SerKan1923
Banned
Osmanlı devleti bir cihat ve şeriat devletiydi. Osmanlı döneminin geriliği, yer yer Osmanlı döneminin ilkelliği, Osmanlı döneminin insancıl olmayan, tarihe saygısız uygulamaları bir anlamda Türk ulusunun, Türk ırkının, Türk soyunun tarihini ve şanlılığını da gölgeliyor.
Zaten dini ile dilini de değiştiren bir ulusa Osmanlı Devletinden başka yeryüzünde rastlanmamıştır.
“Şurası memnuniyetle hatırda tutulmalıdır ki, Türk milletinin asıl kütlesi Osmanlılık vasfını üzerine almamıştır. Hakikaten Anadolu halkı, her zaman saray ile onun etrafında toplanmış zümreye Osmanlı demiş ve kendini daima onun dışında tutmuştur.”
Osmanlılar 600 yıl boyunca Avrupa’da ve Asya’da haraç alıp insanları kılıçtan geçirdiler, cihat yaptılar ancak bu zulüm ve katliamlarla ayakta kalabildiler.
“Osmanlı’yı biz bugün inkar etmiyoruz, Osmanlıyı Mustafa Kemal Atatürk’ün buyurduğu bir şekilde, belgelediği biçimde, kanıtladığı biçimde bu anlamda reddediyoruz. Suçsa suç, hesabını da vermeye hazırız. Bu anlamda bir tarihsel ret davranışı içindeyiz”.
Şimdi Osmanlı Hanedanını Türk’lere ve Türk’lüğe bakışlarını genel başlıklarla inceleyim biraz.
OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN KURULUŞ TARİHİ
Osmanlı İmparatorluğun bilinenin aksine asıl kuruluş tarihi 1299 deği,l 27.Ocak.1300 dür.(Sultan Abdülhamit bilim adamlarına resmen 4 Cemaziyelula 699 olarak tespit ettirmiştir)
OSMANLIYI TÜRKLER Mİ KURDU?
Osmanlı Hanedanının Oğuzların Kayı boyundan geldiği söylenir fakat böyle bir kesin delil ve ispat yoktur. İspatı tam olarak olmadığı gibi aksini savunan ve tarihe not düşülmüş ifadelere de bakmak lazım.
1597’de Şerefhan tarafından yazılan Şerefname ‘de;
“Rum hükümdarı Fatih Sultan Mehmet” diye geçiyor.
Yunan ve Rum tarihçilerde Fatih Sultan Mehmet in Rum kökenli olduğunu söylüyor. Rumların o dönemde nüfus olarak çoğunlukta olduğu belli oluyor. Demek ki Türkmenler azınlıkmış.
OSMANLI TÜRK MÜ? TÜRKLÜĞÜ KABULLENDİLER Mİ?
Araplar, İslam’ı dünyaya getiren kavim olduğu için Osmanlı’nın gözünde “kavm-i necip” idi. Yani “üstün ırk”!. Osmanlı onlara “üstün ırk” derken, onlar Osmanlı’ya “etrak-ı bi idrak” diyordu. Yani “idraksız (akılsız) Türk’ler”!. Bu deyim Osmanlı ricali tarafından da benimsendi. Sarayda seçkinler kendi aralarında konuşurken Türk halkını bu sözlerle niteliyordu.
Birçok tarihçi Osmanlı Türk mü, değil mi diye tartışır. Çoğunlukla Türk sayarlar, en çok da Türkiye deki tarihçiler Osmanlıyı Türk kabul eder; fakat hakikat aslında öyle değildir. Bütün deliller ise tam tersini ispatlamaktadır. Osmanlıya Türk dendiği özellikle son 100 yılda yazılmış kitaplarda görülür, daha öncesinde böyle bir şey yoktur. Avrupa Türk kelimesini ırki manada kesinlikle kullanmamıştır. Osmanlı ise hiç bir zaman kendine ne Türk demiştir, nede Türklüğü kabul etmiştir.
Geçmiş yüzyılda Jön Türkler ’in kendilerine bilinçli olarak Türk demelerinden önce, Türk kelimesinin ”geri kalmış köylü” anlamında kullanıldığını bilmekteyiz.
Osmanlı düşüncesinde, “kavmi necip” olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; “Türk” deyiminin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılıyordu. “Türk hükümeti”, “Türk ordusu”, “Türk ülkesi” deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu.
1913 tarihli “Mecmuai Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında;
“Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil, sadece müslümanız. Buharalı hanlar bile kendilerini Türk saymazlar. Zira onların cetleri de vaktiyle Türkistan’ı zapt etmiş olan Araplardan başka bir şey değildir” demekle, kendisini ve Anadolu’da yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr ediyordu.
Üniversite profesörlüğü de yapmış olan Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı “İslam’da Davai Kavmiye” adlı kitabında, Türk’e karşı savaş açmış ve “Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok… gerekli olan şeriatı öğrenmektir,” demiştir.
1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve Padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk’e Türklük benliği vermek isteyenlere “soysuzlar” yakıştırmasında bulunmuştur. (Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.)
Bu tutum ve koşullar içerisinde “Türk” kimliği, yönetimin merkezi olan İstanbul’dan uzak, savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan, Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır.
Zaman içinde “Türk” yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi kez “Osmanlı Efendisine Türk’ demek hakaret sayılmış”, “Türk” sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. ( Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen’den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s.1)
Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında Ahmet Yesevi’nin kurduğu; Türk geleneğini, dilini ve kültürünü Şamanlık ile bütünleştiren (Bektaşilik gibi) tarikatlar Anadolu’da yayılmaya başladı. Bir taraftan Yesevi yanlısı ve Türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken, öte yandan da, Sünni İran kültürünü benimseyen Nakşibendi Tarikatı, yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden Zeyni Tarikatları ve Fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar! arasında yayılan Mevlevilik, yaygınlık gösteriyordu. Bu tarikatlar içinde, Türk kökenli olanları, doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı.
Bu koşullar altında Türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. “Kaba Türk”, “Anlayışsız Türkler”, “Pis Türkler” gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu. (Özer Ozankaya, Türkiye’de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253)
Kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında, yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi. Yabancılar, Türkleri “yaklaşık 1000 yılına kadar Arapların esiri olan Türkler dağ insanı niteliğinde bir kavimdir” şeklinde yorumluyorlardı. (Warshew’den aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s. 311)
Ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, Osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile, Osmanlı yönetiminin Türk’e olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında “Dünya Tarihi” kitabının yazarı, Askeri Okullar Bakanı Süleyman Paşa, “Osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı Türk’tür” görüşünü savunmasına karşın, bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti. ( Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.26)
Abdülhamit’in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti, Türkü, Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında “Türküm demek, Türk’ten söz etmek büyük suçtu”. ( Esat Kamil Erkut, a.g.y., s.63.)
Devletin dayandığı kendi halkına bu denli yabancılaşmasından olsa gerek, Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. (M.Rauf İnan, Atatürk’ün Evrenselliği, Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198.)
Osmanlı yönetimi, kendilerini Türk olarak görmedikleri için, Türk kökenliler “azınlık” konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: “Türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün “Türk” veya “Türkmen” olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin “eşek kafalı” anlamında, “Türk kafa” diye homurdanırsın.” ( Ramsay’dan aktaran, Bernard Lewis, a.g.y., s.331)
Aynı yıllarda, Türk-Yunan Savaşı ortamında Şair Mehmet Emin’in yayımladığı kitapta, “Ben bir Türküm dinim cinsim uludur” dizeleri yer alıyordu. Ancak, üstünlüğü kanıtlamak için şiirler yeterli değildi. Kendi yöneticisi tarafından aşağılanan, üst üste gelen yenilgiler sonucunda benliğini, kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek üzere olan Türk halkı tarihin en zor dönemini yaşıyordu. Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı’nın, Türk’e yaklaşımından farklı değildi. Türkologlara göre Türkler; insanlar arasında anlayış bakımından sonuncudur. İnançtan ötesini kavrayamazlar; anlamaya da çalışmazlar…
İslam dininin Türkler üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. Türkler, Müslüman Asya’nın Avrupa’ya karşı savaşan askeri oldu. Müslümanlık, Türk dehasına ters düştü. İslam, bu “Yarı Çinli ’lerden” “Acımasız İranlılar” yarattı. ( Türkoloji uzmanı Cahun’dan aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.308)
1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere ”soysuzlar” yakıştırmasında bulunmuştur.
Ziya Gökalp, eserinde şu bilgileri veriyor:
”Bu milletin yakın zaman kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona: ‘Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’ demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile, ‘Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye mensup değilim’ demeye mecbur edilmişti” (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, S.34).
”Osmanlı İmparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı. İdare eden bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını, idare olunan Türkler de Türk sınıfını teşkil ediyorlardı. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime (egemen ulus) suretinde görür, idare ettiği Türklere millet-i mahkure (aşağı ulus) nazarı ile bakardı. Osmanlı Türk’e daima eşek Türk derdi…” (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, S.2)
Falih Rıfkı Atay ise şunları yazıyor:
”Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum.Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve ‘Osmanlı’ idik. İlmihallerde baş dersimiz ‘Din ile milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti. Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık…
Okullarda da Arap ’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik.” (Rıfkı Altay, Batış Yıllar).
Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor. Paşa, uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar, konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek istemeyen bir ihtiyara, ”hangi milletten” olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, o, bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle, ”Ben Türküm Efendim” diyor. Bunun üzerine Paşa ”Niçin sıkılıyor, saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mı? Bak ben de Türküm” diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, ”Sahi sen de Türk müsün? Demek Türk’ten Paşa da olurmuş ha” diye sevinçle karışık hayret ifade edince, Vefik Paşa ”Paşa da kim oluyormuş, Padişah da Türk, Padişah da” diye haykırıyor. Sonra, imparatorluğun iki dertli ihtiyarı, sakallarını ıslatan yaşlar birbirine karışarak sarılıp, Türkün hazin kaderi için ağlaşıyorlar. (Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü Yayını, s.238).
Gerçek şudur ki Osmanlı hanedanı birazda saltanatının diğer soylu Türk ailelerince de tehdit edilmemesi için özellikle devletin üst kademelerine ve orduya Türk soylu halkın geçişini tamamen engelleme yoluna gitmiştir. Bunun yerine devlet adamı ihtiyacını Avrupa ülkelerinden 7 yılda bir ve her bölgeden en az 40 kişi olacak biçimde, 12-15 yaşlarındaki sağlıklı ve akıllı çocukları ailelerinden zorla koparıp Enderun ve yeniçeri ocağında yetiştirerek karşılama yoluna gitti. Yani bahtsız Anadolu Türklüğüne kendi soyundan gelen bir devlette hem ordu hem de devlet yönetimi yolu kapanmış oldu.
Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. Bu belgelerde Tek bir Türkçe kelime yoktur.
Şu an Anadolu’da ki eski şehir, ilçe vs isimlerinin çoğu Cumhuriyetin ardından değiştirilip Türkçeleştirilmiştir. Mesela İstanbul’un resmi ismi 1930’lara kadar Konstantiniye idi. Arapçada “Konstantin’in şehri” manasına gelir. Konstantiniye’nin adı 1930’da çıkarılan bir kanun ile değiştirilerek İstanbul yapılmıştır. Osmanlı kayıtlarında da 1920’lere kadar İstanbul’un adı Konstantiniye diye geçer. Ki zaten İstanbul kelimesi de Yunancadır.
İstanbul: Grekçe; Eis Ten Polin (Şehire doğru),
Osmanlının Constantinopoli feth edip İstanbul yapması tarihi bir yalandır. İstanbul adı 1930’da verilmiştir. (Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan… C.2, s.440.)
Büyük Türk İmparatoru Timur’un 2. Beyazıt’ı 1402 ‘de yendikten sonra , “ Bre Frenk dölü Yıldırım” diye kafese koyduğunu ve 8 ay öyle dolaştırdığını da anımsatmak ve neden Yıldırım’a “Frenk Dölü” dediğini de sorgulamak lazım.
OSMANLI HİÇ BİR ZAMAN TÜRKÇE KONUŞMAMIŞTIR
Osmanlı hiç bir zaman Türkçe konuşmamıştır. Osmanlıca Arapça ve Farsça karışımı dildi. Bilinenin aksine Osmanlıca denen yapay dil Türkçe değildir. Türkçede çok fazla Arapça ve Farsça kelime olduğu için böyle sanılıyor. Osmanlı da saray dili Persçeydi. Osmanlının kullandığı alfabede Pers alfabesiydi. Arapça ve Farsça yazan, konuşan ediplerin, Türkçe konuşan ve yazanlardan daha üstün tutulmaları sebepsiz değildir.
Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmamıştır.
Ne dini, ne dili, ne ırkı, ne davranışı Türklükle alakası olmayan Osmanlıya “Türk” demek kadar komik ve saçma bir şey olamaz. Dünyada böyle bir şey ne görülmüştür, nede duyulmuştur.
( Özer Ozankaya, a.g.y., s.121.)
OSMANLI PADİŞAHLARI, ŞAİR VE YAZARLARIN TÜRKLERE BAKIŞI
Osmanlılar, Ermenilere “millet-i sadıka” (sadık millet), Araplara “kavm-i necip” (üstün ırk) derken, Türklere; “edrak-i biidrak (idraksiz Türkler ) ve etrakı napak (pis Türkler) demişlerdir.
1466 yılında yapılan bir derlemede,
“Türk iti şehre gelince Farisice ürer” denilmektedir.( Burhan Oğuz’dan aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 118)
Osmanlı devşirmelerinden biri olan Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirin bir kıtası şöyledir:
“ Sakın Türkü insan sanma,
bir an bile olsa Türk’le birlikte olma,
Türk eline şeker alsa, o şeker zehir olur,
Türkün başını keserken sakın gam yeme,
babanda olsa Türkü öldür.”
(Aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 121.)
Osmanlı şairi olan Nef ‘i den bir söz;
“Tanrı Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır”
Osmanlının en önemli tarihçisi kabul edilen Naima, Türkler hakkında şu benzetme terimleri kullanır:
Türk-i bed-lika (çirkin yüzlü Türk)
nadan Türk (cahil Türk)
eirak-i bi-idrak (hiçbir şey bilmeyen Türk)
Baki ‘nin Kanun Sultan Süleyman ‘a sunduğu şiirden;
”Her tac olmaz fahr-u fena ehline sertac
Türk ehlinüney hace başı biraz kabadır.”
Türkçesi;
“Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olmaz
Ey Hoca, Türk toplumundan olanın başı kabadır, sultan olma yeteneğinden yoksundur.”
Osmanlı yönetiminde Türk’e yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:
“Türk değil mi, Merzifon’un eşeği,
Eşek değil, köpekten de aşağı.”
(Özer Ozankaya, a.g.y., s.121)
Ancak Türkün şiire verdiği yanıt !
“ Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekmede yok biçmede yok,
Yemede ortak Osmanlı “
(Özer Ozankaya, a.g.y., s.121), (Prof. Dr. Faruk Sümer’den aktaran Ş. Keçeli, 1995, s. 79 )
Son Padişahı Vahdettin’in yayımladığı bu bildirilerden birisinde su tümceler yer almıştır;
“Türkler dini, kavmiyeti, vatanı meşkuk (kuşkulu…) ve mahlud beş-altı milyonluk cahil bir kitledir.”
Türkçesi;
“Türkler; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüdür”.
Osmanlı Devletinin Türklere hakaret ettiği, sövdüğü başka manzumeler mevcuttur. (Osmanlının arka perşeği)
Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır. Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır:
“Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler,
ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler,
fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar.”
(Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12.)
Osmanlı düşüncesinde, “kavmi necip” olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; “Türk” deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. “Türk hükümeti”, “Türk ordusu”, “Türk ülkesi” deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. (Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.)
Osmanlı Efendisine Türk demek hakaret sayılmış, “Türk” sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. Yani Türk kelimesi aşağılamak ve küfür yerine kullanılırmış. Irki bir anlam taşımıyor ve sadece cahil köylüleri aşağılamak söylenirdi.(Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen’den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s.1).
Osmanlı Hanedanı Türkmen halk ozanı olan Yunus Emre’yi yasaklamıştır.
Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır:
“Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok.” Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.
Osmanlı tarihçisi Naima “Tarihi”nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır.(Naima Mustafa Efendi, Tarih-i Naima, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, İstanbul, C.1, s.168, 238, C.2 s.536. C.3, s.1180, C.4 s.169.)
Koçu Bey, 4. Murat’a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında şunları yazıyordu:
“…mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, Çingene, Tatar, Kurt, ecnebi, Laz, Yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer çeşitli kimseler…”
“Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve Yörük, Çingene, Yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice kalleş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu.” Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu. (Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145)
Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih Sultan Mehmet bile, Otlukbeli Savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve “İşine devam et” demiştir.
Yine sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611), 155.000 insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuşlardır. Aman dileyen insanlara Kuyucunun yanıtı
“Vurun şu pis Türkün başını” olmuştur.
Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat, Osmanlı’nın yetkilisi, öldürülen çocuk da Anadolu’nun evladı Türk’tür.
Son Padişahı Vahdettin’in yayımladığı bu bildirilerden birisinde su tümceler yer almıştır;
“Türkler dini, kavmiyeti, vatanı meşkuk (kuşkulu…) ve mahlud beş-altı milyonluk cahil bir kitledir.” Türkçe’si; “Türkler; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüdür”.
(Vahdettin’in El Ahsam Gazetesinin 16 Nisan 1923 günlü sayısında Osmanlıca ve Arapça yayınlanan bildiriden.)
Osmanlı yönetimi, kendilerini Türk olarak görmedikleri için, Türk kökenliler “azınlık” konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu:
“Türk adı nadiren kullanılır, onun iki şekilde kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün ‘Türk’ veya Türkmen’ olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin ‘eşek kafalı’ anlamında, ‘Türk kafa’ diye homurdanırsın”.
Kendi anlayışlarına uyamayan, Temmannai, Ümmi, Figani, Nefi gibi şairleri de katlettirmiştir.
Fatih Sultan Mehmet “ Devrinde sevilen bir hükümdar değil, milletin canına okumus”
( Prof. Dr. İlber Ortaylı -Osmanlı Tarihçisi , Hulki Cevizoğlu-Ceviz Kabuğu Programı, Show TV, 23.07.1999)
OSMANLI DEVLET YÖNETİMİNDE TÜRKLER YOK
Osmanlı hanedanı birazda saltanatının diğer soylu Türk ailelerince de tehdit edilmemesi için özellikle devletin üst kademelerine ve orduya Türk soylu halkın geçişini tamamen engelleme yoluna gitmiştir.
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır. (Hikmet Bayur, a.g.y., s.15.)
Devlet-i Aliye Devri’nde, Başbakanlara, Sadrazam deniyordu.
Osmanlı tarihi süresince, 623 yıl toplamda 215 sadrazam oldu. Bunlardan 78’inin Türk asıllı olduğu iddia ediliyor! ki, bunlardan yalnız 4’ü Türk’tür.
Karamanlı Mehmet Paşa,
Çandarlızade İbrahim Paşa,
Piri Mehmet Paşa,
Manisalı Lala Mehmet Paşa.
Sadrazamların büyük çoğunluğu Türk soyundan değildi. Bu 78 Türk olduğu iddia edilen sadrazamlarda büyük olasılıkla uydurmadır. Böyle bir şey gerçek değildir. Son yıllarda yazılan tarih kitaplarında yer alır ancak. Eski tarih kitaplarında böyle bir şey yer almaz. Osmanlı vezirlerinin içinde tek bir Türk yoktur. (Hikmet Bayur, a.g.y., s.17.)
Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. Anadolu da tarikatlar içinde, Türk kökenli olanları, doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. “Kaba Türk”, “Anlayışsız Türkler”, “Pis Türkler” gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu. (Özer Ozankaya, Türkiye’de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253.)
Günümüz yaşayan en önemli Osmanlı Tarihçisi sayılan Ortaylının bizzat kendi sözleridir;
Osmanlı’da Türk ’lük hep köylülükle eşlendiriliyor, itaatkar olmayan, başına buyruk.
(Prof. Dr. İlber Ortaylı, Osmanlı Tarihçisi)
Ama Padişahların koruma ya da hassa kısmındaki askerleri, köle devşirme değildir.
Nedense işin için koruma girince bunlar birden Türk’lerden seçilmişlerdi.Karakeçili koluna ait olan özü Türk özel yetenekli insanlar bu kurumda yer almıştır. Bunların kayıtları yıldız sarayı defteri kayıtlarında bulunmaktadır. 2.Meşrutiyet ilanından sonra bu insanlar ve aileleri takibata uğramış birçoğu asılmış birçokları da canını kurtarmak için İstanbul’dan firar etmişleridir. Cumhuriyetin ilanından sonra sağ kalabilen bu insanların takibatları bizzat Atatürk tarafından kaldırılmıştır.
OSMANLININ TÜRK KATLİAMLARI
Yavuz Sultan Selim’in, halifeliği zorla da olsa aldıktan sonra, yönetim ile Türk ulusu arasındaki anlayış ve ideoloji ayrılığı açık şekilde çelişmiştir. Yönetime dayalı şeriatçı anlayış üst yönetime egemen olur iken, Anadolu’da yaygın olan Alevilik sayesinde Türk dili kendini koruma olanağı bulmuştur. Yönetimin Anadolu’yu dil unsuru aracılığıyla Araplaştırmasına ve Acemleştirmesine karşı olan bu halk, yok edilmek istenmiştir.
Bu nedenle Anadolu’da öldürülen Türk sayısı, Yavuz Sultan Selim zamanında 40.000 kadardır. Bu gerçek Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk halkından koptuğunun açık bir kanıtıdır. (Çetin Yetkin, Türk Halkı, S.161)
Yavuz Sultan Selim’in 40.000 bin Türkmen ‘i kesmiştir. Osmanlı devleti Türkleri teker teker kılıçtan geçirdiği halde nasıl olurda Osmanlı devleti ‘nin Türk soyundan geldiğini söylerler. (Türkoloji uzmanı Cahun’dan aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.308.)
Kıyımlara fetvaları ile onay bile verilmiştir:
“Padişahım, bu Türkler at sırtında gezen bedevilerdir, çiğ et yemektedirler ve katilleri vaciptir” ( Hafız Hamdi Çelebi’nin fetvası )
Karaman Devleti yıkıldıktan sonra Osmanlılar tarafından, Enderun paşaları, ki bunların hepsi Balkanlıdır, Türk yoktur; 50 bin kadar Karamanlıyı katletmiştir ve hatta oradaki Karamanlı hocalar sormuştur, “ Bre efendiler “ demişler, “ nedir bu mezalmin şeyi?” “Biz intikam alıyoruz” demiş ( Prof. Dr. İsmet Taşdelen )
Yavuz Sultan Selim’in vahşiliğine bakın,
Yedi yaşından yukarı, yetmiş yaşından küçük yoksul 40 bin Anadolu insanını önce deftere kaydettiriyor ve bunları yalnızca bir kuşku üzerine katlettiriyor. Uzunçarşılı Hoca “Ne yapsaydı Yavuz, katletmese miydi” diyerek tarihe de not düştürüyor.
‘’Leş ve baş ile dolmuştu ordu yeri
Az bulunur çok eşyalar ele girdi
Kesti Türkmen boyunu Rum Padişahı
Kederlere düşen Uzun(Hasan) haddin bildi.’’
(Hoca Saadettin Efendi Tacü’t-Tevarih/ 3. cilt s. 133, adlı kitabında Otlukbeli Savaşı’nı anlatıyor.)
Yine Yavuz Sultan Selim katliamlarından bir örnek kaynak, İsmet Miroğlu, Kemah Sancağı, Erzincan Kazası; diğeri de Harput Sancağı, 1521 yılında bu sancaklarda ve Anadolu’nun her tarafında bir arazi sayımı yapılmıştır. İsmet Miroğlu’nun kitabında, köylerin yüzde 74’ü boştur ve tek tek, isim isim o günkü isimlerini koymuş, bugünkü isimleri koymuş. Ve İsmet Miroğlu yorum yapıyor, diyor ki “ Bunlar Yavuz’un Çaldıran Seferinde (1514) ya da 15 Çaldıran Seferine giderken kıydığı, yok ettiği köyler ya da Çaldırana giden Yavuz’dan korkarak dağlara kaçan insanların köyleridir. Nitekim 1560’taki sayımda köylerde insanlar yaşamaya başlamıştır” diyor.
Hırvat asıllı Kuyucu Murat Paşa, 8 yaşında masun bir çocuğu, sebepsiz yere boynunu kırdırtarak öldürtüp, kuyuya atmıştır. Aman dileyen insanlara Kuyucu’nun yanıtı ise “Vurun şu pis Türkün başını” olmuştur. (Türk Halk Hareketleri ve Devrimleri ve Osmanlı Tarihçisi, Naima)
14 yıl sadrazamlık yapan, 2.Selim ve 3.Murat dönemlerinde devleti bir nevi tek başına idare eden Sırp bir papazın oğlu Sokullu Mehmet Paşa’nın da devşirme olması nedeniyle Türk düşmanlığı yaptığı tarih sayfalarında yer almıştır. Hatta Sokullu Mehmet Paşa’nın gerçek adı Uzun Mehmet Paşa’dır. Bu denli yetkilere sahip Sırp kökenli devşirme sadrazamın 14 yıllık saltanatı süresince asla serdar olarak ordunun başında harbe gitmemiştir. Osmanlı tarihçilerinin bile kabul ettiği diğer bir tenkit noktası ise kendi yakınlarını çok önemli makamlara getirmesidir. Kendisi pek bir Müslüman ama kardeşini de Pec Patriği yapıyor, Sırbistan’ın Patrikhanesi’ni yeniden ihya ediyor yani Fener’den kopartıyor!.
TANRI TÜRK'Ü, KORUSUN!