fearof
Forum Ustası
Şarap Fabrikasının Çeşnicisi
Şarap fabrikasının emektar çeşnicisi ölür. Yeni bir çeşnici için gazetelere ilan verirler.
Derken perişan kılıklı belli ki ayyaş birisi başvuru yapar.
Fabrika müdürü biraz da bu ayyaşı başından savmak düşüncesi ile test için ona bir kadeh şarap verir.
Adam şarabı içer ve;
─ Kırmızı bir Muscatel, 3 yıllık, kuzey yamaçta yetişmiş, çelik varillerde yıllanmış, der.
Müdür şaşkınlıkla;
─ Doğru, bildiniz, der.
Bir başka şarabı tattırırlar adama. Adam başlar anlaytmaya;
─ Kırmızı, Cabarnet, 8 yıllık, güneybatı yamaç mahsulü ve meşe fıçılarda yıllanmış, der.
Doğru cevap üzerine iyice şaşıran müdür beyimiz, sekreterinin yanına gider ve ona bir bardak suya biraz idrarından karıştırarak getirmesini söyler ve getirilen suyu adama beyaz şarap niyetine tattırır.
Adam başlar yine anlatmaya;
─ Sarışın, 26 yaşında, 3 aylık hamile… Eğer beni işe almazsan bebeğin babasını da söylerim…
Biyoloji Dersinde Deney
İlköğretim okulunda biyoloji öğretmeni dört ayrı deney kabına birer tane solucan koyar.
Birinci solucanı içi bira ile doldurulmuş bir kaba,
İkinci solucanı içi şarap ile doldurulmuş bir kaba,
Üçüncü solucanı içi rakı ile doldurulmuş bir kaba,
Dördüncü solucanı ise içi taze sebze ile dolu bir kaba koymuştur.
Ertesi gün öğretmen öğrenciler ile birlikte deney kaplarını açar ve sonuçları incelerler;
İçi bira dolu birinci kaptaki solucan ölmüştür.
İçi şarap dolu ikinci kaptaki solucan da ölmüştür.
Tıpkı içi bira ve şarap dolu kaptaki solucanlar gibi içi rakı dolu olan üçüncü kaptaki solucan da ölmüştür.
İçi taze sebze ve yeşillik dolu dördüncü kaptaki solucan ise hala yaşamaktadır.
Öğretmen sınıfa sorar:
─ Bu deney ile ne öğrenmiş olduk?
Soruyu duyan eller hemen söz almak için havalanır. Öğretmen arka sıralarda oturan bir öğrenciye söz verir. Öğrenci soruya cevap verir:
─ Her kim ki bira, şarap ve rakı içiyorsa midesinde kesinlikle solucan olmayacaktır. Sırf meyve sebze ile beslenenler ise kurtlanacaktır…
Tüm Ekipler Meşgul
Mississippi’de oturan 82 yaşındaki George Phillips, yatmaya giderken, yatak odası penceresinden bahçeye bakan eşi “Bahçedeki kulübenin ışığını açık unutmuşsun” der.
Bunun üzerine George kulübenin arka kapısını açıp ışığı kapatır fakat kulübenin içinde hırsızların saklandığını farkeder.
Hemen polisi arar ve durumu bildirir.
Polis ona hırsızların evin içinde olup olmadığını sorar.
Geroge hayır der. Bunun üzerine polis;
─ Şu anda tüm birimler meşgul. Kapınızı kilitleyin, memurlardan biri müsait olduğunda yanınıza gelecektir, der.
George tamam der ve telefonu kapatır.
30’a kadar sayar.
Ardından tekrar polisi arar ve der ki;
─ Merhaba, birkaç saniye önce bahçe kulübemde hırsızlar olduğunu bildirmek için aramıştım. Bu konu hakkında daha fazla endişelenmenize gerek kalmadı çünkü az önce hepsini vurdum, der ve telefonu kapar.
Beş dakika içerisinde, altı polis arabası, bir SWAT Ekibi, bir helikopter, iki itfaiye aracı, bir paramedik ve bir Ambulans Phillips’lerin evindeydi ve hırsızlar suçüstü yakalanmışlardı.
Polislerden biri George’a;
─ Yanılmıyorsam onları vurduğunuzu söylemiştiniz der.
George ise şöyle yanıtlar;
─ Yanılmıyorsam tüm birimlerin meşgul olduğunu söylemiştiniz..!
Bize Ne Yaparlar
Nazi iktidarı sırasında iki Yahudi Alman SS’leri tarafından tutuklanır.
Bunlardan biri diğerine kendilerine ne yapacaklarını sorar. O da başlar anlatmaya
“İki ihtimal var ya bizi öldürürler ya da esir kampına yollarlar.
Öldürseler sorun yok ama esir kampına yollasalar iki ihtimal var;
Ya bizi kurşuna dizerler ya da gaz odasında öldürürler.
Kursuna dizilirsek sorun yok gaz odasına gidersek iki ihtimal var;
Bizden ya sabun yaparlar ya da kağıt.
Sabun yaparlarsa sorun yok ama kağıt yaparlarsa iki ihtimal var;
Ya gazete kağıdı oluruz ya da tuvalet kağıdı.
Gazete kağıdı olursak sorun yok ama tuvalet kağıdı olursak işte o zaman b…u yedik”.
Kafaya Takmıyoruz!
Mesleğe yeni başlayan genç doktor ilk kez göreve başlayacağı memleketi Trabzon’a doğru yola çıkmış.
Gelen hastalara doğru teşhisi yapabilecek miyim, doğru ilacı yazabilecek miyim diye heyecandan yerinde duramıyormuş.
Görev yapacağı köyün sağlık ocağına gitmiş yerleşmiş. Ertesi gün hastalarını beklemeye başlamış.
İlk hastası yaşlı Temel gelmiş. Tanıdığı birini görünce mutlu olmuş genç doktor.
Kısa bir sohbetten sonra Temel’i muayene etmiş, şikayetlerini dinlemiş. Temel ishal olduğunu tuvaletten çıkamadığını anlatmış.
Genç doktor ilacı yazacak ama ilk günün heyecanıyla ilacın ismi bir türlü aklına gelmemiş. Yanlışlıkla depresyon tedavisinde kullanılan bir ilaç yazmış.
Bu ilaç kullanan kişinin mutlu olmasını hiç bir şeyi kafasına takmamasını sağlıyormuş.
Aradan bir süre geçtikten sonra Temel’i merak edip köyün kahvesine gitmiş.
Bakmış Temel kahvehanedekileri gülmekten kırıp geçiriyor. Şakalar, fıkralar, komiklikler…
Temelin yanına gidip sormuş;
─ Temel emice, ishal durumun nasıl?
– İshalim eskisi gibi doktor. Her yerimi b.k götürüyor ama hiiç kafama takmayrum daaa!
Provasız Olmaz
Orkestra gecelik programına başlarken şef, sanatçıyı yanına çağırdı;
“Dinle” dedi. “Bu gece yine ‘April in Paris’le başlayacağız.
İlk iki mezuru iki nota geriden izleyeceksin, sonraki sekiz mezurda nedeni anlaşılmaz bir hızla 6 nota öne geçeceksin.
Orkestra seni yakalamaya çalışırken sen birden allegroya geçip son iki mezurda şarkı sözlerini yutarak ‘Na, na, naa’ falan diyerek parçayı bitireceksin.. Tamam mı?”
Bunun üzerine sanatçı:
“Durun bir dakika” diyerek itiraz etti ve “Prova yapmadan böyle bir şeyi beceremem” dedi.
Şef gayet sakin;
“Neden” diye sordu. “İki haftadır her gece inatla pekala beceriyorsun ya!!…”
Ne İstediğinize Dikkat Edin
Çok yakışıklı ve karizmatik bir adam yanında bir devekuşu ile bara gitmiş.
Herkes şaşkınlık içinde adama bakarken adam bara yaklaşmış
─ Bana bir viski, ona da kırmızı şarap, demiş.
Gece boyunca içkiler içilmiş, yemekler yenmiş. Gecenin sonunda barmen bir kutu içinde hesabı getirmiş, adam kutuyu açmadan, elini cebine götürmüş ve çıkan parayı masanın üstüne koymuş.
Sonra da devekuşu ile çıkıp gitmiş.
Bu garip olay üst üste bir kaç gece tekrarlanınca, barmen dayanamayıp adama sormuş;
─ Her gece cebinizden çıkan para ile hesap kuruşu kuruşuna tutuyor, bunu nasıl başarıyorsunuz?’
Adam gülümsemiş;
─ Bir gün karşıma bir cin çıktı ve üç dileğimi sordu. İlk olarak yakışıklı ve karizmatik olmayı istedim. İkincisi, ne almak istersem cebimde onu almaya yetecek kadar para olmasını…
Barmen “peki ya bu kuş?” diye sormuş çekinerek.
Adam devam etmiş anlatmaya;
─ Son dileğim de yanımdan hiç ayrılmayacak uzun bacaklı bir piliçti, demiş.
Sigara Hesabı
Temel parkta oturmuş sigarasını keyifli keyifli içiyormuş.
Bankta yer bulamayan bir adam gelmiş yanına oturmuş.
Ama Temelin sigara içmesinden çok rahatsız olmuş.
Adam dayanamayarak Temel’e sormuş;
─ Kardeş kaç yıldır sigara kullanıyorsun?
─ 30 yıldır kullanayrum hemşerum, demiş Temel.
─ Kardeş 30 yıldır sigara için verdiğin parayla şu karşıdaki villa ile onun önündeki son model arabayı alabilirdin! demiş adam.
Bu defa sorma sırası Temel’e gelmiş;
─ Sen sigara içeymisun hemşerum?
─ Hayır hiç içmedim, diye cevap vermiş adam.
─ Peki şu karşıdaki villa ile önündeki araba senin mi? diye sormuş bu defa Temel.
─ Hayır, benim değil, demiş adam.
─ O zaman ne konuşaysun hemşerum, demiş Temel. O ev de araba da penum.
Papazı Dövdürmemek
Biri Ermeni, biri Kürt, diğeri Türk üç arkadaş yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalmışlar.
Mevsim yaz, hava da epey sıcak. Yol uzadıkça uzuyor. Bizimkiler bir yandan acıkmış, bir yandan susamışlar.
O sırada gözlerine bir üzüm bağı ilişmiş. Salkım salkım üzümler… “Girelim bahçeye, sahibi varsa parasını verir afiyetle yeriz. Yoksa da bir iki salkım üzümden ne çıkar” diye düşünmüşler.
Bağın sahibine bir iki seslenmişler ancak ortalarda kimseyi görememişler, başlamışlar üzümleri tatlı tatlı yemeye.
Bir anda bağın sahibi yanlarında bitivermiş. İzinsiz üzümlerinin yenmesine sinirlenmiş, ancak ilkin pek de ses edememiş. Kendisi tek, onlar üç kişi…
Ermeni’nin üzerinde papaz kıyafeti varmış. Onun, farklı bir dinden olduğu anlamış bağ sahibi; diğer ikisine sormuş: “Siz kimsiniz, nesiniz?”
Biri Kürt, diğeri Türk olduğunu söyleyince, üçüyle bir arada başa çıkamayacağı için, basmış papaza dayağı:
“Bunlar benim din kardeşim. Üzümlerim onlara helali hoş olsun. Ya sana ne oluyor?”
Papaz, “Parasını ödeyecektik” dese de, bağcının sopası sırtına inip durmuş.
Kürt ve Türk, tepki vermeden bu dayağı seyretmiş. Papaz yere yıkılınca, bağcı bu defa Kürt’e dönmüş:
“Bu adam Türk, aynı kanı taşıyoruz. Üzümlerim O’na helali hoş olsun, peki sen nasıl benden izinsiz üzümlerimi yersin!” diyerek başlamış Kürt’ü dövmeye… Türk’ten ses seda yok tabi…
Bağcı Kürt’ü de dövdükten sonra, Türk’e yönelmiş:
“Tamam anladık, Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz fakat, sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi!” bu defa Türk’e vurmaya başlamış.
Bizim üç kafadar birazcık üzüm, bolca da dayak yedikten sonra tekrar düşmüşler yola…
Yolda Kürt Türk olan arkadaşına dönüp sormuş:
“Biz üç kişiyiz, bağcı tek kişi. Ama bizi eşek sudan gelinceye dek dövdü. Nasıl oldu bu iş, aklım almıyor…”
Türk içini çekerek cevap vermiş:
“Biz bu papazı dövdürmeyecektik…”
Duvara Konuşmak
Kudüs’te görevlendirilen bir gazeteci, Ağlama Duvarının önünden her geçişinde, yaşlı bir Musevî’nin orada öyle durup dua ettiğini fark etmiş.
Bir hafta, iki hafta… Sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş.
İzin alıp teybini açmış, sormuş adama:
─ Adınız?
─ David. Polonya Yahudi’siyim. Yaşım 65. Smalla’da bir manav dükkânım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv’de bir çiçek serasında çalışıyor…
─ Sizi her gün burada, Ağlama Duvarının önünde, dua ederken görüyorum.
─ Evet, her sabah dükkanı açmadan buraya gelirim.
Dünya barışı ve insanların kardeşliği için dua ederim.
Öğle tatilinde bu sefer insanların mutluluğu, acıların sona ermesi için Yaradana yalvarırım.
Akşam da, eve dönerken, bu kez dürüst ve iyi insanların esenliği için dua ederim.
Cumartesi günümü de burada, yine dua ederek geçiririm.
─ Ne güzel! Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz?
─ İsrail’e göçtüğüm den beri, yani 40 yılı geçti.
Gazeteci çok etkilenmiş, heyecanla sormuş:
─ 40 yıldır her gün dua ediyorsunuz. 40 yıldır yılmadınız. Bugün nasıl bir duygu içindesiniz, neler hissediyorsunuz?
Uzun, uzun iç geçirmiş yaşlı Musevi; sonra bezgin bir sesle cevap vermiş:
─ Vallahi artık bilemiyorum, demiş. İçimde, sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir his var.
Şarap fabrikasının emektar çeşnicisi ölür. Yeni bir çeşnici için gazetelere ilan verirler.
Derken perişan kılıklı belli ki ayyaş birisi başvuru yapar.
Fabrika müdürü biraz da bu ayyaşı başından savmak düşüncesi ile test için ona bir kadeh şarap verir.
Adam şarabı içer ve;
─ Kırmızı bir Muscatel, 3 yıllık, kuzey yamaçta yetişmiş, çelik varillerde yıllanmış, der.
Müdür şaşkınlıkla;
─ Doğru, bildiniz, der.
Bir başka şarabı tattırırlar adama. Adam başlar anlaytmaya;
─ Kırmızı, Cabarnet, 8 yıllık, güneybatı yamaç mahsulü ve meşe fıçılarda yıllanmış, der.
Doğru cevap üzerine iyice şaşıran müdür beyimiz, sekreterinin yanına gider ve ona bir bardak suya biraz idrarından karıştırarak getirmesini söyler ve getirilen suyu adama beyaz şarap niyetine tattırır.
Adam başlar yine anlatmaya;
─ Sarışın, 26 yaşında, 3 aylık hamile… Eğer beni işe almazsan bebeğin babasını da söylerim…
Biyoloji Dersinde Deney
İlköğretim okulunda biyoloji öğretmeni dört ayrı deney kabına birer tane solucan koyar.
Birinci solucanı içi bira ile doldurulmuş bir kaba,
İkinci solucanı içi şarap ile doldurulmuş bir kaba,
Üçüncü solucanı içi rakı ile doldurulmuş bir kaba,
Dördüncü solucanı ise içi taze sebze ile dolu bir kaba koymuştur.
Ertesi gün öğretmen öğrenciler ile birlikte deney kaplarını açar ve sonuçları incelerler;
İçi bira dolu birinci kaptaki solucan ölmüştür.
İçi şarap dolu ikinci kaptaki solucan da ölmüştür.
Tıpkı içi bira ve şarap dolu kaptaki solucanlar gibi içi rakı dolu olan üçüncü kaptaki solucan da ölmüştür.
İçi taze sebze ve yeşillik dolu dördüncü kaptaki solucan ise hala yaşamaktadır.
Öğretmen sınıfa sorar:
─ Bu deney ile ne öğrenmiş olduk?
Soruyu duyan eller hemen söz almak için havalanır. Öğretmen arka sıralarda oturan bir öğrenciye söz verir. Öğrenci soruya cevap verir:
─ Her kim ki bira, şarap ve rakı içiyorsa midesinde kesinlikle solucan olmayacaktır. Sırf meyve sebze ile beslenenler ise kurtlanacaktır…
Tüm Ekipler Meşgul
Mississippi’de oturan 82 yaşındaki George Phillips, yatmaya giderken, yatak odası penceresinden bahçeye bakan eşi “Bahçedeki kulübenin ışığını açık unutmuşsun” der.
Bunun üzerine George kulübenin arka kapısını açıp ışığı kapatır fakat kulübenin içinde hırsızların saklandığını farkeder.
Hemen polisi arar ve durumu bildirir.
Polis ona hırsızların evin içinde olup olmadığını sorar.
Geroge hayır der. Bunun üzerine polis;
─ Şu anda tüm birimler meşgul. Kapınızı kilitleyin, memurlardan biri müsait olduğunda yanınıza gelecektir, der.
George tamam der ve telefonu kapatır.
30’a kadar sayar.
Ardından tekrar polisi arar ve der ki;
─ Merhaba, birkaç saniye önce bahçe kulübemde hırsızlar olduğunu bildirmek için aramıştım. Bu konu hakkında daha fazla endişelenmenize gerek kalmadı çünkü az önce hepsini vurdum, der ve telefonu kapar.
Beş dakika içerisinde, altı polis arabası, bir SWAT Ekibi, bir helikopter, iki itfaiye aracı, bir paramedik ve bir Ambulans Phillips’lerin evindeydi ve hırsızlar suçüstü yakalanmışlardı.
Polislerden biri George’a;
─ Yanılmıyorsam onları vurduğunuzu söylemiştiniz der.
George ise şöyle yanıtlar;
─ Yanılmıyorsam tüm birimlerin meşgul olduğunu söylemiştiniz..!
Bize Ne Yaparlar
Nazi iktidarı sırasında iki Yahudi Alman SS’leri tarafından tutuklanır.
Bunlardan biri diğerine kendilerine ne yapacaklarını sorar. O da başlar anlatmaya
“İki ihtimal var ya bizi öldürürler ya da esir kampına yollarlar.
Öldürseler sorun yok ama esir kampına yollasalar iki ihtimal var;
Ya bizi kurşuna dizerler ya da gaz odasında öldürürler.
Kursuna dizilirsek sorun yok gaz odasına gidersek iki ihtimal var;
Bizden ya sabun yaparlar ya da kağıt.
Sabun yaparlarsa sorun yok ama kağıt yaparlarsa iki ihtimal var;
Ya gazete kağıdı oluruz ya da tuvalet kağıdı.
Gazete kağıdı olursak sorun yok ama tuvalet kağıdı olursak işte o zaman b…u yedik”.
Kafaya Takmıyoruz!
Mesleğe yeni başlayan genç doktor ilk kez göreve başlayacağı memleketi Trabzon’a doğru yola çıkmış.
Gelen hastalara doğru teşhisi yapabilecek miyim, doğru ilacı yazabilecek miyim diye heyecandan yerinde duramıyormuş.
Görev yapacağı köyün sağlık ocağına gitmiş yerleşmiş. Ertesi gün hastalarını beklemeye başlamış.
İlk hastası yaşlı Temel gelmiş. Tanıdığı birini görünce mutlu olmuş genç doktor.
Kısa bir sohbetten sonra Temel’i muayene etmiş, şikayetlerini dinlemiş. Temel ishal olduğunu tuvaletten çıkamadığını anlatmış.
Genç doktor ilacı yazacak ama ilk günün heyecanıyla ilacın ismi bir türlü aklına gelmemiş. Yanlışlıkla depresyon tedavisinde kullanılan bir ilaç yazmış.
Bu ilaç kullanan kişinin mutlu olmasını hiç bir şeyi kafasına takmamasını sağlıyormuş.
Aradan bir süre geçtikten sonra Temel’i merak edip köyün kahvesine gitmiş.
Bakmış Temel kahvehanedekileri gülmekten kırıp geçiriyor. Şakalar, fıkralar, komiklikler…
Temelin yanına gidip sormuş;
─ Temel emice, ishal durumun nasıl?
– İshalim eskisi gibi doktor. Her yerimi b.k götürüyor ama hiiç kafama takmayrum daaa!
Provasız Olmaz
Orkestra gecelik programına başlarken şef, sanatçıyı yanına çağırdı;
“Dinle” dedi. “Bu gece yine ‘April in Paris’le başlayacağız.
İlk iki mezuru iki nota geriden izleyeceksin, sonraki sekiz mezurda nedeni anlaşılmaz bir hızla 6 nota öne geçeceksin.
Orkestra seni yakalamaya çalışırken sen birden allegroya geçip son iki mezurda şarkı sözlerini yutarak ‘Na, na, naa’ falan diyerek parçayı bitireceksin.. Tamam mı?”
Bunun üzerine sanatçı:
“Durun bir dakika” diyerek itiraz etti ve “Prova yapmadan böyle bir şeyi beceremem” dedi.
Şef gayet sakin;
“Neden” diye sordu. “İki haftadır her gece inatla pekala beceriyorsun ya!!…”
Ne İstediğinize Dikkat Edin
Çok yakışıklı ve karizmatik bir adam yanında bir devekuşu ile bara gitmiş.
Herkes şaşkınlık içinde adama bakarken adam bara yaklaşmış
─ Bana bir viski, ona da kırmızı şarap, demiş.
Gece boyunca içkiler içilmiş, yemekler yenmiş. Gecenin sonunda barmen bir kutu içinde hesabı getirmiş, adam kutuyu açmadan, elini cebine götürmüş ve çıkan parayı masanın üstüne koymuş.
Sonra da devekuşu ile çıkıp gitmiş.
Bu garip olay üst üste bir kaç gece tekrarlanınca, barmen dayanamayıp adama sormuş;
─ Her gece cebinizden çıkan para ile hesap kuruşu kuruşuna tutuyor, bunu nasıl başarıyorsunuz?’
Adam gülümsemiş;
─ Bir gün karşıma bir cin çıktı ve üç dileğimi sordu. İlk olarak yakışıklı ve karizmatik olmayı istedim. İkincisi, ne almak istersem cebimde onu almaya yetecek kadar para olmasını…
Barmen “peki ya bu kuş?” diye sormuş çekinerek.
Adam devam etmiş anlatmaya;
─ Son dileğim de yanımdan hiç ayrılmayacak uzun bacaklı bir piliçti, demiş.
Sigara Hesabı
Temel parkta oturmuş sigarasını keyifli keyifli içiyormuş.
Bankta yer bulamayan bir adam gelmiş yanına oturmuş.
Ama Temelin sigara içmesinden çok rahatsız olmuş.
Adam dayanamayarak Temel’e sormuş;
─ Kardeş kaç yıldır sigara kullanıyorsun?
─ 30 yıldır kullanayrum hemşerum, demiş Temel.
─ Kardeş 30 yıldır sigara için verdiğin parayla şu karşıdaki villa ile onun önündeki son model arabayı alabilirdin! demiş adam.
Bu defa sorma sırası Temel’e gelmiş;
─ Sen sigara içeymisun hemşerum?
─ Hayır hiç içmedim, diye cevap vermiş adam.
─ Peki şu karşıdaki villa ile önündeki araba senin mi? diye sormuş bu defa Temel.
─ Hayır, benim değil, demiş adam.
─ O zaman ne konuşaysun hemşerum, demiş Temel. O ev de araba da penum.
Papazı Dövdürmemek
Biri Ermeni, biri Kürt, diğeri Türk üç arkadaş yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalmışlar.
Mevsim yaz, hava da epey sıcak. Yol uzadıkça uzuyor. Bizimkiler bir yandan acıkmış, bir yandan susamışlar.
O sırada gözlerine bir üzüm bağı ilişmiş. Salkım salkım üzümler… “Girelim bahçeye, sahibi varsa parasını verir afiyetle yeriz. Yoksa da bir iki salkım üzümden ne çıkar” diye düşünmüşler.
Bağın sahibine bir iki seslenmişler ancak ortalarda kimseyi görememişler, başlamışlar üzümleri tatlı tatlı yemeye.
Bir anda bağın sahibi yanlarında bitivermiş. İzinsiz üzümlerinin yenmesine sinirlenmiş, ancak ilkin pek de ses edememiş. Kendisi tek, onlar üç kişi…
Ermeni’nin üzerinde papaz kıyafeti varmış. Onun, farklı bir dinden olduğu anlamış bağ sahibi; diğer ikisine sormuş: “Siz kimsiniz, nesiniz?”
Biri Kürt, diğeri Türk olduğunu söyleyince, üçüyle bir arada başa çıkamayacağı için, basmış papaza dayağı:
“Bunlar benim din kardeşim. Üzümlerim onlara helali hoş olsun. Ya sana ne oluyor?”
Papaz, “Parasını ödeyecektik” dese de, bağcının sopası sırtına inip durmuş.
Kürt ve Türk, tepki vermeden bu dayağı seyretmiş. Papaz yere yıkılınca, bağcı bu defa Kürt’e dönmüş:
“Bu adam Türk, aynı kanı taşıyoruz. Üzümlerim O’na helali hoş olsun, peki sen nasıl benden izinsiz üzümlerimi yersin!” diyerek başlamış Kürt’ü dövmeye… Türk’ten ses seda yok tabi…
Bağcı Kürt’ü de dövdükten sonra, Türk’e yönelmiş:
“Tamam anladık, Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz fakat, sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi!” bu defa Türk’e vurmaya başlamış.
Bizim üç kafadar birazcık üzüm, bolca da dayak yedikten sonra tekrar düşmüşler yola…
Yolda Kürt Türk olan arkadaşına dönüp sormuş:
“Biz üç kişiyiz, bağcı tek kişi. Ama bizi eşek sudan gelinceye dek dövdü. Nasıl oldu bu iş, aklım almıyor…”
Türk içini çekerek cevap vermiş:
“Biz bu papazı dövdürmeyecektik…”
Duvara Konuşmak
Kudüs’te görevlendirilen bir gazeteci, Ağlama Duvarının önünden her geçişinde, yaşlı bir Musevî’nin orada öyle durup dua ettiğini fark etmiş.
Bir hafta, iki hafta… Sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş.
İzin alıp teybini açmış, sormuş adama:
─ Adınız?
─ David. Polonya Yahudi’siyim. Yaşım 65. Smalla’da bir manav dükkânım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv’de bir çiçek serasında çalışıyor…
─ Sizi her gün burada, Ağlama Duvarının önünde, dua ederken görüyorum.
─ Evet, her sabah dükkanı açmadan buraya gelirim.
Dünya barışı ve insanların kardeşliği için dua ederim.
Öğle tatilinde bu sefer insanların mutluluğu, acıların sona ermesi için Yaradana yalvarırım.
Akşam da, eve dönerken, bu kez dürüst ve iyi insanların esenliği için dua ederim.
Cumartesi günümü de burada, yine dua ederek geçiririm.
─ Ne güzel! Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz?
─ İsrail’e göçtüğüm den beri, yani 40 yılı geçti.
Gazeteci çok etkilenmiş, heyecanla sormuş:
─ 40 yıldır her gün dua ediyorsunuz. 40 yıldır yılmadınız. Bugün nasıl bir duygu içindesiniz, neler hissediyorsunuz?
Uzun, uzun iç geçirmiş yaşlı Musevi; sonra bezgin bir sesle cevap vermiş:
─ Vallahi artık bilemiyorum, demiş. İçimde, sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir his var.