Tarihe yön verenler SiT@R€&murattk ortak çalışma

Joker
Forum Ustası
Mao Zedong (1893 - 1976)

oncelikle selamlar;



Mao Zedong (1893 - 1976)

1893 yılında Çin'in Human eyaletinde doğdu. Babası zengin bir kişiydi. 13 yaşına kadar sabahları tarlada çalışan öğleden sonraları da okula giden Mao Zedong, 1911 yılında Guomindang ordusuna katıldı. Bu ordu 1912 yılında Mançu Hanedanı'nı devirerek cumhuriyet ilan etti. Mao, Marksist fikirlerle de öğretmen okulunda okurken tanıştı; bu fikirler Pekin'e yaptığı bir gezi sırasında pekişti; bu gezi aynı zamanda ÇKP'yi kuracak olan öncülerle tanışma fırsatı verdi Mao'ya.

Mao, soydaşı olan Li Dazhao'dan çok etkilendi ve Li'nin "Çin'deki devrimin ancak köylü tarafından başarılabilir" fikrini daha sonraki mücadelelerinde ana düstur olarak benimsedi.

Mao, ilk siyasal faaliyetlerini Hunan'da özerklik yanlısı bir hareket içinde yürütmeye ve bu hareketin sosyalist gençlik bölümünü örgütlemeye koyuldu. Ardından ÇKP'nin eylemlerine katılacak ve onun desteklediği işçi sendikalarıyla bağlantılı bir madenciler grevi örgütleyecektir. 1921'de yapılan ÇKP kongresinde Mao sekreter oldu. ÇKP'nin ilk taktiği, birleşik milliyetçi taktiği oldu; bu cephede anarşistlerle omuz omuza mücadele yürütüldü ve hatta Cumhuriyetçi Sun Yat-Sen'in Guomindang'ı ile bütünleşildi.

ÇKP, 1925 yılındaki ilk devrimci ayaklanmasını organize etti ve bu ayaklanma kanlı bir şekilde bastırıldı. Bu ayaklanma ÇKP için sonun başlangıcı gibiydi; 1927'ye gelindiğinde hemen hemen sıfır noktasına gelmişti. On yıl sonra parti Japon işgalcilerine karşı bir kez daha Guomindang ile işbirliği yaptı; ancak bu kez, kendi birliklerinin bağımsızlığını korudu; çünkü rüzgar artık Mao'nun kızıl devrimcilerinden yana esiroydu.

Aslında Mao, 1925 yılından itibaren parti ile ters düşen tezleri savunuyordu. Büyük ayaklanmalar geleneğini sürdüren Mao, Hunan eyaletinde ilk köylü birliklerinin kuruluşunu destekledi. Mao, yabancı etkisine açık olan şehirlerinden ziyade bu etkiye kapalı olan köylülerin harekete geçirilmesinin daha kolay olduğunu düşünüyordu. Ayrıca ÇKP'nin şehirli yöneticilerinin SSCB'nin sözcülüğünü yapmaktan başka bir iş yapmadığını düşünüyordu. Bu hareket Mao'nun liderliğe yükselmesinde önemli bir dönüm noktası oldu.

1927'deki kırımdan sonra komünistlerin yeniden örgütlenişi sırasında Çin Köylüler Birliği'nin yönetimine seçildi Mao. "Güz hasadı ayaklanması"ndan arta kalan birkaç köylüyü bir araya getiren Mao, ilk devrimci orduyu kurdu. Ne var ki Guomindang'ın lideri General Çan Kay-Şek'e bağlı hükümet birlikleri, Mao'nun devrimci ordusunu Jinggang Dağlarına sığınmaya zorladı; Mao, burada Parti'nin destek vermemesine rağmen, kasım 1927'den itibaren toprakları köylüler arasında paşlaştırdı ve köylüleri silahlandırdı. Kızıl Ordu'nun gelecekte komutanı olacak olan Zhu De'nin askeri yardımıyla kızıl üsler, özellikle Jiangxi Eyaletinde çoğaldı. 1931'de devlet başkanlığını Mao'nun üstlendiği bir Çin Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi; iki yıl sonra, Parti Merkez Komitesi'nin geri çekilmesi üzerine Mao bu eyalette komünist devrimin başına geçti.

UZUN YÜRÜYÜŞ VE İKTİDAR

Komünistler, 1934 sonbaharında bir yıl sürecek bir Uzun yürüyüş için Jiangxi'yi boşaltmak zorunda kaldılar: yola çıkan yaklaşık 100 000 kişiden yürüyüşün sonunda ancak onda biri hayattta kalabilmiştir. Kızıl Ordu birlikleri, düşman kuşatmasından kurtulmak için kendinden daha kalabalık ve daha iyi silahlanmış hükümet kuvvetleriyle çarpışa çarpışa kuzeybatıya doğru zorlu bir dağlık arazide 10 000 kilometre yol yürümüşlerdi.. İşte bu Uzun Yürüyüş'ün mimarları ve kalan 10 000 kişi, Çin devriminin de seçkinlerini oluşturdu.

Uzun yürüyüş ve daha sonraki dönemde ÇKP ve Mao, milliyetçi tepkiden de destek alarak kendi yönetimi altındaki topraklarda karşılıklı yardımlaşma ekipleri oluşturarak ekonomik örgütlenmeyi sürdürdü. Bu tarz örgütlenme şu ilkeden hareket ediyordu: "Parti otoritesi, ilke olarak tabana ifade özgürlüğü tanıyan ama yukarıdan alınan kararların tartışılmasını yasaklayan bir demokratik merkeziyetçilik ve dünşünceyi baskı altına alan "özeleştiri". Mao, Makyavel'den itibaren siyasette geçerli olan bir ilke ile başlangıçta, Parti'nin genel direktiflerine aykırı olarak (hedef için her yol meşrudur), zengin köylülerin desteğini yitirmemek için, aşırı sert bir tarım reformundan uzak durma politikasını uyguladı.

Mao, Guonmindang'a karşı üç yıl süren savaş ve Kuzey Çin köylülerinin yoğun bir biçimde hareket geçirilişi sonucunda, 1 Ekim 1949'da Pekin'de Tian An Men Meydanı'nda bir bildiri okuyarak Çin Halk Cumhuriyeti'ni ilan etti. (Kaynak: Büyük Ansiklapedi) 1954 yılında Devlet başkanı seçilen Mao, artık rejimin ideolojik güvencesi ve yeniden kavuşulan birliğin simgesiydi.

DÜŞÜNCESİ

1956'da Hrusçov'un Stalin'in kişiliğini tapınmayı eleştiren ve hatalarını ortaya koyan raporundan sonra, Çinli yöneticiler, ölmüş totoliter şefi savunmaya kalkıştılar; böylece Mao'ya yönelebilecek eleştirilerin önünü kesmek istediler. Nitekim Mao da, 1957'de verdiği Halkın İçindeki Çelişkilerin Adil Çözümü konulu söylevinde Marksist ve Leninis anlayışlarla arasındaki mesafeyi dile getirdi.

Sosyalizme geçiş evresi boyunca, Marksiszm-Leninizm, önceliği ekonomik etkenlere verir ve partinin ideolojisinin egemen olduğu kültürel alanı her türlü çelişkiden uzak tutar. Mao, Taocu yin ve yang geleneğine yaslanmakta tereddüt göstermeyerek, çelişkili etkenlerin ortadan kalkması nedeniyle, ideolojik devrimin ekonomik devrimden önce geldiği "kitle çizgisi" halinde kollektif enerjiyi seferber edecek ard arda devrimlerin zorunlu olduğunu ileri sürdü. Bu bağlamda, İleriye Doğru Büyük Sıçrama (1957-1960) gönüllü stratejisini benimsedi; bu doğrultuda "tarım cephesi askerleri" haline getirilmiş köylülerden ölçüsüz bir üretim çabası istendi. Büyük Sıçrama'nın sonucu 13 milyon kişinin açlıktan ölmesine yol açan bir kıtlık oldu. Bunun üzerine "Büyük Önder(!)" ülkenin doğrudan yönetiminden çekildi.

Mao'nun önemli fikir kaynaklarından biri de Charles Darwin'di. Daha sonra anlatılacak olan Kültür Devrimi*'nin temelinde de bu fikirlerin olduğu görülecektir. K. Mehnert, bu konuda "Mao, kurduğu bu düzenin felsefi dayanağını "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve Evrim Teorisi'ne dayanmaktadır" diyerek açıkça belirtmişti" demektedir.

II. DÖNEM İKTİDAR

1963'ten itibaren, belli başlı Maocu tezlere dayalı olarak olağanüstü bir propaganda saldırısı, bir sosyalist eğitim kampanyası başlatıldı: partinin kitleler tarafından denetlenmesi, hiyerarşiye son verilmesi, el emeğiyle kafa emeği, şehirle köy arasındaki faklılığın kaldırılması. Halk Kurtuluş Ordusu'nun yöneten Lin Biao, Mao'nun kişiliğinde gerçek bir tapınmayı örgütledi. Mao, bir kez daha ekonomi uzmanlarına karşı çıktı ve iktidarı ele geçirmek üzere parti aygıtına karşı Kültür Devrimi'ni (1965-1969) yönetti. Dört Eski'yi (eski düşünceler, eski kültür, eski alışkanlıklar ve eski adetler) yok etmeyi, Kültür Devrimi, bürokrasiyi eleştiriyordu.

Liselerde ve üniversitelerde şiddet hareketleri başladı, öğretmenler dövüldü; 1966'da çoğunluğu öğrencilerden, fanatik gençlerden oluşan milyonlarca Kızıl Muhafız'ın seferber edilmesiyle terör doruk noktasına ulaştı. Bu döneme hakim olan Kaostu. Komünizmin Kara Kitabı adlı eserde bu dönem şöyle tasvir ediliyordu: "Hepsi ölüme mahkum edilen devrim karşıtları, bütün halkın davet edildiği açık duruşmalarda, Kızıl muhafızlar tarafından parçalanıyorlardı. Halk ise bu esnada "öldür öldür!" diye bağırıyordu. Kızıl Muhafızlar bazen parçaları kızartıp yiyor ya da hala canlı olan mahkumun gözleri önünde ailesine yediriyordu; herkes "eski mülk sahibi"nin karaciğerinin ve kalbinin yendiği ziyafetlere ve konuşmacının yeni kesilmiş kafalardan yapılmış bir kazık dizisi önünde konuştuğu toplantılara davetliydi."

Çin'de yamyamlığa varacak kadar şiddetlenen nefret ve vahşet hakimdi. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 617)" Kızıl Muhafızlar, şehirleri denetim altına aldılar ve geçmişin simgesi dedikleri her şeyi yakıp yıktılar. Kendi içlerinde de bölünmüş haldeki Kızıl Muhafızlar, ordu tarafından düzene uymaya çağrıldı. Bu düzenleme bizzat Mao tarafından yönetildi. Mao'nun en çok eleştirilen yönü de bu oldu.

Kendisinden sonra gelen yöneticiler tarafından Mao'nun uyguladığı Kültür Devrimi, rejimin uğradığı tüm başarısızlıkların nedeni olarak gösterildi. Aynı şekilde, İleriye Doğru Büyük Sıçrama'dan başlayarak, Mao'nun tüm hataları, ihtiyarlayan otokrat üzerinde büyük etkisi olan eşi Jiang Quing**'in yönettiği Dörtlü Çete'ye mal edildi. Kültür Devrimi'nin hem örgütlenmesine hem bastırılmasına katılmış olan bu önde gelen Maocular, 9 Eylül 1976'da Mao'nun ölmesinden sonra iktidarlarını sürdüremediler.

Edit =

*Kültür Devrimi: Mao Zedung iktidar mücadelesi sırasında çok planlı hareket etmiş, büyük bir sabırla başarısızlıklardan geçe geçe başarıya ulaşmıştır. Ülke içinde kendisine karşıt güçleri yenilgiye uğrattıktan, II. Dünya Savaşı sonrası emperyalizmin tasfiyesini sağladıktan, 1 Ekim 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti'ni ilan ettikten sonra, artık yeni hedefi kuracağı düzeni daim kılmaktı. Bu amaçla tasarlamış olduğu insan modeline ulaşmak için 1966 Kasımında "Büyük Proleter Kültür Devrimi"ni başlatmıştır. Bu devrimin önemli ilk öğesi, Mao'nun adeta putlaştırılmaya varan önemi yani halka benimsetilen; insanı, toplumu, doğayı dönüşüme uğratan; insanları kendi sistemine göre varoluşları hakkında bilgilendiren bir düşünce tarzı olan "Mao Zedung Düşüncesi(MZD)"dir. Bu düşünce tarzıyla Mao, bir çok sistemin, ideolojinin sahip olduğu yapısına uygun tek tip insan ütopyasını bir süreliğine gerçekleştirmiştir.

**Jiang Qiang: 1980'de Dörtlü Çete duruşmasında, ömür boyu hapse mahkum edilen Jiang Wuing, 1991'de intihar etti.



ha bu arada eger bill gates tarihe yon vermis ise. linus torvals'da vermistir.
kolay gele
 
- Yönetici düzenlemesi: :
SiT@Re
Forum Ustası

Freud 1856 - 1939

1856 - 6 Mayıs. Moravia’da Frieiberg’de doğum.
1860 - Aile Viyana’ya yerleşir.
1865 - Gymnasium’a (ortaokul) girer.
1873 - Viyana Üniversitesine tıp öğrencisi olarak girer.
1876 - 82 Viyana’da Fizyoloji Enstitüsünde Brücke’nin yanında çalışır.
1877 - İlk yayınlar: anatomi ve fizyoloji üzerine makaleler
1881 - Tıp doktoru olarak mezun olur
1882 - Martha Bernays ile nişanlanma
1882 - Viyana Genel Hastanesinde çalışma, beyin anatomisi üzerinde yoğunlaşma: pek çok yayın
1884 - Kokainin klinik kullanımı üzerine araştırmalar
1885 - Nöropataloji Privatdozent’i (üniversite hocası) olarak atanma
1886 - Martha Bernays’la evlenme. Viyana’da sinir hastalıkları üzerine özel muayenehane açış.
1886 - Viyana’da Kassowitz Enstitüsünde nöroloji üzerine, özellikle çocuklardaki beyin felçleri üzerine sürekli çalışma ve pek çok yayın
1887 - En büyük kızının doğumu (Mathilde)
1887-1902 Berlin’deki Wilhelm Fliess’le arkadaşlık ve yazışma. Freud’dun, bu dönemde, ona yazdığı ve ölümünden sonra, 1950’de yayımlanan mektupları görüşlerinin gelişimine pek çok ışık tutmuştur.
1887 - Uygulamalarında hipnotik telkini kullanmaya başlar
1888 (yak) Histerinin katartik sağaltımında hipnozu kullanarak, Breuer’i izlemeye başlar. Giderek hipnozu bırakır ve onun yerine serbest çağrışımı geçirir.
1889 - Telkin tekniğini incelemek üzere, Nancy’de Bernheim’ı ziyaret eder. En büyük oğlunun doğumu (Martin)
1891 - Afazi üzerine monografi.
1892 - En küçük oğlunun doğumu (Ernst).
1893 - Histeri, obsesyonlar ve anksiyete üzerine araştırma ve kısa makaleler.
1895 - Breuer ile birlikte, “Histeri Üzerine Çalışmalar”; olgu öyküleri ve Freud’un kendi tekniği betimlemesi.
1893 - Freud’la Breuer arasında giderek artan görüş ayrılığı. Freud, savunma ve bastırma kavramlarını ve de nevrozun, ego ile libido arasında bir çatışmanın sonucu olduğunu getirir.
1895 - Bilimsel bir ruh bilim projesi: Freud’un Fliess’e mektupları arasında bulunur ve ilk kez 1950’de basılmıştır. Ruhbilimi nöroloji terimleri ile anlatmak için başarısız bir girişim, ama Freud’un daha sonraki çoğu kuramının habercisidir.
1896 - “Ruh çözümleme” teriminin ortaya çıkışı. Babasının ölümü (80 yaşında).
1897 - Freud’un öz-çözümlemesi; yaralanma kuramının terk edilmesine ve çocuksu cinsellik ve Oediepus karmaşasının benimsenmesine yol açmıştır.
1900 - “Düşlerin Yorumu”. Son bölümünde, Freud’un zihinsel süreçler, bilinçdışı ve haz ilkesinin üstünlüğü üzerine tüm görüşleri ilk kez özetlenir.
1901 - “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”. Bu, düşler hakkındaki kitapla birlikte, Freud’un kuramlarının, yalnızca patolojik durumlara değil normal zihinsel yaşama da uygulandığını ortaya koyar.
1902 - Professor Extraordinarius atanır.
1905 - “Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme”: İnsanoğlunda, cinsel içgüdünün gelişiminin, bebeklikten erişkinliğe dek ilk kez izlenişi.
1906 (yak) Jung ruh çözümlemeye katılır.
1908 - Ruhçözümleyicilerin ilk uluslar arası toplantısı (Salzburg’da).
1909 - Freud ve Jung konferans vermek üzere A.B.D.ye çağırılırlar. Bir çocuğun ilk çözümlemesinin olgu öyküsü (küçük Hans beş yaşında) daha önce, erişkinlerin çözümlemesinden çıkarılmış olan sonuçların, özellikle de bebeklik cinselliği ile Oediepus ve iğdiş edilme karmaşasına ilişkin olanların desteklenmesi.
1910 (yak) “Narsisizm” kuramının ilk ortaya çıkışı.
1911 - Ruh çözümleme tekniği üzerine makaleler.
1911 - Adler’in ayrılışı. Ruh çözümleme kuramlarının psikolojik bir olguya, Dr. Schreber’in öz yaşam öyküsüne uyarlanması.
1912 - “Totem ve Tabu”: Ruh çözümlemenin, antropolojik malzemeye uyarlanması.
1914 - Jung’un ayrılışı. “Ruhçözümsel Devinimin Tarihi Üzerine”. Adler ve jung hakkında polemik yapılan bir kesimi de içerir. Son büyük olgu öyküsünü, “Kurt Adam”ı yazar. (1918’e dek yayınlanmamıştır).
1915 - Günümüze yalnızca beş tanesi gelmiş temel kuramsal sorularla ilgili oniki “metapsikolojik” makaleden oluşan dizi.
1915 - “Giriş Konferansları”: Freud’un görüşlerinin birinci Dünya Savaşı’na kadarki durumunun kapsamlı genel bir değerlendirmesi.
1919 - Narsisizm kuramının savaş nevrozlarına uygulanması. İkinci kızının ölümü.
1920 - ”Haz İlkesinin ötesinde”: “yineleme takıntısı” ve “ölüm iç güdüsü” kuramının ilk kez açık olarak tanıtılması.
1921 - “Grup Ruhbilimi”. Egonun sistematik bir çözümsel incelenmesinin başlangıcı.
1923 - “Ego ve İd”. Bir id, bir ego ve bir de süperegoya bölünmesiyle aklın yapı ve işleyişinin büyük ölçüde düzeltilmiş tanımı. Kanser hastalığının ortaya çıkışı.
1925 - Kadınların cinsel gelişimi üzerine düzeltilmiş görüşler.
1926 - “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete”. Anksiyete sorunu üzerine düzeltilmiş görüşler.
1927 - “Bir yanılsamanın geleceği”. Bir din tartışması: Freud’un geriye kalan yıllarının çoğunu adadığı bir dizi toplum bilimsel çalışmanın birincisi.
1930 - “Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları”. Bu, Freud’un yıkıcı iç güdüler (ki ölüm iç güdüsünün bir görünümü sayılmıştır) üzerine ilk kapsamlı çalışmasını içerir. Freud, Frankfurt kenti tarafından Goethe ödülü ile ödüllendirilir.
1933 - Hitler Almanya’da güç kazanır. Freud’un kitapları Berlin’de halk önünde Naziler tarafından yakılır.
1934 - “Musa ve Tek Tanrıcılık”. Freud’un yaşarken yayımlanan son kitabı.
1936 - Hitler’in Avusturya’yı işgali. Freud, Londra’ya gitmek üzere, Viyana’yı terk eder. “Ruhçözümlemenin Bir Taslağı”. Ruh çözümlemenin son, bitmemiş ama köklü bir tanımı.
1939 - 23 Eylül, Londra’da ölümü
 
SiT@Re
Forum Ustası
JoKeR demiş ki:
ha bu arada eger bill gates tarihe yon vermis ise. linus torvals'da vermistir.
kolay gele


Kimlik
Adı : Linus
Soyadı : Torvalds
Doğum Yeri : Helsinki / Finlandiya
Doğum Tarihi : 28 Aralık 1969
Medeni Hali : Evli
Öğrenim Durumu : Üniversite
Mesleği : Bilgisayar Mühendisi

Linus Torvalds ismi hemen hemen Linux işletim sistemi ile özdeşleşmiş bir isim. Linux'dan bahsedilen her yazıda adını görmek mümkün. Genellikle “Linux işletim sistemini yazan adam” olarak tanımlanmasına rağmen bizce bu tanım pek uygun değil. En azından Linux işletim sisteminin bugünkü haline gelmesinde emeği geçen binlerce açık kaynak gönüllüsü insan olduğunu unutmamak gerek. Onlar olmasaydı Linus tek başına Linux'u bugünkü haline getirebilir miydi?

Linux'un tarihine dair okuduğumuz her yazıda Linus'un bir ders projesi olarak Linux'u yazmaya başladığını, daha sonra kaynak kodlarını açarak insanları kodu incelemeye ve geliştirmeye davet ettiğini biliyoruz. Burada da bunlardan pek bahsedecek değiliz:)

Biz biraz olayın “sosyal-magazin” tarafına bakalım dedik.

Linus Torvalds. üniversite yıllarında bir ders projesi çerçevesinde Linux işletim sistemini yazmaya başlamıştır. (hımm. Hani bundan bahsetmeyecektik:)) 1991 yılında yazmaya başladığı işletim sistemi çekirdeği dünyanın dört bir yanındaki geliştiricilerin katkısıyla giderek gelişmiş ve bugünkü durumuna ulaşmıştır.

Linus minix işletim sistemini kullanırken (ki o dönemde öğrenme amaçlı kullanılan bir Unix türevidir.) bu işletim sisteminden esinlenip(onun eksiklerini görüp) Linux'u yazmaya başladığı söylenmektedir. Bu süreçte minix işletim sistemi ve Andrea Tanenbau'un işletim sistemleri ile ilgili yazılarından da azami ölçüde faydalanan Linus'un, altı ay bir odaya kapanıp öylece çalıştığı ve ailesini endişelendirdiği de söylenmektedir.

Üniversite eğitimini Finlandiya'da Helsinki Üniversitesi'nde Bilgisayar Mühendisliği bölümünde tamamlamıştır.

Köken olarak Finlandiya İsveç'lilerindendir. Ailesi Finlandiya'ya yüzlerce yıl önce yerleşmiştir. (Finlandiya nüfusunun %6 sı İsveç kökenlidir ve İsveçce Finlandiya'nın iki resmi dilinden biridir.)

1997 yılına kadar Helsinki'de yaşayan Linus 1997 yılında Helsinki'den Santa Clara'ya(ABD) taşınmıştır. Bu dönemde Transmeta firmasında çalışmıştır. 2000 yılına kadar Santa Clara'da yaşayan Linus, 2000 yılında California'nın San Jose bölgesine taşınmıştır. Aynı dönemde Transmeta firmasından ayrılıp OSDL (Open Source Development Lab) bünyesinde Linux İşletim sisteminin geliştirilmesi için OSDL'e katılmıştır. 2004 yılı ortalarında Portland'a taşınan Linus, taşınma sebebini Portland'ın California ile kıyaslandığında daha küçük ve yaşanılabilir bir yer olması olarak açıklamış olmasına rağmen, Portland'ın Finlandiya'ya benzemesinin de bir etken olduğu söylenmektedir.

Kişilik olarak pek önplanda yeralmayan, ortalıkta görünmekten hoşlanmayan Linus, dünyanın çeşitli bölgelerinde düzenlenen açık kaynak etkinliklerine de davet edilmesine rağmen pek katılmaz.

Onu ayda yılda bir gazeteye verdiği röportaj veya bir internet sistesinin sorularına verdiği yanıtlar ile görürüz. Eğer biraz linux çekirdeği haber grubunu takip ediyorsanız biraz daha şanslısınız.Onun rutin çekirdek konularının yanında bazen intel firması hakkında söylediklerini de okuyor olabilirsiniz.

Halen OSDL (Open Source Development Lab.) bünyesinde Linux işletim sistemini geliştirmeye devam eden Linus Torvalds'a torvalds@osdl.org adresinden ulaşa(maya)bilirsiniz.

Evli olan LinusTorvalds'ın Patricia Miranda(8) ve Daniela Yolanda(6) ve Celeste Amanda(4) isimli üç kızı vardır.

Alıntı : Erhan Ekici
 
SiT@Re
Forum Ustası

KONFÜÇYÜS (.... - .... )
Büyük Çin bilgesi, filozof, siyasal yönetici ve Çin tarihinde resmi din olarak kabul edilen öğretilerin kuramcısı Konfüçyüs, M.Ö 551 yılında, Lu kentinde -şimdiki Shantung eyaletinde- doğdu. Chou hanedanlığı döneminde (M.Ö. 1027-256), Hristiyanlığın doğuşundan yaklaşık beş yüz yıl önce yaşadı. Küçük yaşlardayken babası ölünce, annesi tarafından mütevazı koşullarda büyütüldü.

Ambar bekçiliği ve kamu arazisi yöneticiliği yaptı ama asıl isteği, Chou hanedanlığının ilk zamanlarına özgü ahlak değerlerini yaymak, bu hanedanlığın kuruluş döneminde hüküm süren iki kralın, Wen ile Wu'nun ülkülerini yeniden canlandırmaktı. Ama onun dönemi zorlu bir dönemdi. Chou hanedanlığının ilk yıllarının ayırıcı özelliği olan siyasal birlik, siyasal güç, hanedanlığı oluşturan kent devletleri arasındaki çatışmalarla, hanedanlıktan olmayan devletlerin yayılmacı saldırılarıyla, dağlarla vahşi bölgelerden gelen göçebe toplulukların akınlarıyla büyük ölçüde örselenmişti.

Konfüçyüs'ün kenti Lu işgalcilerin denetimi altına girmişti. Konfüçyüs, öğretisine yetke, nüfuz sağlayacak bir kamu görevine atanmayı başaramamıştı. Bundan ötürü, benzer beklentiler taşıyıp benzer güçlüklerle karşılaşan diğerleri gibi Konfüçyüs de, küçük bir öğrenci, izleyici topluluğunun eşliğinde gittiği saraylara, yöneticilere hizmet sunarak gezginci öğreticilik yapmaya başladı.


KONFÜÇYÜSÇÜLÜK
Konfüçyüs'ün yaşam öyküsüyle kişiliğinin de ona atfedilen öğretilerin ayrıntılarının da doğruluğundan emin olmak olanaklı değil. Kaynaklarda, onun ölümünden sonra geliştirilmiş, kuşkusuz pek çok yönüyle izleyicileri tarafından elden geçirilmiş, zenginleştirilmiş, yeniden düzenlenmiş karma açıklamalar vardır. Mevcut bilgilerdeki kimi iç tutarsızlığa, kimi vurgu farklılığına karşın, bilgi ile ahlaksal erdem arayışına tutkuyla inanan, tüm yaşamı boyunca dürüstlüğünü koruyan, kendini sadece öğretmeye adayan bir adama ait bütünlüklü çizgileri seçmek olanaklı. Benzer şekilde, Konfüçyüs'e atfedilen yazılı özdeyişlerin ona ait olup olmadığını saptamak da olanaklı değil. Konfüçyüs'e atfedilen deyişlerle düşüncelerin çoğu ”Konuşmalar” diye bilinen bir seçkide toplanmıştır.

Konfüçyüs düşüncesi, 1583'te Pekin'e yerleşen Cizvit misyonerleri, Çin bilgisi ile kültürünü özümseyip bu yeni bilgilerini Avrupa'ya aktarancıya kadar Batı dünyasında bilinmiyordu. K'ung Fu-tzu adını Latinceleştiren de bu Cizvitler olmuştu ve böylece bu büyük bilge, dünyanın pek çok yerinde Konfüçyüs adıyla tanındı.

Konfüçyüs'ün felsefesi, ahlak ile siyaset felsefesinin ağırlıkta olduğu bir felsefeydi. Bu felsefe, hep devinimli olmalarına karşın gök ile yerin birbirini dengeleyen güçler olduğu, ortak varoluşlarının uyumlu olduğu inanışına dayanıyordu. Konfüçyüs'e göre insan bu koşullara tabidir, evreni örnek alıp ona benzemeye çalışması gerekir. Orta Öğretisi'nde şunlar söylenir: "Bu denge, dünyadaki tüm insan edimlerinin çıktığı eşsiz köktür; bu uyum tüm edimlerin izlemesi gereken evrensel yoldur."


DENGE FELSEFESİ VE CHOU HANEDANLIĞI
Konfüçyüs'ün uyumlu yaşam öğüdü, hoş, sessiz sakin akıp giden bir yaşam sürmek adına tutkularla duygulan tümüyle bastırmak gerektiği anlamına gelmiyordu. Konfüçyüs denge ile uyum arasında önemli bir fark görür. Dengenin, "zevk kızgınlık, keder neşe, coşup taşma duygularına" kapılmamak olduğunu, uyumunsa "bu duyguların hep tam zamanında ortaya çıkması" olduğunu söyler. Konfüçyüs'ün dönemindeki çok eski bir inanışa göre, yeryüzündeki yönetici, tanrı vekilidir; eğer barışı, uyumu sürdürmeyi hedeflemezse bu vekalet elinden alınır. Konfüçyüs, hayranlık duyduğu Chou hanedanlığının, İlahi onayı almış, dolayısıyla selefi zorba Shang hanedanlığının yerini almaya hak kazanmış bir kişi tarafından kurulduğuna inanır.

Konfüçyüs, Chou hanedanlığının ilk yıllarını -beş yüzyıl önceyi- bir altın çağ olarak adlandırır. O dönemin ülkülerini canlandırmanın, bu çatışma, hizipleşme çağında Çin'in birliğini yeniden sağlamanın yolu olduğunu; kendisinin de o eski değerlerin aktarıcısı olduğunu, ortaya yeni değerler koymadığını düşünüyordu.

Uyum, bütünlük, denge, Çin düşüncesinin içgüdüsel kabulleri olagelmiştir hep. Bu olgu,

Konfüçyüsçülük kadar Taoculuk ile Budacılığın da Çin kültürünün bir parçası olmasına karşın, bu üç güçlü akım arasında rekabetin pek az olmasını açıklar. Bu üçünün karşılıklı ilişkileri, bir Çin özdeyişiyle "üç din tek dindir" sözüyle apaçık betimlenmiştir. Her biri diğer ikisinin tamamlayıcısı gibidir; her biri, mevcut duruma en uygunları olduğu düşünüldüğünde kullanılır. Taoculuk ile Budacılık Konfüçyüsçülüğün büyük ölçüde göz ardı ettiği gizemcilik, tinsellik boyutlarını sağlamıştı. Konfüçyüsçülük de kamu yaşamı ile devlet yönetiminde esin kaynağı olmuştur.


AHLÂK VE JEN
Konfüçyüs'e göre tüm toplumsal, siyasal erdemler, temelde, genişletilmiş kişi erdemleriydi. Eğitim ahlak bilgisi edinmekti. Ama bu bilgi, belirli eylemlerle tutumların iyi olduğunu söyleyen bir bilgi olmakla kalmazdı; aynı zamanda uygulamada, deneyim aracılığıyla -iyi olmakla, iyiyi yapmakla- edinilen bir bilgiydi. Kişi hocasını örnek alarak öğrenir; başkalarına da, onlara örnek olarak öğretir. Konfüçyüs, böylesi bir eğitimin erken yaşlarda başlayıp, yaşam boyu sürmesi gerektiğini savunurdu.

Ahlaksal iyilik kavramının merkezinde “jen”, yani iyilikseverlik ya da insan sevgisi düşüncesi vardır. Çince’deki bu sözcüğün tam karşılığını bulmak güçtür. İnsanlar arasında kurulması gereken en iyi ilişki biçimini karşılamak üzere, kimi zaman 'iyilikseverlik' kimi zaman da 'insancıllık' diye yorumlanır. Doğuştan gelme bir yeteneğin alıştırmalarla güçlendirilmesiyle değil, kişinin kendini eğitme çabasıyla geliştirilen özel bir yetidir “jen”. Konfüçyüs, Konuşmalar'da “jen” ya da iyilikseverlik hakkında şöyle der: "Eğer gerçekten dilersek olur." Konfüçyüs'e göre “jen”, 'efendi' ya da 'üst insan' dediği kimsenin en önemli, biricik sıfatıdır. Bu kişi öğrenmeye öylesine düşkündür ki, içtenlikli öğrenme uğraşı ona "yemek yemeyi unutturur", "yaşlandığının farkına varmaz."

İyilikseverlik, kişinin kendisine dönük ilgisinin, kendinden hoşnutluğunun üstesinden gelmesini gerektirir; iyilikseverliğin yolu; her yönüyle insan davranışlarını düzenleyen, örnek eylemlere ulaşmasında kişiye kılavuzluk etmek üzere tasarlanmış olan bir kurallar ya da ilkeler bütününe uymaktır. Bunların ayrıntıları hep aynıdır. Bunlar, işlem, eylem ve tüm törenlerin yanı sıra, jestlere, tavırlara, giysilere, devinimlere, yüz ifadelerine ilişkindir.

Konfüçyüs, gerçek iyilikseverlik ya da gerçek insancıllığın, gönül ile zihnin dışsal davranışlarla tutarlık gösterdiği bir kişi bütünlüğünü gerektirdiğini savunurdu.

Konfüçyüs, öngörülen ahlaksal bütünlüğün sonucu olan eylemi, yani hep yararın, öğretmenin amaçlandığı bir kişi ahlakını geliştirmekle oluşan bütünlüklü iyilikseverliğe ahlak bakımından uygunluk diye tanımlardı. Öğrenme sevdası, burada gereken kavrayış biçiminin edinilmesindeki temel öğedir. Konfüçyüs'e göre, "öğrenme sevdası olmaksızın iyilikseverlik sevdasına düşmek insanı aptal eder"; iyi niyetli olmak yetmez. Örneğin, cömert olduğunu göstermek için, varlığını ayırım yapmaksızın başkalarına dağıtmak yetmez.

Bilgi ile öğrenme, ahlaksal kavrayışı geliştirmeye yardımcı olur; kişi, böylece, cömertliğini nasıl gerçek bir iyiye göre yönlendireceğini görebilir. Bilgi, öğrenme, deneyim, kişinin yaşamda nelerin değiştirilemez olduğunu görmesine, bunları çabayla değiştirilebilir olanlardan ayırmasına yardım eder. Konuşmaların sonunda şunlar söylenir: Konfüçyüs dedi ki 'Yazgı anlaşılmadıkça iyiliksever olmak da olanaklı değildir' Konfüçyüsçü öğretide yazgı değişmezleri yönetir, yani yaşam süresi, ölümlülük gibi şeylere ilişkindir. Değişmez zorunluluklar hakkında düşünmek, kişinin bunları değiştirmeye çalışmanın boşuna olduğunu kabul etmesini, çabayı geliştirilebilir olanla, yani ahlak yetileriyle, ahlak anlayışıyla uğraşmaya yöneltmenin daha iyi olacağının ayrımına varmasını sağlar.


BİLGİ VE İNSAN
Konfüçyüs, en iyi insanın bilge insan olduğu kanısındadır, ama kendisini bir bilge olarak görmez; pek az insanın bilge olmayı başardığını düşünür. Seçmeler'de "bir bilgeye rast gelmekten umudu kestiği"ni söyler. Efendi kusursuzlukta bilgeden sonra gelir, günlük yaşamda etkisi en çok duyulan da efendidir. Konuşmalar'da örnek olma özelliği ayrıntılarıyla anlatılan efendi, "dünya işlerinde... ahlaksal olanın tarafını" tutandır. Efendi, başkalarının mutluluğu için gösterdiği içten ilgide açığa çıkan ahlaksal yetkinliğinden ötürü, buyruk verebilir, itaat görebilir.

Konfüçyüs, yöneticilere "eğer siz iyiyi isterseniz, insanlar da iyi olur" der. Ayrıca, insanın insan olarak kalacağını, "efendinin doğasının yel, sıradan insanın doğasının da ot gibi olduğunu; yel estiğinde otların hep eğildiğini"; bundan ötürü de yönetimin, daima, her üyesinin açıkça belirlenmiş bir role sahip olduğu bir toplumda yetkesini iyilikseverlikle kullanan bir yönetici topluluğunun elinde olduğunu savunurdu.

Konfüçyüs insanların doğuştan eşit olduğuna inanırdı; eğitime ilişkin tüm görüşlerinin altında yatan, sonraki yüzyıllarda Çin'in eğitim siyasetini etkileyen onun bu inancıydı.
 
SiT@Re
Forum Ustası
Devam..

ADLARIN DÜZELTİLMESİ
Konuşmalar'da 'adların düzeltilmesi' diye anılan Konfüçyüs öğretisi ilginç felsefi sonuçlara varır. Konfüçyüs, kendi döneminde 'efendi' denilen kimseler eskiden öngörülmüş efendilik betimine göre davranmadığı için kaygılanırdı. "İnsancıllığı terk etmiş efendi, bu adı nasıl taşıyabilir?" diye sorar; yönetmenin doğru davranan kişiler için kolay bir iş olduğunu, böylece "prensin prens, bakanın bakan, babanın baba, oğulun da oğul" olacağını söylerdi.

Geçmişin, ataların yüceltilmesi, töremlere gösterilen büyük ilgi, evlatlık görevi ile baba oğul ilişkisinin öneminin ısrarla vurgulanması, Konfüçyüsçülüğün Batı geleneğine aykırı düşebilecek yönleridir. Gene de, Batı tüm bu yönelimlere -aile bağları ile büyüklere saygıya; adetlere, uylaşımlara, törenlere değer vermeye; ılımlılığın, sakinimin ölçülü bir alçakgönüllülüğün ahlaksal önemine- bir ölçüde aşinadır. Konfüçyüs'ün bakış açısını anlamamak, onun değerleri ile uygulamalarının birçoğunun evrensel olduğunu görmemek olanaksızdır.


KONFÜÇYÜS VE ESKİ YUNAN
Konfüçyüsçü düşünce ile eski Yunan'da, M.Ö. 6.-5. yüzyıllarda ortaya çıkan Sokrates öncesi filozoflarının kimi düşüncesi' arasında büyük benzerlikler vardır. Bu filozoflardan Anaximenes (M.Ö. 585-528) insan ruhu ile doğanın, bir bütün olarak, tek bir ortamı paylaştığını öğretmişti; Pythagoras (M.Ö. 571-496) tinsel saflığı korumak üzere töremleştirilmiş davranış biçimleri geliştirmişti; matematikle kavranan göksel uyum ile insan ruhu arasında bir ahenk olması gerektiğini düşünürdü; Herakleitos ise (M.Ö. doğumu yaklaşık 504-501) Logos düşüncesini, bir tür evrensel adaleti ya da denkliği korumaya yarayan, dengeli geliş gidiş ilkesini atmıştı ortaya.

Konfüçyüs'ün kişiliği, alçakgönüllü bilgeliği, kendini öğretmeye adayışı, Sokrates'in benzer özellikleriyle karşılaştırıla gelmiştir; Sokrates'in altın kuralı, "kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" diyen kural, ahlakçıların genel geçer kurallarından biridir.

Konfüçyüs metafizik kurgulamalar geliştirmekle uğraşmamıştı; insan bilgisinin doğasına ya da olanağına ilişkin bir kuram da geliştirmemişti. Ama yine de, insan zekasının bilme iddiasında olduğu şeylerin sınırları konusunda duyarlıydı. Dolayısıyla deneysel bilgi sayılacak bilgilere dayanma güvencesine sahip olmayan savları ortaya atmaktan kaçınırdı. Bir keresinde, karşısında düşüncesizce konuşan birine "efendi olanın bilgisiz olduğu konuda hiçbir kanı bildirmemesi beklenir" demişti. Tzu-lu'ya da şunları söyler: "Sana bilmenin ne olduğunu söyleyeyim mi? Bildiğin zaman bildiğini, bilmediğinde de bilmediğini söylemek, işte bilgi budur."

KONFÜÇYÜSÇÜLÜĞÜN TARİHİ SERÜVENİ
Konfüçyüs'ün M.Ö. 479’da Çiyu-fu'da ölümünden sonra öğrencileri onun öğretisini sessiz sedasız sürdürdü. İki önemli izleyicisi Mensiyüs ile Hsun Tzu, Konfüçyüsçü düşünceye kendi fikirlerini, kendi vurgularını da katarak, seçkinlerin eğiticisi oldu. Onların çağı, yöneticilerin saraylarında ahlak ile siyasete ilişkin pek çok düşünsel tartışmanın geliştiği bir dönemdi. Tartışmalar düzenlenir, bilgili kişiler davet edilirdi. Bunlar, siyasal karmaşanın, Çin devletleri arasında süre giden çatışmaların yaşandığı -bundan ötürü de Savaşan Devletler Dönemi diye anılan- bir dönemde olup bitiyordu. Çekişmeler Ch'in hanedanlığının (M.Ö. 221-206) egemenliğiyle son buldu. Hükümdar Çh'in Shih Huang Ti Çin'i birleştirdi. İmparatorluğunu ilan etti ve Çin'i kuzeyden gelen İstilacılara karşı savunmak üzere Çin Seddi'ni yaptırdı. Han hanedanlığı döneminde (M.Ö. 206- MS 9) Konfüçyüsçü düşünce yeniden canlandı. Eski yazılardan parçalar derlenip elden geçirildi ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında Budacılığın da Çin'e ulaşmasına karşın, Konfüçyüsçü düşünceler yeniden yaygın kabul gördü.

Bundan böyle Konfüçyüsçülük -daha doğrusu Yeni Konfüçyüsçülüğün çeşitli biçimleri- Çin kültüründeki ana akışın bir parçası olarak varlığını sürdürdü, eğitimin Konfüçyüsçü temel yapıtlara dayanmasından ötürü halka yayıldı. Böylece Konfüçyüsçülük geniş, değişken bir ülkede yaşayan milyonlarca insanı birleştirdi. Hem kişisel hem kamusal ülküler sunduğu, kişi ile kamu arasında net bir halka oluşturduğu için ayakta kaldı.

Konfüçyüs ile izleyicilerine atfedilen özdeyişlerle öğretiler, M.Ö. 6. yüzyıldan 1911'de Ch'ing hanedanlığının kaldırılışına kadar geçen 25 yüzyıl boyunca, Çin'in ahlaksal, toplumsal, siyasal yapısını biçimlendirdi. Çin İmparatorluğu'nun neredeyse tüm kurumları, gelenekleri, amaçları, özlemleri Konfüçyüs'ün erdemli birey, erdemli toplum anlayışına dayanıyordu. 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar Çin'de eğitim, hemen hemen tümüyle, Konfüçyüs'ün ilkelerine göre biçimlendirilmişti. 1313'ten 1905'e kadar sürdürülen devlet görevliliği sınavları Konfüçyüs'ün “Dört Kitap” diye bilinen yapıtlarını okumayı gerektiriyordu.

20. yüzyıl ortalarında Çin'de Konfüçyüsçülük neredeyse tümden yadsınmıştır. Çin, Batı dünyası karşısında kendisini değerlendirmeye giriştiğinde, Konfüçyüsçülüğün katılığına, geçmişten devşirme ülkülerine, sıradüzen ile tören saplantısına yönelik eski eleştiriler yeniden gündeme geldi.

1960 Kültür Devrimi*'nin, Halk Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında ortaya çıkan Konfüçyüs karşıtı eleştirileri pekiştirmesine karşın, Konfüçyüsçülüğü ortadan kaldırmayı hedefleyen yenilikler de Konfüçyüsçülük çizgisine, biçemine uydu. Komünizmin, işçi sınıfına yaraşır tutumlara göre kişiliği yeniden biçimlendirmeyi amaçlamasının, Konfüçyüsçü kendini yetiştirme öğüdüne pek benzediği; önder Mao'nun sözlerine gösterilen büyük saygının, eskiden Konfüçyüs'e gösterilen saygıyla türdeş olduğu sık sık dile getirildi.


SEÇMELER
" İyi yaşamayı sonraya bırakan; yolunda ırmağa raslayıpda akıp geçmesini bekleyen adama benzer. Irmak hiç durmadan akıp gidecektir."
"Halkı kanunlarla yönetip cezalarla düzeni sağlarsanız, onlarda cezalardan kaçınacaklardır; ama bu arada ar duyguları da kaybolacaktır. Fakat onları kendi güzel ahlakınızla yönetip düzeni de vazifelere bağlılığınızla sağlarsanız, ar duyguları onları terk etmeyecek ve bu ölçüye göre yaşayacaklardır."
"Onbeş yaşımda zihnimi vicdanıma bağladım. Otuzumda dimdik durdum. Kırkımda şüphelerimden kurtuldum. Elli yaşımda ilahi kanunları anladım. Altmışımda uysal bir kulağım oldu. Şimdi yetmişimde, doğruluğu elden bırakmadan kalbimin tutkularının peşinden gidebilirim."
"Erdemsiz bir insan mahrumiyete fazla tahammül edemez; nasıl ki mutluluk içindeyken bile rahat edemezse. Fakat erdemli insanın barındığı yer yine erdemin içindedir, akıl sahipleri hep bunu arar."
"Doğa eğitimin önüne geçerse, bir dağ adamı yetiştirmiş olursunuz. Eğer eğitim doğanın önüne geçerse, katip yetiştirmiş olursunuz. Doğa ve eğitim doğru oranla harmanlanabilirse ancak o zaman üstün özellikleri olan insanlar yetiştirebilirsiniz."
"Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir."
" Düşünmeden öğrenmek faydasızdır. Öğrenmeden düşünmekse tehlikeli..."
"Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak."
"Allah’ım, senden başka hiçbir şeyi olmayan ben senden başka her şeyi olanlara acırım."
"Bildiğini bilenin arkasından gidiniz. Bildiğini bilmeyeni uyandırınız. Bilmediğini bilene öğretiniz. Bilmediğini bilmeyenden kaçınız."
"Kamil insan; kişisel olarak ciddi, büyüklere hizmet ederken saygıyı elden bırakmayan, halka karşı çok nazik olan ve onları yönetirken de adaletli davranan kişidir."
"Erdemli kişi, ne kadar zor olursa olsun, hizmeti öne koyar, ondan ne fayda temin edileceği ise daha sonra düşünülecek bir meseledir."
 
DarisTaN
Forum Ustası
Aristotle: Tekrar Merkezde Yer (MÖ 350)

En etkili Yunan bilimci-filozof Aristotle'dur. Aristotle, Yer merkezli evrenin küresel ve sonlu olduğuna inandı. Aristotle, modern bilimsel buluşlar yapmakla ünlüdür. Önemli fikirleri arasında şunlar sayılabilir: Ay'ın küresel olduğunu düşündü. Güneş'in, Yer'e Ay'dan daha uzak olduğunu buldu. Yer'in küresel olduğunu düşündü. Çünkü, Ay'ın terminatörünün eğriliği onun disk şeklinde olmasını dışlıyordu ve Yer, belki bu yüzden Ay gibiydi. Bir gözlemci kuzeye doğru gittikçe, güney yarımküre yıldızları kaybolurken kuzey gökyüzünden yeni yıldızlar görür. Bu durum düz bir Yer üzerinde olmaz. Fakat, Aristotle Yer'in durağan olduğu sonucunu çıkardı. Yer hareket etseydi, değişik yıldızların göreli şekillerinde değişiklik görürdük. Eğer çok uzaktaki bir ağaç ile orta uzaklıktaki bir ağacı birleştiren bir doğru üzerinde yürürken bir tarafınıza bir adım atsanız, yakındaki ağaç uzaktakinin diğer tarafına kaymış olarak görülür. Hareketten dolayı bu kaymaya paralaks denir. Eğer Yer, uzaktaki bir merkez etrafında dolansaydı, yakın ve uzaktaki yıldızlar arasında dönemli bir paralaktik kayma görürdük. Fakat, yıldızların ve takımyıldızların zaman içinde böyle bir kayma gösterdiklerine dair bir delil yoktur. Sonuçta Aristotle'ya göre Yer hareket etmemelidir.
Aristotle'nun nedeni sağlamdı; ancak, yıldızlar bu paralaktik kaymayı çıplak gözle oluşturacak kadar yakında değil çok uzaktaydılar. Yıldız paralaksları yıllarca araştırıldı ve ancak 1838 yılında bulundu.
 
SiT@Re
Forum Ustası

Yaser Arafat (1929 - 2004)

Eski bir Osmanlı zabiti olan Abdülrahman Bey, Mısır'da dünyaya gelen oğluna, Muhammed adını verdi. Çoban, tüccar, Pakistanlı işadamı, hatta yaşlı bir kadın kılığında İsrail topraklarına baskınlar düzenlerken, Muhammed'in kod adı, "Ebu Ammar"dı. 1994'te, Nobel Barış Ödülü'nü alırken ise, herkes onu, Filistin lideri Yaser Arafat olarak tanıyordu. Dünyanın en çalkantılı bölgesinde doğan Yaser Arafat'ın çocukluğunu geçirdiği ev, İsrail'in Doğu Kudüs'ü işgalinden sonra, ağlama duvarına yer açmak için yıkıldı. Arafat, gençliğinde neşeli ve enerji doluydu. Çevresindekileri kolayca etkileyebilen Arafat, Kahire Üniversitesi'nde okurken, Filistinli Öğrenciler Birliği'nin lideri seçildi. Uluslararası toplantılarda Filistin sorununun sözcülüğünü yapmaya, daha o zamanlar başladı. Üniversiteden sonra, kısa bir süre, Kuveyt'te inşaat mühendisliği yaptı.

1958'de El Fetih'i kurdu. Örgütün, İsrail topraklarına düzenlediği vur-kaç eylemlerinde, bizzat yer aldı. 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonraysa, artık bir efsaneydi. Mısır lideri Cemal Abdül Nasır, bu genç adamı desteklemeye başladı. Onu, Mısır heyetinin bir üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne götürdü.

İKİ ÖNEMLİ İLKE
Böylece adı artık uluslararası arenada da geçmeye başlayan Arafat, bütün Filistin örgütlerini çatısı altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün başına geçti. İki önemli ilkeye, sıkı sıkıya sarıldı: Bu ilkelerden birincisi, Filistin hareketinin, herhangi bir Arap ülkesinin denetimi altına sokmamaktı. Bu nedenle, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'la, sürekli karşı karşıya geldi. İkinci önemli ilkesiyse, komünistlerden, radikallere kadar farklı Filistinli grupları birarada tutmaktı. Bunun için de, onların disiplinsizliğe varan davranışlarına göz yumdu. Filistinli grupların bu disiplinsizliği, Ürdün'de iç kargaşaya yol açtı. Ürdün güvenlik güçleriyle, Filistin örgütleri arasında yaşanan kanlı çatışmalar, tarihe, "kara Eylül" olarak geçti.

Filistin Kurtuluş Örgütü, Ürdün'den Lübnan'a taşınmak zorunda kaldı. Ancak, bu gelişme, Lübnan'daki etnik dengeleri bozdu. Patlayan iç savaş, yıllarca sürdü. İsrail, kargaşa içindeki Lübnan'ı işgal etti. Arafat, o günlerde, bugünün İsrail başbakanı, o zamanların savunma bakanı Ariel Şaron'un elinden kurtulmak için, sürekli hareket eden bir araçta yaşamak ve sonunda, Lübnan'dan da çıkmak zorunda kaldı. Arafat'a ve hareketine, bu kez, Tunus kucak açmıştı. Arafat, en yakın arkadaşı Ebu Cihad'ı da, İsrail özel kuvvetlerinin yaptığı bir baskında, Tunus'ta kaybedecekti.

DÜNYANIN KABUL ETTİĞİ LİDER OLMAYA GİDEN YOL
1987'de, Filistinlilerin direnişi, sokağa döküldü. İntifada, yani "direniş" hareketinin en sıcak günlerinde, Arafat, tarihi bir adım attı. 1988'de Filistin Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. Bir ay sonra, yine, tarihi açıklamalar yaptı. İsrail'in, "güvenlik içinde var olma hakkını tanıdıklarını", ve "teröre karşı olduğunu", ilk defa söyledi. Bu açıklamadan birkaç saat sonra Amerikan yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü, Ortadoğu sorununun taraflarından biri olarak tanıdığını ilan etti. Arafat'ın en büyük hatalarından biriyse, Körfez Savaşı?nda "yanlış ata oynamak"tı. Kuveyt'i işgal eden Saddam Hüseyin'in yanında yer alınca, petrol zengini körfez ülkelerinden gelen ekonomik desteği, bir anda kaybetti.

OSLO ANLAŞMASI VE NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ
Savaştan sonra Ortadoğu'da dengeler değişti. Beyaz Saray'ın zoruyla, Ortadoğu barışı için görüşmeler başladı. Madrid'de açık açık, Oslo'da gizliden gizliye yürütülen görüşmeler, 1993'te sonuç verdi. Oslo'da varılan, Washington'da imzalanan anlaşmayla, İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Filistin lideri Yaser Arafat, Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Arafat, bir yıl sonra, eskiden gizlice girdiği Gazze'ye, bu kez, Filistin yönetimi başkanı olarak taşındı. Çabaları hep, Filistin devletini kuracak olan nihai anlaşmayı sağlamak içindi. 2002 Şubat ayının ortalarında çıkan bir çatışma yüzünden yine Şaron tarafından ev hapsinde tutulmaya başlayan Yaser Arafat, Parkinson hastalığı ile de mücadele etmek zorunda kalıyor.
 
SiT@Re
Forum Ustası


Adolf Hitler (1889 - 1945)


Adolf Hitler, 20 Nisan 1889 yılında Yukarı Avusturya'nın Braunau kasabasında doğdu. Bir gümrük memuru olan Alois Hitler (1837–1903) ve Klara Pölzl (1860-1907) 'ün altı çocuğundan dördüncüsüdür.

İlk tahsilini doğduğu kasabada, orta tahsilini Linz şehrinde yaptı. On üç yaşında tüberkülozdan babasını (Hitler'in memur olmasını isteyen babası Alois Hitler ile arası açılmıştı çünkü kendisi sanatçı olmak istiyordu), on sekiz yaşında (1907) annesini kaybetti. Orta öğrenimini başarısız bitirince ressam olma ümidiyle Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavına girdi ancak başarısız oldu.

Alman Tarihi derslerinde Akademideki profesörlerin Yahudi olduğu, ve Yahudilere karşı ilk kinin burada oluştuğu anlatılır. Bir başka teze göre ise Hitler'in annesinin ölüm anında gelen doktor bir Yahudiydi. Adolf Hitler annesinin ölümünü kabullenemeyip, bu Yahudi doktoru sorumlu tuttu. Ve bir çok bilim adamlara göre Hitler'in babaannesi Yahudi'dir. Bu yüzden bütün doğduğu yerleri yakmıştır.

1912'de Viyana'dan Münih'e geldi. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler, Bavyera ordusuna gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra Hitler, arkadaşı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman İşçi Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın reisi oldu. Fırkanın adını NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiter Partei/ Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak değiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına kısaca "Nazi" ismi verildi. Kendisine de, taraftarları, rehber anlamına gelen "Führer" lakabını verdiler. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi Almanya'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının yalnız Alman kanını taşıyanlara hasredilmesi lazım geleceği programın temel maddelerindendi. Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek de yine programın esaslarından birini teşkil eder. Völkischer Beobachter adlı gazeteyi yandaşları çıkarıyordu. Josef Goebbels bu gazetenin tamamen parti bülteni halini almasını sağladı. Gazetede partisinin fikirlerini açıklayan makaleler yayınladı.

1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde "Mein Kampf" (Kavgam) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Şimdilerde bu kitap Almanya'da antisemitizme yol açtığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalış çok sıkışıyordu. Bu kitapla birlikte yeni teşebbüslerine de yol gösterdi. 1924 ve 1929 yılları arasında partisi başarısız oldu. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildi (1929). 1930 seçimlerinde yüzde 18 oy ile SPD'den sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler'in oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden daha fazla kırsal bölge ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta ve üst kesimden geldi.

Seçimle işbaşına gelen Adolf Hitler kısa zamanda anayasa değişikliği hakkını elde etti. Hemen ardından diğer partileri yasakladı. Almanya'da aşırı artık gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük otobanlar inşa ettirdi. Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına aldı. Bu cephe genişliği II. Dünya Savaşı'nın sonucunu belirleyen en önemli etken oldu. Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945'te Berlin'de karısı Eva Braun'la birlikte aynı anda siyanür hapı içip, önce Eva Braun'u sonrada kendisini bir silah vasıtasıyla vurarak intihar etti. Kendi isteğiyle Führerbunker bahçesinde benzinle cesetleri yakılmıştır. Hitler'in bunu istemesinin sebebinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu iddia edilmektedir.

Hitler ölmeden önce ikili vasiyetnamesini yazdırmıştır: Siyasi ve Özel Vasiyetname. Hitler'in siyasi vasiyetnamesi bir hınç çığlığıdır. Ona göre; Almanya bütün milletler için bir zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm'i kovalamaktan asla vazgeçmemelidir. Almanya'nın geleceğini tartışmasız bu olgu belirleyecektir. Hitler, savaşa girmekte haklı olduğunu savunuyor ve yenilgiden korkak yalancı generalleri sorumlu tutuyordu. Özel Vasiyetinde ise, tüm hayatı boyunca topladığı sanat eserleriyle doğduğu şehir olan Linz'de bir müze kurulmasını istedi. Tüm şahsi mallarını partiye eğer parti kalmamışsa devlete bıraktığını söylüyordu.
 
ESTERGON
Genel Moderator
SiT@R€&murattk , harikasınız. Çok değerli bilgiler.
Her ikinizi de kutluyorum, elinize kolunuza gönlünüze sağlık.
Kolay gelsin,esen kalın.
 
SiT@Re
Forum Ustası

Evita Peron (1919 - 1952)

1919 yılında Arjantin’in Los Toldos kentinde, beş çocuklu fakir bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi Arjantin halkının efsane ismi Evita Peron. Babasını yedi yaşındayken kaybetti ve 14 yaşında aktrist olmak için Buenos Aires'e gitti. Buenos Aires'te bir süre işsiz ve parasız kaldıktan sonra radyolarda çalışmaya başladı. Radyoda şovlar yaparak ve tiyatroda küçük rollerde oynayarak hayatını devam ettiren Evita, 1944 yılında Juan Domingo Peron ile tanıştı. Genç bir subay olan Juan Peron, 1943 yılında ülke yönetiminde önemli bir görev üstlendi. “Teniente Coronel” yani albay unvanlı Juan Domingo Peron, 1943 yılındaki askeri darbede rol oynayarak siyasete girdi, Çalışma Bakanı olarak hükümette yer aldı ve 'emekçi babası' olarak tanındı.

Düşük gelirli işçilerin durumlarını düzeltmeye yönelik çalışan Juan Domingo Peron, 1944 yılındaki darbenin ardından tutuklansa da Eva Peron ve arkadaşlarının işçileri yanlarına alarak başlattıkları grevler neticesinde serbest bırakıldı. Bundan çok kısa bir süre sonra da Eva ile Juan Peron evlendi. Juan Peron, 1946 tarihinde de Başbakan oldu, iki defa seçildi ve 1955 yılında gene bir askeri darbe ile ayrıldı. Birkaç darbe daha geçtikten sonra 1973 yılında Peron bir kere daha seçimle başa geldi, 1974 yılında ise öldü. Bu sefer Evita'nın ölümünden sonra evlendiği yeni eşi İsabel Peron başa geçti. 1976 yılında ise İsabel de hükümetle beraber düştü.

Evita, kocasının diktatörlüğü döneminde kadın hakları için çalıştı ve aktif anlamda siyasetin içinde yer almamasına karşılık, her zaman siyasetle ve halkla içiçe oldu. İşçi sendikalarının örgütlenmesinde önemli rol üstlendi ve 1947 yılında kadınların oy verme hakkı elde etmesini sağladı. Fakir halka yiyecek, para ve ilaç yardımında bulundu, çocuklar için de yardım kampanyaları düzenledi.

Evita Peron, 26 Temmuz 1952’de 33 yaşında kanserden öldü. Peron'un iktidardan düşmesinden sonra gömüldüğü yerden çıkartılan cesedi 16 yıl saklandıktan sonra önce eşinin yanına, sonra da aile mezarlığına defnedildi. Madonna’nın ünlü şarkılarından olan "Don't Cry for me Argentina!” onun için bestelendi.
 
yasba
Forum Ustası
gerçekten güzel ve etkileyici bir çalışma olmuş ellerinize sağlık .. ilerleyen zamanlarda bende paylaşımda bulunmak isterim
 
MuRaTTK
Co-Admin
Site Yetkilisi
Zheng He



Hayatı​


Modern Yunnan Eyaletinde 1371'de doğmuştur. Hui etnik kökenli Zheng He'nın asıl ismi Ma Sanbao (馬 三保) idi. İslamı benimsemiş Semur sınıfındandı. Yunnan'ın ünlü valisi, bugünkü Özbekistan sınırları içindeki Buhara'dan Seyyid Eclel Şems el-Din Ömer'in altıncı kuşaktan torunudur. Soyismi olan "Ma" Şems el-Din'in beşinci oğlu Masuh'dan gelmektedir. Hem babası Mir Tekin hem de dedesi Keramettin Mekke'ye hac yapmaya gitmiştir; onların bu uzak yerlere yaptıkları seyahatlerine dair anılarını dinlemiş olduğuna şüphe yoktur.

Zheng He daha küçükken, 1382 senesinde Moğol Yuan Hanedanlığı egemenliğindeki Yunnan Ming Hanedanlığı tarafından işgal edilmiştir. Tutsak alınıp, o dönemdeki diğer çocuk tutsaklara yapıldığı gibi, hadım edilmiş ve İmparatorluğun hizmetlilerinden birisi olmuştur. Nanjing Taixue'de (Merkezi İmparatorluk Koleji) eğitim görür, prens Zhu Di'nin hizmetinde görevlendirilir. Zhu Di'nin 1402 senesinde Yonglo İmparatoru olmasıyla sonuçlanan İmparator Jianwen'e karşı yapılan Yonglo ayaklanmasında önemli bir başarı yakalamıştır. Bu dönemdeki askeri başarılarından ötürü Zhu Di tarafından Zheng He ismi verilmiştir. Başarıları onu amiralliğe yükseltti.

Zheng 15. yüzyılda Malakka'ya seyahat etmiştir. 15. yüzyılın ortalarında Çin İmparatoru tarafından bir Çinli prenses, Hang Li Po (veya Hang Liu) Malakka Sultanı, Sultan Mansur Şah ile evlendirilmek üzere Malakka'ya gönderilmiştir. Prensesin beraberinde gelen yüzlerce kişi Malakka'da Bukit Cina'ya yerleşmiştir. Bu kişilerin soyundan gelenler bugün Peranakan olarak adlandırılmaktadır.

1424'te Yonglo İmparatoru öldü. Ardından imparator olan İmparator Hongxi tahtta sadece bir yıl kalabilmiştir. Zheng He İmparator Xuande'nin tahtta olduğu dönemde bir sefer daha yapmıştır. Fakat bundan sonra Çin hazine filosu sonlanmıştır. Zheng He hazine filosunun son yolculuğunda vefat etmiştir. Her ne kadar Çin'de bir mezarı olsa da bu mezar boştur, diğer ünlü amiraller gibi denize gömülmüştür.



Seyahatleri

Zeng He'nın seyahatlerinden genellikle Batı Okyanusu seyahatleri olarak söz edilmiştir. Batı Okyanusu ile kastedilen Zeng He'nın Asya ve Afrika'da keşfettiği yerlerdir. Bunlara şunlar dahildir:

Sumatra,
Malakka,
Java Adası,
Seylan,
Hindistan,
Amerika kıtaları (kanıtlanmamıştır),
İran,
İran körfezi,
Arabistan,
Kızıldeniz - Mısır'a kadar kuzeyi,
Afrika - Mozambik Kanalı'na kadar güneyi,
Tayvan (yedi kez).


Seyahatlerinin sayısı ayrıştırmanın yapıldığı metoda göre değişiklik gösterir, fakat Batı Okyanusuna filosuyla birlikte en az yedi kez seyahat etmiştir. Çin'e otuzdan fazla krallıktan ganimet ve temsilci ile dönmüştür. Bunların arasında İmparatora bizzat özrünü sunmak için gelen Seylan Kralı Alagonakkara da vardır.

Zheng'ın gemilerinden bazılarının Ümit Burnunun ötesine seyahat ettiğine dair spekülasyonlar mevcuttur. Özellikle Venedikli rahip ve haritacı (kartograf) Fra Mauro 1457 Fra Mauro haritasında 1420 yılında "Hindistan'dan gelen - büyük bir - jungun" Atlantik Okyanusu'nun içine doğru 2000 mil ilerlediğini belirmiştir.

Seferleri, kayıtları, haritaları bazı diğer Antik dünya haritalarının kaynağıdır. Bu haritalarda, örneğin Fra Mauro haritası veya De Virga dünya haritası, (gizemli bir şekilde) Amerika kıtaları, Antarktika ve Afrika'nın burnu gibi yerler (Avrupalı) resmi keşiflerinden önce gözükmektedir.



Filolar

Çin kaynaklarına göre Zheng He 300'den fazla gemiden oluşan 7 filoyu kumanda etmekteydi. Toplamda komutasında yaklaşık 30.000 adamı vardı.

1405 seferinde 317 gemi ve 27.800 adam vardı. Filolarda farklı birçok tipte gemi bulunurdu. Örneğin kumandan ve yardımcılarını barındıran, 9 direkli, yaklaşık 120 m uzunluğunda ve 50 m genişliğinde olan Hazine gemileri bulunurdu.

1412 ve 1421'de yaptığı diğer iki seferdeki filolar da yaklaşık büyüklükteydi.

Dönemin Çin gemilerinin devasa özellikleri Doğu'ya seyahat etmiş seyyahlarca da doğrulanmıştır; İbn Battuta ve Marco Polo gibi.



Kültürel Yankılar

Zheng He'nın devasa filoları ve yaptığı başarılı seferler gerek dönemin gerekse daha sonraki dönemlerin kültüründe yer etmiştir.

Kim Stanley Robinson'ın The Years of Rice and Salt isimli alternatif tarih romanında Zheng bir karakter olarak bulunur.

Bazı tarihçiler tarafından ve yakın zamanlarda hazırlanmış bir National Geographic makalesinde Denizci Sinbad efsanesinin ve Bin Bir Gece Masalları'nda bulunan Denizci Sinbad'ın Yedi Seyahati masalının kaynağının Zheng olduğu ortaya atılmıştır.
 
Rog
Cool Üye

İngilizler, onu Atlantik'teki St. Helena Adası'na götürdüler. Napolyon, son yıllarını bu küçük adada geçirdi ve anılarını yazdırdı. Napolyon, 5 Mayıs 1821'de öldü, ancak cenazesi 1840 yılında Paris'e getirilebildi ve İnvalides'e gömüldü. Napolyon'un uşağı tarafından zehirlendiğini ileri sürenler vardır.
Aslında bir eklemede bulunmak isterim, Napolyonun o adadaki en güvendiği İNSAN hemde yakın arkadaşı tarafından siyanürle zehirlendiği kanıtlandı (yavaş yavaş şarabına katılmış, yavaş zehirlenme sonucu hasta olmuş sonrada ölmüş nedeni açıklanamamıştır) , bunun ilgili belgesel bilem var.:)
kanıtı napolyonun saç örneğinden alınan bir testle, yüksek miktarda siyanür görülmüştür, saygılar, güzel çalışma..
 
Üst