dağıtacaksın, elektriği ucuzlat, işletmeler rahatlasın.. doğalgazı ucuzlat, millet kışı donarak geçirmesin.

yapabilirmi??

yapamaz.. çünkü dağıttığı düşküne yardım değil, SEÇİM RÜŞVETİ dir..






Hani Winston Churchill demiş ya:
Hiç bir şey sonsuza kadar iyi ya da kötü gitmez

Ben de bazen hayatı bir tahtırevalliye benzetiyorum

İniyorsun, çıkıyorsun

Çıkıyorsun, iniyorsun

Yukarıda, aşağıda veya ortada bir yerlerde bir şey oluyor, oyun dışı kalıyorsun..























Tahtırevalli demişken; Burada rahmetli validem ve peder beyden bahsetmek istiyorum

Aslında bahsedeceklerim sadece kendi ailem değil

Aynı zamanda sizlerin de aileleri

Benzer öyküler, hepinizin hayatında var

Büyükleriniz tahtırevalliden indiğinde aşağıdaydılar

Oysa siz şimdi yukarıdasınız

Çocuklarınız, hiç kuşkunuz olmasın aşağıda olacaklar

Neden mi?

Çünkü bir yerlerde bir takım senaryolar böyle yazılıyor

Ve bizler, bu senaryodaki rollerimizi oynayıp dünya sahnesinden çekilip gidiyoruz







Bizim valide sultan, Samsun'da anası babası Hacı Med'in tarlasında rençberlik yaparken bir taraftan ailesine tarlada yardım ederken diğer taraftan kardeşlerine göz kulak olan, nefes aralıklarında bi koşu gidip yemeği hazırlayan, hayatı hangi amaçla olduğunu bilmediği bir koşuşturmayla geçen, geleceğe dair herhangi bir beklentisi olmayan genç bir kızdı

Sosyal yaşantısı da vardı tabii :cool:

Akşamları hava karardıktan sonra @mavera55 iyi bilir köyün kızları bir evin bahçesinde çember şeklinde oturur, makina hızında tütün dizerken bir iki bardak çay içip günün mana ve ehemmiyetine göre günlük dedikoduları konuşup dururlardı

Yani, yine gece yarısına kadar çalışıyordu belki ama, poposu yer gördüğü için, bunu sosyal yaşam olarak kabulleniyorduk ;)

Aşağıdaki resim google'dan alıntıdır























Aşkmış, sevdaymış

O ne la?

Biri gelecek isteyecek, alıp götürecek işte

Kurtuluş mu?

Asla..

Düne kadar ağaya ırgatlık yapan ana ve babasına ırgatlık yaparken

Evlendikten sonra hiç tanımadığı bir insana ırgatlık yapacak




Bir gün bir şey oluyor

İstanbul'dan bir efendi geliyor

Şehirden bir efendinin gelip te ortalık yerde dolaşıyor olması kızların dikkatini çekiyor

İstanbul'dan gelmiş, boru mu lan bu?

Acaba kısmet kime?

Acaba kim bu debdebeli hayattan kendini kurtaracak?

Yaşı da biraz ileri ama, İstanbul rüyası yaşa başa bakmıyor aga :)

Aşağıdaki resim google'dan alıntı değildir :)























Ve,Valide Sultan'a talip olunuyor

Öyle ki; Bu bey, sadece onu değil

Anasını, babasını ve kardeşlerini de İstanbul'a götürecek

Talih kuşu adamın kafasına zıçtı mı böyle zıçar işte

Uzatmayalım, konu dağılmasın,

Alıyor, götürüyor hepsini

Meğer İstanbul'dan gelen bey, bir apartmanın kapıcısıymış

Kayın peder ve ailesine de başka bir kapıcılık ayarlamış

Aha apartman da bu..























Oturduğun yerden bakınca attan inip eşeğe binmek gibi geliyorsa da

Gaz lambasından çıkıp elektriğe geçmek gibi düşün

At arabasından inip dolmuşa binmek gibi düşün

Akşama kadar tarlada çalışmaktan sa, 7 katlı apartmanın merdivenlerini silmek gibi düşün

Akşamları tütün dizmekten se, kapı önüne halı atıp yandaki apartmanın kapıcısıyla ailecek çay içerek sohbet etmek gibi düşün

Arada bir deniz kenarını görmek gibi düşün

ADAM GİBİ elbise giymek gibi düşün

Neresinden bakarsan bak, aşağısında oturduğun tahtırevallinin yükselmeye başlaması gibi düşün :cool:























11 Sene süren kapıcılık serüveninden sonra kendi evini aldıklarını da hesaba koyarsan, tahtırevallinin zaman içinde nasıl yükseldiğini pek ala görebilirsin ;)

Ve onlardan doğan bizler, tahtırevallinin üstte değil ama, ortada oldukları bir dönemde dünyaya geldik

Köyde çapa çapalamıyorduk ama yamalı elbiseler giyiyorduk

Ki; Yama ayıp değildi

Yamalı ceketler, pantalonlar olağandı

Hatta, yama olduğunu belli etmeyecek şekilde ustalıkla iş yapan gizli yamacılar türemişti

Yamayı 3 liraya yaptırıyorsan, gizli yama 10 liraya yapılıyordu

Şimdilerde, yamalı pantalonlar moda ;)























Bizler, ortalarda dahil olduğumuz tahtırevallide yukarılara kadar çıktık

Sonra indik

Sonra yine çıktık

Sonra yine indik

Gün geldi beş kuruşa muhtaç olduk

Gün geldi, havada kazanıp tavada yedik

Bu çıkış ve inişler arasında kimimiz oyun dışı kaldık

Kimimiz oyunun sonuna geldik























Konuyu bireysellikten toplumsallığa getirmek gerekirse

Dünya savaşlarına göz atmak gerekir.

Tahtırevalli bir aşağı bir yukarı hareketini sürdürüyor

Nesiller ise aşağıda bindikleri tahtırevalliyi yukarıda

Veya yukarıda bindiler se, aşağıda terk edip yerlerini diğer nesillere bırakıyorlar







Bildiğimiz tarihten yola çıkarsak; Osmanlı'nın son dönemlerinde tahtırevalli aşağıya doğru iniş yapmıştı

Patlak veren 1. Dünya Savaşı ile birlikte dip yapan tahtırevallideki nesiller

Savaşın kazanılmasıyla birlikte yavaş yavaş yükselmeye başladılar

İniş ve yükseliş sırasında oyun dışı kalan nesillerin yerine gelen yeni nesiller

Altlarda ama yükseliş sırasında olan nesillerdi

Yani, dedelerimiz.























Onların çocukları yani ana ve babalarımız tahtırevallinin ortalara doğru çıkış sürecinde yaşadılar, dünyaya bizlerin gelmesine vesile oldular

Bizler, ortalarda bindiğimiz alametin yukarılara kadar çıkış sürecini yaşadık

40 Yıl önce araba almak hayalken, bugün arabalarınızı koyacak park yeri bulamıyorsunuz ;)























Lakin, sistem çalışmaya devam ediyor

1920 li yılların eğlence merkezi ŞAM, tam bir harabeye dönmüş durumda

1940 lı yılların harabesi ALMANYA, tahtırevallide en tepelerde

Yine de küresel işsizlik bütün ülkeleri vurmuş durumda

İşin, paranın olmadığı yerde huzursuzluk başlar

Ülkeler arası huzursuzluğun son noktası savaştır

Kim ne derse desin, dünya yeni bir savaşın kapısında























Tahtırevalli aşağıya doğru harekete geçmeye başladı

İletişimin altın çağını yaşarken dünyaya gelen gençleri

Maalesef sert bir iniş bekliyor

Yaşamlarının bir kısmını yukarıda,

Muhtemelen ciddi bir kısmını aşağıda geçirerek oyun dışı kalacaklar

Ve tekrar yükselişe geçmek, şimdi doğan çocuklardan doğacak çocuklara nasip olacak

Yani, nereden bakarsanız bir YÜZ YIL...







Dedelerinizin yaşantısını mutlaka ana - babalarınız anlatmıştır

Gözünüzün önüne getirin, ananızın - babanızın yaşam süreçlerini şöyle bir düşünün

Ve nihayet sizin elde ettiklerinizle onlara sağlamaya çalıştığınız ortamla, onların sizin yaşınızdayken yaşadıkları ortamları kıyaslayınız

Tahtırevallinin nasıl yükseldiğini net olarak görebileceksiniz..

Son on yıla bakın

Ama kendisini DÜNYA LİDERİ OLDUK diye kandıran salakların gözüyle değil, objektif bir gözle bakın

Gidişatı göz önünde bulundurun

Üniversite bitirmiş işsizler ordusuna göz atın

Ve çocuklarınızın önümüzdeki 30 yılının nasıl geçebileceği hakkında bir öngörüde bulunun

Tahtırevallinin inişe geçmekte olduğunu görebileceksiniz..























Hayat bir tahtırevallidir arkadaşlar.

Bindik, yükseldik, alçaldık, yükseldik,

Günü geldiğinde oyun dışına gidecek, oturağı başkalarına terk edeceğiz.


Churchill'in dediği gibi: HAYATTA HİÇ BİR ŞEY SONSUZA KADAR İYİ YA DA KÖTÜ GİTMEZ



Hadi daalın şimdi :cool:







6 Ocak 2016
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
ASTRAL SEYAHAT NEDİR










Bedenimizi belirli bir süre terk ederek çeşitli yerlere düşünce hızı ile gidip, gittiğimiz yerlerde meydana gelen olayları izleyebilmemiz mümkündür. Parapsikoloji Enstitüleri'nde incelenen duyular dışı algılamalarımız arasında en ilginçlerinden biridir...

Şuurumuzun bedenimizin dışına yansıması yada diğer bir tanımla, şuurluk alanımızın genişleyerek beden dışına taşma olayına Astral Seyahat veya Şuur Projeksiyonu adı verilir.

Bu yansıma fiziki evrenin her hangi bir noktasına olabildiği gibi, fiziki evrenin ötesindeki ortamlara da olabilmektedir. Diğer duylar dışı algılamalarımızda olduğu gibi aslında hepimizde bu yetenek vardır. Fakat hepimiz bu yeteneğimizi kullanamayız.

Parapsikoloji Kürsülerinde, özel metotlarla gerçekleştirilen Astral Seyahat çalışmalarında oldukça önemli adımlar atılmış durumdadır. İnsan yapısına, yaşama, var oluşa, fizik evren yapısına yepyeni boyutlar getiren bu çalışmalar aynı zamanda, ölüm ve ölüm ötesi yaşamla ilgili konular hakkında da son derece önemli bilgilerin bir araya getirilmesinde çok büyük bir fonksiyon görmüştür.





Astral Seyahat Sırasında Yaşananlar!
















Astral Seyahat sırasında bedenin değişik yerlerinde seğirmeler, kulakta çınlamalar ve tam ayrışma anında ise, çatırdama yada buna benzer bir takım sesler duyulabilir.

Astral Seyahat yaparak bedeninden geçici bir süre ayrılanlar,başlarında geçen bu tecrübelerini genellikle birbirlerine çok benzer ifadelerle anlatmaktadırlar...( Teknikler bölümünde zaten olayı iyice anlayacaksınız.)






Astral Seyahat Tehlikelimidir ?













Astral seyahat tehlikeli değildir.En azından şimdiye kadar böyle bir durumun yaşandığına dair bir bilgi yoktur.Obe esnasında bedeniniz güven içerisinde yatakta yatıyor olduğu için hiç olmadığınız kadar güvendesinizdir. Beden dışında iken gümüş kordon olarak adlandırılan bir ip ile yataktaki bedeninize bağlısınızdır. Ölüm hali gümüş kordonun kopması halidir,eğer gümüş kordon koparsa bir daha bedeninize dönemezsiniz. Bu kordonun kopması ancak ve ancak normal ölümlerle ,trafik kazası hastalık vs gibi durumlarda meydana gelir.Astral seyahat esnasında gümüş kordonun kopması ve tekrar bedene dönememek gibi bir durum söz konusu değildir.Tam aksine beden dışına çıkabilmek o kadar da kolay değildir. Yani ilk denemenizde ya geri dönemezsem diye korkmayın. Siz bu tip gereksiz korkuları düşünmek yerine nasıl yaparda daha fazla dışarıda kalabilirimin yöntemlerini arayın. Geri dönmek bir anda oluveriyor önemli olan çıkmak ve bazılarının yaptığı gibi dışarıda uzun süre kalabilmektir. Astral seyahatin en önemli tehlikesi günlük islerinizi bir tarafa bırakıp hele bir astral yolculuk yapayım ondan sonra her şey farklı olacak ,dünyaya farklı bir açıdan bakacağım diye düşünmektir. Bu tip düşüncede olan insanlar yıllarca denemelerine rağmen hem beden dışına çıkamadıkları gibi yapmaları gereken islerini de ihmal ederler. Bu durum ise gümüş kordonun daha da gerginleşmesine neden olur.Sonuçta vakitlerini boşa geçirir hiç bir şey elde edemezler. Doğru bildiği gibi yasayan , kimseden çekinmeden düşüncelerini açıkça söyleyebilen insanlar daha mutlu ve sağlıklı oldukları için astral seyahat yapmaya daha müsaittirler. Bunun tam tersi durumda olan korkuları yüzünden kendini engelleyen ,eleştirilme korkusu ile bildiklerini pratiğe dökemeyen insanlar için astral seyahat yapmak imkansız olmasa da oldukça zordur.Bu nedenle önce aksayan sorunların giderilmesi daha sonra astral seyahat girişimlerinde bulunulması akla daha yatkındır.




Yayın tarihi: 8 Nisan 2008
 
Gila
Moruk Moderator
Site Yetkilisi
TÜRK TİPİ..



Nev-i şahsına münhasır bir toplumuz

Her şeyimiz farklıdır

Her şeyimiz TÜRK TİPİ

Kavga çıkartmak için bile TİP TİP NE BAKIYON LAN cümlesini kullanırız

Türk tipi yaşar

Türk tipi ölürüz























Hiç duydun mu?

Alex Ferguson Londra'da bir sushi dükkanını bastı

Manchester'dan Londra'ya kavga etmeye giden Ferguson, dükkan sahibi tarafından dövüldü

Ya da..

Carlo Angelotti Milano'daki spagetti dükkanını dağıttı

Roma'dan telefon eden Angelotti, KAÇMA LAN GELİYORUM dedi























TÜRK TİPİ dediğimiz şey tam da budur

Koskoca futbol direktörü 308 km. yol gider, kebapçıyla kavga yapar, döner

Dayak ataydı iyiydi

Dayak yiyince gidip büyük abilerine şikayet etti, adamı derhal içeri aldılar

Oysa işin içinde gasp var, tahrik var, haneye tecavüz var

TÜRK TİPİ :cool:























Oysa geldiğinde TÜRK TİPİ FUTBOL diye bir şey yaratacağından bahsediyordu

Ortaya çıka çıka ne idüğü belirsiz bir YARATIK çıktı

Daha dün Galatasaray, Avrupa kupalarına ilk kez katılan bir takıma elendi gitti :cool:

Takımın başındaki teknik direktörün seçimi bile tuhaftı

Başkan Özbek internette anket yaptırdı

En çok oy alan TUDOR, takımın başına geçti

TÜRK TİPİ :D























Nasıl oldu da oldu?

Basit

Metin Ali Feyyaz'ı duvar örsünler diye inşaatta çalıştırmazlar

Ama bütün futbol takımlarımızı müteahhitler yönetir

Güzel ihale alanlar işin yapar, kenarda kalanlar futbol kulübü yönetir

TÜRK TİPİ :cool:























Hiç duydun mu?

Celtik başkanı Ian Bankier, stadlarda Brave Scotland çalınmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi

Ya da

Barcelona başkanı Josep Maria Bartomeu Himno Espanol söyleyenleri kınadı























Bu ülkede görebilirsin

Konyaspor başkanı çıkar, İzmir Marşı'ndan rahatsızlığını dile getirebilir

Kendi ülkesinin kurtuluş savaşından nefret eden bir adam toplumda yer bulabilir mi?

Başkan bile yaparlar

TÜRK TİPİ























Gerçi bu, Konya'nın ilk vukuatı değil

Erbakan zamanında hilafet bayrağı açıp

MİLLİ MARŞIMIZI oturarak protesto etmişlerdi

Hepsini bir kefeye koymak aptallık olur

Kimileri musluktan içer, kimileri kuyudan

Var bu Konya'nın suyunda bir şey :cool:























Yollarımız TÜRK TİPİ mesela

Japon gelir yollarımızı yapar

Biz yama yapmayı icad ederiz

Tamam, bizim yaptığımız ilk yağmurda erir gider ama

Bize özel bir uygulamadır

Dünyanın hiç bir yerinde yol yaması göremezsin

TÜRK TİPİDİR ;)























Bir ara ezanı TÜRK TİPİ yapmaya kalkmışız

ALLAH ÇAĞIRIYOR ALLAH ÇAĞIRIYOR

İlla bir icad yapacağız

Yaptığımız icadın faydası olur mu, olmaz mı düşünme

Saçma salak olsun ama maksat, icad olsun

Boşuna İCAD ÇIKARTMA BAŞIMA dememişler























İcad demişken..

Ne kadar akıllı bir nesil yetiştirdiğimizi kendi kendimize kanıtlamak için

AKP NİN EMRİ, FETONUN KAVLİ İLE

TÜRK TİPİ icadlar yaptık biliyorsunuz

Hiç bi boka yaramadıysa da

Eriğin imanını kurtardık ;)























Siyasetimiz TÜRK TİPİ

Siyasetçi Rize'ye gider, İstanbul'da yaptığı köprüyü gösterir, oy ister

Dangalak, hiç bir zaman geçmediği köprüyü görüp oy verir

Ki; Köprü de zaten emanettir

Üzerinden yeteri kadar araba geçmezse parayı devlet verir

Devlet parayı vermezse, direkleri söker götürür elin gavuru

TÜRK TİPİ :D























Demokrasimiz mesela

TÜRK TİPİDİR

O nasıl oluyo lan deme

Biz yaparız, olur

İhtiyaç varken dibine kadar kullanır

İhtiyacın bittiğinde atar, kurtulursun

Olur da yarattığın canavar seni ısırmaya kalkarsa

Yeniden sarılır, demokrat takılırsın



Peki bunu millet yer mi?

Millet FRANSIZ TİPİ olmadığına göre, yalamadan yutar :cool:























Başkanlık sistemimiz TÜRK TİPİ

Başkan denetlenemez

Başkan sorgulanamaz

Başkan hiç bir şekilde hesap vermez

Başkanın pohu üstüne poh olmaz

TÜRK TİPİ























Sevinçlerimiz TÜRK TİPİ

Az seviniyorsan mavzerle havaya ateş açarsın

Çok seviniyorsan on dörtlü

Sevinçten çıldırmışsan keleşi alır, dibine kadar basarsın tetiğe



Hal böyle olunca ölümlerimiz de TÜRK TİPİ oluyor

Kimisi balkonda can verir

Kimi çocuk parkında oyun oynarken























NAMUS ŞEREF anlayışımız TÜRK TİPİ

Çok düşkünüzdür namus şerefimize

Namus için adam öldürür

Şerefimizle gider mapus yatarız



Arada bir her türlü namussuzluğu yapanları ülkenin başına getirsek de

O kadarcık kusur kadı kızında olur anadınmı ;)























Dünyanın hiç bir ülkesinde TİPSİZ diye küfür duyamazsınız

Mantığı yoktur

Bizde kavga sebebidir :)

Yargımız bile TÜRK TİPİ..

İşte bu yüzden yargıdan hiç bahsetmeyeceğim

Zira tutuklamalarımız da

Tutukluluk sürelerimiz de

TÜRK TİPİ























Çok fazla uzatmanın mantığı yok

Şu aşağıdaki resimin bir benzerini

Dünyanın hiç bir ülkesinin medyasında göremezsiniz

Arap medyasında bile

TÜRK TİPİDİR bu :cool:









 
Üst