Tarihi Gizemler

ESTERGON
Genel Moderator
Maya Uygarlığı'nın Çöküşü (1.Bölüm)

Maya Uygarlığı'nın Çöküşü (1.Bölüm)



İnsan tasarımlarının dağıtılması işte böyle oldu. insanlar devrildiler, yerlerde sürtündüler. Yüzleri ve ağızları paramparça edildi. POPOL VUH, 16. YÜZYIL



Zaman: 900 yılları
Mekân: Orta Amerika'nın Güney Maya Ovası

Mezoamerika'nın eski Mayalar'ı, bütün Amerikan uygarlıklarının en gösterişlisi ve uzun ömürlüsüydü. Bir zamanlar mütevazı köy çiftçileri olan Mayalar tropik ülkelerini güçlü lordlar tarafından yönetilen site-devletlere dönüştürmüşlerdi.

İsa'dan önceki son birkaç yüzyılla 900 yılı arasında Maya uygarlığı Meksika'nın güney ovaları ile Guatemala ve Honduras'ta gelişmişti. Copan, Palenque ve Tikal gibi saldırgan site-devletler büyük hanedanların yönetimindeydi ve bunlar yönetici ve şaman, insanlar, atalar ve tanrılar arasında aracılar olarak hüküm sürüyorlardı. Bu insanlar kendilerini Dünya Ağaçları, insanların manevi dünya ile iletişim kurabildiği araçlar olarak görmekteydiler.


Maya Seramiği

Bir Maya lordu laik bir hükümdardan çok daha fazla bir şeydi. Ailesine ve küçüklü büyüklü topluluklara krallık kutsal bağıyla ve onun atalara soy bağlarıyla bağlı olan Maya yaşamıydı. Mayalar için talihsiz olan, benimsedikleri bu krallık türünün çevre koşulları göze alındığında sürdürülemez olan bir tarımsal ekonomiye dayanıyor olmasıydı.

800 yılı civarında Güney Maya Uygarlığı aniden çöküverdi. Bölgenin büyük tören merkezleri terk edildi, çok geniş bir alan bir daha asla dönülmemek üzere boşaltıldı. 25.000 ile 80.000 nüfuslu (tahminler farklıdır) bir kent olan Tikal bu rakamın üçte birine düştü. Sağ kalanlar büyük piramitlerin ve sarayların yıkıntıları arasına sığınıp eski yaşantılarının hiç olmazsa bir derece benzerini sürdürmeye çalıştılar. Ancak aradan birkaç kuşak geçince bunlar da gittiler.

Araştırmacılar Maya uygarlığının çöküşü konusunda çok uzun zamandır kafa yormakta ve bunu ekolojik değişim, toplumsal karışıklık, siyasal devrim ve savaş gibi nedenlere bağlamaya çalışmaktadırlar. Son zamanların palaeoklimatik bulgular, baş nedenlerden birinin kuraklık olduğunu ortaya çıkarmışsa da, bu geçmişin en büyük muammalarından biri olarak kalmakta devam etmektedir.

Maya çöküşünü araştırmış olan herkes bunun ekolojik, siyasal ve toplumsal unsurların birleşiminden kaynaklandığını kabul etmektedir. 800 yılına gelindiğinde güney ovalarının nüfus sıklığı kilometre kare başına 200 kişi gibi öyle bir rakama erişmişti ki, aç çiftçilerin gidebilecekleri boş arazi kalmamıştı. Çöküş geldiğinde Maya tarımsal üretimi artık sınırlarına varmış, insanları kuraklıktan ağır zarar görecek bir halde bırakmıştı. Yeni bir kuramlar kuşağı, suçu kısa vadeli iklim değişikliğine bağlamaktadır.


Tikal, Maya site-devletlerinin en büyüğü olup stratejik ticaret yollarının ortasında yer alıyordu. Bu güçlü tören merkezi 800 yılından sonra hızla gerilemiştir.


MAYA TARIMCILIĞI

Maya ovaları verimli Nil Vadisi'ne de, Peru'daki yoğun bir sulamaya sahip Moche Ülkesi'ne benzemez. Peten-Yukatan yarımadası drenajı zayıf ve pek az sürekli akarsuyu olan kireçtaşından büyük bir kıta sahanlığıdır. Sıcak ve rutubetli ovalarda yağmurlar düzensizdir, eski çağlardan bu yana var olan sık ormanlar Mayalar tarafından kesilerek tarım arazisi açılmıştır.

Bugün görülen yeşillik yeniden ağaçlandırılmış alanlardır. Bu acımasız çevre koşullarında toprak verimsizdir ve ancak ormanlar yakılarak tarım yapılabilir. Milpa adı verilen bu temizlenmiş arazi iki yıllık verime sahipti ve yedi yıl nadasa bırakılırdı. Bu tarlalar değil bir kenti, bir köyler topluluğunu bile beslemeyeceğinden Mayalar bataklıkları kurutmuşlar, tarım açısından işe yaramaz toprakları çok üretken tarlalara dönüştürmüşlerdi.

Ama ancak bol miktarda yeraltı suyu olduğu sürece bu tarım devam edebiliyordu. Ayrıca tepe yamaçlarında teraslar kurmuşlar, her karış topraktan mümkün olan en çok verimi elde etmeye çalışmışlardı.


Çöküşten çok önce Mayalar'ın tarımsal üretimi sınır noktalarına varmak üzereydi. Kısa vadede bu yoğun tarımcılık giderek genişleyen yönetici ve soylu sınıfın üretim ve mahsulü vergi yoluyla yakından kontrol ettikleri dönemde yerel düzeyde başarılı olmuştu. Ama büyük çaplı sulama işletmelerinin standardizasyonu mümkün kıldığı Mısırlılar ya da Mocheler gibi, geniş alanlarda tarımsal üretimi standart bir hale getirememişlerdi.

Maya ekolojisi çok değişikti, hassas ve çok çabuk tükenen tropik topraklara ve düzensiz yağışlara sahipti. Toprağın verimim kaybettiği ve tufanı andıran yağmurların açılmış arazinin üst tabakasını alıp götürdüğü bir dönemde çiftçiler, efendilerinin giderek artan ürün talepleriyle karşı karşıyaydılar. Büyük bir kuraklık döngüsü son darbeyi indirecekti.


Tulum'daki bu küçük Maya kenti Kuzey Yukatan'daki Karayip kıyılarında alçak bir tepe üzerine kurulmuştur. Maya uygarlığı İspanyol fethine kadar kuzey ovalarında ayakta kalmış, hatta gelişmiştir.


KURAKLIKLAR

Bölgenin göllerinin dibinde biriken tortu tabakalarından değişen iklim koşullan kesin olarak tespit edilmektedir. Yukatan'da Chichancanab Gölü ilk olarak İÖ 6200 yılı civarında, Karayipler deniz düzeyi ve yerel yeraltı suları yükseldiği zaman dolmuştu.

Gölün tortularından alınan örnekler koşulların İÖ 1000 yılına kadar nisbeten yağışlı devam ettiğini, iklimin ondan sonra kurumaya başladığını göstermektedir. Kuruma devam ederek 800 ile 1000 yılları arasında doruk noktasına -yani Maya çöküşü zamanına- erişmiştir, iki yüzyıllık bu dönem son 8000 yılın en kurak geçen iki yüzyılıydı.

Quintana Roo bölgesinde Punta Laguna Gölü tortu tabakalarını öyle hızlı biriktirmiştir ki, delgiyle alınan örnekler yağışlı ve kurak yılları bir ağaç halkası kadar hassas olarak vermektedir. 585 yılında sık ve şiddetli kuraklık dönemleri olmuştur ve bu Andlar'da Quelccaya buzuluyla belirlenen ve Moche Uygarlığı'nı etkileyen büyük kuraklığın zamanına denk düşmektedir.

Bu kuraklık Maya yaşamında bazı aksaklıklara neden olmuş, ama ardından iki yüzyıllık bol yağmurla hızlı bir büyüme yaşanmıştır. Sonra 725 ile 1020 yılları arasında bölge yine uzun bir kuraklık dönemine girilmiş, bu da 862 ile 986 yılları arasında doruk noktasına erişmiştir. Kuraklık 1020 yılında aniden sona ermiştir. Ve göl yüz yıl içinde 8000 yılın en yağışlı koşullarını yaşamıştır.


(Solda) Mayalar üstün zanaatkarlar ve sanatkârlardı. Bu yeşim taşından, Mısır Tanrısı'nın başını taşıyan vazo, Tikal'da Geç Klasik dönem bir mezardan çıkarılmıştır. (Sağda) Popol Vuh'ta kayıtlı olduğuna göre Kahraman İkiz Hunaphu, Maya yaratılış efsanelerinde yer alır. Babası Mısır Tanrısı'nın hiyeroglifi, bir çanağın çevresinde görülüyor. Maya efsanelerine göre insan mısırdan yaratılmıştı ve mısır Mayalılar için çok önemliydi.
 
ESTERGON
Genel Moderator
Maya Uygarlığı'nın Çöküşü (2.Bölüm)

Maya Uygarlığı'nın Çöküşü (2.Bölüm)


ÇÖKÜŞ

8. ve 9. yüzyıl kuraklıkları başladığında Maya Uygarlığı zaten giderek artan bir baskı altındaydı. Hızla büyüyen kentlerde soyluların sayısı çok fazlaydı ve bunlar ayrı hiziplere bölünüp parçalanmışlardı. Çok uzaklardan gıda maddeleri ithal ediliyordu.

Askeri üstünlük ve prestij rekabeti halk üzerinde büyük baskılar yaratmaktaydı. Kuraklıklar artık bardağı taşıran son damla oldu. Ürün azaldıkça gelirler de hızla düşmeye başladı. Güçlü lordlar huzursuz ve aç toplum karşısında dünyevi ve manevi güçlerinin azaldığını görmeye başladılar.

Kuraklık ve bunun çevre koşullarında yarattığı hasarla hiçbir hükümdar başa çıkamazdı. Binlerce kişi açlıktan ölürken, kalanlar büyük kentleri terk ederek küçük yerleşim birimlerine dağıldılar. Copan kenti hinterlandında yapılan araştırmalar bu nüfus azalmasını göstermektedir.

700 ile 850 yılları arasında kentte ya da kent yakınlarında 20 ile 25000 kişi yaşıyordu ve nüfus her 80-100 yılda bir kat artıyordu. 850 yılından sonra kent, nüfusunun yarısını kaybederken, kırsal nüfus yaklaşık yüzde 20 arttı. 1150'den sonra ise Copan Vadisi'nin nüfusu yalnızca 2000-5000'di.


Guatemala da Maya Tapınağı

Çöküş sıkıntısız ve savaşsız olmadı. Bir örnek vermek gerekirse, 645 yılında günümüz Kuzey Guatemala'sındaki Dos Pilas hükümdarları topraklarını genişletmek için askeri harekâta geçtiler. Dos Pilas, 761 yılına kadar zengin bir ticaret merkezi oldu. Ancak bu tarih geldiğinde hükümdarlar artık aşırıya kaçmaya başlamışlardı.

Yakınlardaki Tamarinditolar bir zamanların bu güçlü komşusuna saldırarak hükümdarını öldürdüler. Kalan soylular kaçıp Aguateca tepesinde gayet iyi tahkim edilmiş bir merkez kurdular. Burada sürekli saldırılara rağmen yarım yüzyıl daha direndiler ama sonra yoğun savaşlar sonunda oradan çeşitli yerlere dağıldılar.

Yine savunma önlemleri aldıkları bu yerlerde işleyecek yalnızca kurak topraklan olduğundan elde edilen ürün de sürekli düşüş göstermiş olmalıydı. Sağ kalan Aguatecalılar son bir direnişle Petexbatun Gölü'ndeki yarımadada üç derin hendek kazarak kendilerine bir ada kale yaptılar. Ancak burası da 800'lerin kuraklığı sırasında terk edildi.

Uzun kuraklık dönemlerinin etkileri Maya dünyasına dalga dalga yayıldı. Güney ovaları uygarlığı hemen hemen tümüyle çöktü ve Maya yaşamının merkezi yeraltı sularının yüzeye daha yakın olduğu Kuzey Yucatân'a kaydı. Güneyde kuraklık ve isyancı halk nedeniyle krallık sendeledi. Maya site-devletlerinin o karmaşık yapısı birkaç kuşak içinde iskambil kâğıdından yapılmış gibi yıkıldı.




Metinde sözü edilen bellibaşlı merkez ve mekânları gösteren Maya haritası.


Günümüz Honduras'ında Mayalar'ın Copan kentinin Tatiana Proskouriakoff tarafından canlandırılmış resmi. Arkeologlar mekânın mimari tarihini çözebilmişler ve kent ile çevresinde yapılan araştırmalar, nüfusun 8 ila 9. yüzyıllarda çöküşünü belgelemiştir.


Maya Takvimi
 
ESTERGON
Genel Moderator
Veba ve Kediler


Kediler İçin Kara Bir Gün
1300'lerde Avrupa


'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı. Kurbanların şikayetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu.

Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar. Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı


Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.


Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu. Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.
 
ESTERGON
Genel Moderator
9 Bin Yıllık Süslü İnsan Kafatasları



9 Bin Yıllık Süslü İnsan Kafatasları


Suriye'de yapılan kazılarda çeşitli yöntemlerle süslenmiş insan kafataslarının bulunması bilim adamlarını hayrete düşürdü.

Başkent Şam'ın yakınlarında yer alan Tel Esvad bölgesindeki Fransız-Suriye arkeoloji ekbinin ortak kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan insan kafatasalarının, 9000 yıl öncesine ait olduğu kaydedildi.

Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkarılan süslü insan kafataslarının fotoğrafları dün Suriye Arap Haber Ajansı (SANA) tarafından servise konularak uluslararası ajanslar aracılığıyla dünyaya aktarıldı.

Suriye-Fransız ortak ekibinin ortaya çıkardığı kafataslarının bu yıl içinde bulunan 'son derece önemli' bir keşif olduğu nitelendirildi.
 
ESTERGON
Genel Moderator
Ölümsüz Kont Saint Germain (1.Bölüm)



Saint Germain

Gizemlerin adamı;Bilinmeyen bir gizem örgütünün dünya temsilcisi;

Öyle bir adam düşünün ki, yüzyıllardır yaşıyor olsun, 300 yıl boyunca Avrupa Sarayları´nda tanınsın ve el üstünde tutulsun. Büyücü, simyacı, kaşif, milyarder, tıp adamı ve inanılmaz bir müzisyen; hatta Çaykovski onun bestelerini çalmıştı. İşte Kont St. Germain buydu ama böyle biri gerçekten yaşadı mı? Kaynaklar bunu kesinlikle gösteriyor. Kimdi bu garip adam? Gizemlerin adamı; Francis Bacon, Valentine Andres, The Polish Rider (Polonyalı Süvari), Prince Rakoczy, Sinyor Gualdi, Kont Saint Germain gibi isimlerin yanısıra, İngiltere Krallığı’nın gerçek varisi Francis Tudor olduğunu ve gerçek soyunu saklamak için kullandı. Bacon-Shakeaspeare ve Kont St. Germain üçlüsü tek kişi miydi?


Shakeaspeare


Kont St. Germain´ın tüm geleneksel biyografi yazarlarını şaşırtan bir yaşamı vardır; yazılan en sempatik kitap “The Com te de St. Germain-Kralların Sırrı”dır. Yazarı ise dinbilimci I.Cooper Oakley’dir. Kitapta, Kont St. Germain bir kadının gözüyle anlatılır. Kont´un gizemi tarihçi Bentick Van Rhoon’un şaşırtıcı notlarından yararlanılarak anlatılmış. 18 Nisan 1760 tarihli notlarda şöyle yazıyor: “Onun kim olduğunu kimse bilmiyordu. İngiltere gibi bir ülkede bu tuhaflık beni şaşırtmazdı çünkü bu gizemi çözecek bir istihbarat örgütü yoktu, fakat beni asıl şaşırtan Fransa gibi bir ülkede bile sırrın çözülememesiydi.”


Andrew Lang

Andrew Lang’ın, “ Tarihsel Gizemler” adlı kitabına bir göz atalım; “Resmi dökümanarda onun izine rastlamadım ama bir yerlerde böyle belgeler olduğu söyleniyor. Kont, 18. Yüzyıl´da ki bir çok biyografi yazarının ele geçirmek istediği bir kişilikti. Ama güvenilir devlet dökümanlarında onunla ilgili bir ize rastlamak için şansınıza güveniyorsanız, bunun büyük bir hata olduğunu anlarsınız”


III.Napoleon

Fransa İmparatoru III.Napoleon da Kont Saint Germain’in sırlarını merak etmişti. Kütüphanecilerine,18. Yüzyıl sonlarıyla ilgili arşiv ve dökümanları araştırıp toplamasını emretti. Sonunda, koca bir dosyayı dolduraçak kadar belge toplanmıştı. Fakat Fransa-Prusya savaşında ve halk ayaklanmasında toplanan belgelerin bulunduğu bina yandı. Yazar Magre, “Magi’nin Dönüşü” adlı kitabında; “Bu yine kaza olarak nitelenen bir ilahi adalet örneği çünkü dünyada bazı şeyler gizli kalmalı” diyordu


Cooper Oakley


Elli yıl sonra, yine 45 yaşındaydı...



Gustav Berthold Volz

Gustav Berthold Volz’un 19 ve 20. Yüzyıllar´ı inceleyen yol gösterici araştırmasından sonra, Kont Saint Germain, “7 yıl savaşlarının Tarihçesi” adlı kitapta 18. Yüzyıl’ın en gizemli adamı olarak nitelendiriliyor.


Grillot de Givry

Grillot de Givry’nin “Cadılık, Büyü ve Simya” adlı kitabında söylediği gibi Mrs Cooper Oakley, Kont Saint Germain’in hala hayatta olduğunu iddia ediyor ve bu iddiasını kanıtlayacak belgeleri arıyor. Fransız Ulusal Kayıt Ofisi, Yabancı Olayları Araştırma Fransız Ofisi, Berlin’deki Alman Saray Arşivi, Viyana Saray ve Devlet Arşivi ve Kopenhag Devlet Arşivi, Cooper Oakley’in iz sürdüğü mekanlar. Genel bilgilere göre, Kont Saint Germain, doğumu ve kökeni yüzünden kendini saklamak zorunda kalmıştı. Transilvanya prensi Rakoczy’nin en büyük oğlu olduğu iddiaları vardır.


Paris’te “Saint Germain”, Londra’da “Kara Haç Markisi”, Ubergen’de “Kont Surmount”, İtalya’da “Kont Bellamore”, Venedik’te “Montferrat Markisi”, Pizza’da “Schoening Şovalyesi”, Cenova’da “General Soltikov” ve Murenberg’de Rus Hükümeti tarafından verilen onur payesini taşıyan “Başarılı General” onun bilinen bazı kişilikleriydi. Rus Savaşı’nda askerlere verdiği bir içecek yüzünden içeceğe “Saint Germain Çayı” adı verildi, çayın adı, ileride “Rus Çayı” olacaktı. Bu bitkisel karışım her derde deva bir içecekti.

Kont Saint Germain, bazen de Rakoczy adının harfleriyle oynayarak "Tzaragy" adını kullanıyordu. Bu da kullandığı birçok isimden biriydi. Saint Germain Kontu, ilk kez 1710’da Venedik’te görüldü. Daha sonra Fransız Sefiresi Madam de Gergy onu 45 yaşlarında bir adam olarak tanıdı ve 50 yıl sonra Paris’te karşılaştıklarında sanki hiç yaşlanmamış gibiydi. Sanki Saint Germain Kontu’nun oğluydu. Madam de Gergy’e göre gençliğinin sebebi kullandığı bitkisel bir gençlik iksiriydi. İlk karşılaşmalarında bu iksirden ona da vermişti. Aşağıda göreceğiniz gibi Madam de Gergy de gençliğini korumuş oldu.

Kont Saint Germain ilk kez görüldüğü Venedik’ten döndüğünde onu kimse bilmiyordu. Ama Jenning’in “Rosicrucians-Gül Haç, Ayinleri ve Gizemleri” adlı kitabında onunla ilgili atıflar vardır. Burada Kont Saint Germain’e çok benzer bir kişinin tarifi vardı. Verilen tarih ilk görüldüğü yıldan 23 yıl öncesiydi yani, yıl 1687´idi. Bu kişi Sinyor Gualdi adını kullanıyordu, yıllar sonra işi ve uyruğu araştırıldığında şehri çoktan terk etmişti, tıpkı Saint Germain Kontu gibi. Gualdi, bir sanat uzmanıydı ve seçkin parçalardan oluşan bir koleksiyonu vardı. Manly Hall ve yandaşları bu tuhaf “Sinyor”un Kont Saint Germain olmasından kuşkulanıyorlardı.
 
- Yönetici düzenlemesi: :
ESTERGON
Genel Moderator
Ölümsüz Kont Saint Germain (2.Bölüm)




Polish Rider

Başka bir yerde “Polish Rider” adıyla tanınan kişi için de aynı izi sürebiliriz. Bu kaynakta iddia edildiğine göre, 1624’te ünlü bilge Francis Bacon olarak resmen öldükten 46 yıl sonra 1670’te, Abbe Monfaucon de Villars’a Gül-Haçlar´ı (Masonların ve okültistlerin ünlü gizem örgütü) anlatan bazı notlar vermişti. Bu notlar “Comte de Gabalis” başlığıyla basıldı. Ancak bir dahi onun özgün yazı stilini taklit edebilirdi. Ama bu çok zor bir ihtimal olduğuna göre bu kişi Kont Saint Germain olmalıydı.



Her taşın altında o vardı;

İngiltere´deki özel müzesinde kendi el yazısıyla yazılmış bir mektup vardır. Mektup onun 22 kasım 1735’te Hauge Morin’de Baron von Gleichen’in sekreterliğini yapmış olduğunu ve Hollanda’da 1739’da karşılaştıklarını ispatlıyor.


Horace Walpole


Charles Edward

9 Aralık 1745’te Horace Walpole isimli bir kişi Kont Saint Germain’le konuşurken onun iki yıldır Londra’da olduğunu söylediğini anlatıyor. Bu tarih Charles Edward ayaklanmasına rastlıyor ve St. Germain Kontu olduğuna inanılan genç bir isyancı, bir süre şüphe altında kaldı ve tutuklandı. Ama daha sonra masum olduğu anlaşıldı. Bu olayla ilgili olarak Walpole, bir mektupta şöyle yazıyor: “Geçen gün tuhaf bir adamı tutukladılar. Kont St. Germain adında birisiydi. İki yıldır buralarda, hiçbir zaman adını ya da nereli olduğunu söylemiyor. Ama bilinen bir şey varsa, gerçek isminin Kont St. Germain olmadığı. Çok iyi şarkı söylüyor, inanılmaz bir şekilde keman çalıyor, besteler yapıyor ve onun çılgın biri olduğu düşünülüyor. Aslında çok duyarlı ve hassas. İngiltere Prensi bile onu merak ediyor ama çok kibirli biri.”


Bulwer Lytton

İngiltere’de St. Germain, ünlü yazar Bulwer Lytton ile arkadaştı. Yazarın bir Rosicrucian olduğu düşünülüyordu. Ünlü kitabı “Zazani” nin baş karakteri Kont St. Germain’di. Kitapta bu gizemli adam bir Rosicrucian ve simyacı olarak nitelendiriliyordu. Ayrıca gizli bir yaşam sürdüğü de belirtilmişti.
Kont St. Germain’nin kendi beyanlarından 1745 yılında iki kez Hindistan’da bulunduğunu anlıyoruz ve 1773’te yazılmış diğer mektuplardan anlaşılıyor ki; 1755’te tekrar Hindistan’da bulunmuş. Aynı mektupta bir de oğlu olduğundan bahsediyor. Çocuğun Bacon’un oğlu olduğu ve Amerika’nın kolonileşmesinde (Virginia Eyaleti´nin ilk yıllarında) büyük rol oynadığı tahmin ediliyor. Bu konuda daha birçok söylenti var. Hatta Kont St. Germain’in bu olaylardan sonra Himalaya’lara çekildiği iddiası da var. Dinlenmek için düzenli olarak geldiği Himalaya’larda yoga ile ilgilendiği ve yoga yaparken görüldüğü söyleniyor. 18 Yüzyıl boyunca nereden geldiği, kim olduğu ve soyu tüm Avrupa’da merak edildi.
Gizemlerin adamı hakkında E. M. Butter’in yazdığı “Magi Efsanesi” adlı kitapta şöyle yazıyor; “Böyle dikkat çekici bir şahsiyetin tanınmaktan kaçması bir meydan okumadır. Çağdaş bilgilerle bile ulaşılamayan bir kimlik aslında hükümsüz demektir. St. Germain, Rakoczy olduğunu söylediğinde de bu doğa kuralından yararlanmıştır. Gün doğmadan önce gizemini derinleştirdi. Çocukluğunu alevli renklerle tasvir diyor. Kendini inanılmaz bir manzara içinde betimliyor. Çok güzel bir havada şahane bahçelerde dolaştığını, Fas’ta Granada krallığının tek gerçek varisiymiş gibi anlatıyor. Kont St. Germain, öğretmenine çıktığı bir gezide başındaki taçla bir daha hiç göremeyeceği annesini son kez gördüğünü ve elinde bir bilezik olduğunu anlatmıştı. Kanıtlamak için de annesinin giysisinden bir parça getirmişti.


Kraliçe I.Elizabeth


Lady Bacon

(YAZARIN NOTU: Kraliyet soyundan geldiğini kanıtlamak için Kraliçe I. Elizabeth’in oğlu olduğunu söylüyor, “bir daha hiç
göremeyeceği anne” bunu simgeliyor. Daha sonra Lady Bacon onu kendi oğlu gibi yetiştirmiş. Kısaca kendini krallığın son varisi olarak tanımlamış ama ülkenin adını vermemiş.)

Genç yaşında Avrupa’nın büyük kısmını dolaşmıştı, Hindistan’da, İran’da, Türkiye’de, Japonya’da ve Çin’de bulunduğunu iddia etmişti. Gezilerinin adını vermediği bir yazar tarafından kaleme alındığını da söylüyordu. Ona inanmıyoruz ama gerçekten bu ülkeler hakkında öyle detaylar anlatıyor ki, herkes şaşırıyor. Onun güçlü ve etkili bir lider olduğuna inanılıyor. Çünkü, birçok farklı örgüt kurmuş, Bouillon Dükü’ne Paris’te iki yüzü aşkın insanın Dük’ün başkanlığında bir grupta toplanacağını söyledi. Paris’te 1785’te yapılacak Mason Konferansı’na da katılacağını söyledi. Ama bu ölümünden bir yıl sonraydı ve Kont toplantıya geldi”
 
- Yönetici düzenlemesi: :
m@rduk
Banned
estergon bu tip araştırmalar hep ilgimi çekmiştir.
hızlı bir şekilde başlıklara baktım.
çoğu bildiğim şeyler ama hafızamı tazelemek için,
akşam hepsini tek tek inceleyeceğim.
sende bilirsin dünya tarihi hristiyanların kurucuları tarafından 10 binlerce yıllık iskenderiye kütüphanesinin yakılması sonucunda 1000 li yıllardan sonra karanlık bir çağa girdi ve ne zaman rönesans oluştu işte o zaman geçmişin kırıntılarını tekrar arayıp bulmaya başladık.
bu da 20.nci yüzyılın son çeyreğinde hızlandı.
bu verdiğin belgeler umarım genç nesillerin ufkunu açmaya yardımcı olur.
 
ESTERGON
Genel Moderator
estergon bu tip araştırmalar hep ilgimi çekmiştir.
hızlı bir şekilde başlıklara baktım.
çoğu bildiğim şeyler ama hafızamı tazelemek için,
akşam hepsini tek tek inceleyeceğim.
sende bilirsin dünya tarihi hristiyanların kurucuları tarafından 10 binlerce yıllık iskenderiye kütüphanesinin yakılması sonucunda 1000 li yıllardan sonra karanlık bir çağa girdi ve ne zaman rönesans oluştu işte o zaman geçmişin kırıntılarını tekrar arayıp bulmaya başladık.
bu da 20.nci yüzyılın son çeyreğinde hızlandı.
bu verdiğin belgeler umarım genç nesillerin ufkunu açmaya yardımcı olur.

Çok haklısın, özellikle İskenderiye Kütüphanesi nin yakılması gibi olaylar,
Dünya tarihinin üzerine sis perdesi gibi çökmüştür.
Ama bu konu başlığından da anlaşılacağı gibi bilgi kırıntısı denilebilecek
ip uçlarından yola çıkılarak, biraz destanımsı, biraz hayal, biraz gerçeklerden
hareket edilerek sis perdeleri aralanmaya çalışılıyor.
Konuya gösterdiğin ilgi nedeniyle teşekkür ederim.
Kolay gelsin.
 
ESTERGON
Genel Moderator
Ölümsüz Kont Saint Germain (3.Bölüm)



Garip güçlere sahipti...



Çar Petro


Tüm 18 Yüzyıl boyunca St. Germain Kontu, Avrupa’da ve Doğu’da birçok ülkede daima saraylarda ve kralların, imparatorların, sultanların çevresinde görüldü. Büyük Çar Peter’ın hüküm sürdüğü zamanlarda Rusya’daydı ve ismen sözü ediliyordu. 1737’den 1742’ye kadar İran Şahı’nın onur konuğuydu. İran’dan Fransa’ya ve Calcutta’dan Roma’ya kadar her yerde kraliyet çevresinde saygın biri olarak tanınıyordu. Walpole’nin ona 1745’te, Londra’da, Clive’nin ise ona 1756’da Hindistan’da rastladığından bahsetmiştik. Madam D’Adhemar onun 1789’da Paris’te olduğunu iddia ediyordu. Bu tarih onun öldüğü zannedilen tarihten 5 yıl sonrasıydı. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir çok insan Kont Saint Germain’i 19 ve 20. Yüzyıllar´da gördüğünü de belirtiyordu.


Jean Jacques Rousseau

Avrupa soylularının çok yakından tanıdığı bir kişiydi ve çeşitli ülkelerdeki önemli insanların arkadaşıydı. Büyük Frederick, Voltaire, Madam de Pompadour, Jean Jacques Rousseau ve Chatham onun arkadaşlarıydılar. Hepsini şahsen tanıyordu ve hepsi ondan söz ettiler ve adamın gizemini merak ediyorlardı.

Una Birch, St. Germain’in hayatını konu alan “19. Yüzyıl”adlı kitabında şöyle diyor: “Londra’da bir Jacobite ajanı, St. Petersburg’da bir suikastçı, Paris’te simyacı ve sanat eksperi, Napoli’de bir Rus generali, Versailles’te müzisyen olarak karşımıza çıkıyor. Bunların tümü Kont St. Germain´di, Büyük Frederick’in Berlin’deki kütüphanesinden öğreniyoruz ki, İlluministlerle bağlantı kurarak, Ren nehrine yakın yerlerde örgüt toplantıları yapıyordu.”

1757’de St. Germain, Paris’te görüldü ve daha sonra Kraliyet tarafından kabul edildi. Birçok insan onun garip güçlere sahip olmasına ve durmadan kılık değiştirmesine şaşırıyordu.

Buttler, bu konuda şöyle yazıyor: “Kont, parlak bir konuşmacı ve araştırmacıydı. Çok fazla seyahat etmiş, çok okumuş, çok bilgili ve nezih biriydi. Mükemmel bir kişiliği vardı; alaycı ve sofistike bir tarzı vardı; iyi bir üne ve güce sahipti ve bunları kendine değer verilsin diye yapmıyordu. Üç yıl boyunca kendini saklayarak entrikacılardan ve kıskançlıklardan korunmayı başardı. Kurnazlığı ve Madam de Pompadour’un lütfuyla Kral´ın nezdinde itibarı tamdı. Doğal etki gücüyle ve inandırıcıyla zaferler kazanıyordu. 15. Louis’in kırılmış elmaslarından birini, bozmadan eskisinden üç kat daha değerli bir elmasa dönüştürdü.


15. Louis

St. Germain Kontu´nun bir büyücü olduğu çok söylenir. Ama bu iddia asla kanıtlanamadı ve St. Germain’in başarıları sır olarak kaldı, hala da öyle. 15. Louis zamanını özel bir laboratuarda geçirerek St. Germain’in sırrını çözmeye çalıştığı anlatılır. Birçok yeni buluşun ardında onun bulunduğu söyleniyordu, çok büyük bir para gücüne her zaman sahipti, herkes işin içinde büyük paralar döndüğünü biliyor ve ona hemen kanıyordu. Birçok mucit ve kaşifi Chambord Sarayı´na atadı. Böylece Kraliyet´e gelir sağladı. Kral, ona tapıyordu ama Kont St. Germain resmi bir kişiliğe asla sahip olmadı. Saray çevreleri ondan nefret ediyorlar ama vazgeçemiyorlardı çünkü muhakkak birinin bir derdine o çare bulmuştu veya buluyordu.



Duc de Choiseul


Rus Devrimi´nin ardında o vardı!

St. Germain Kontu bazen sarayda kralın özel işlerine bakan bir sırdaş veya resmi daireleri yönlendiren bir fikir babası, bazen bir bilim adamı, bazen de ebedi gençliğin sırlarını bilen bir büyücü ve politikayı etkileyen bir filozoftu. Fransız kabinesinin birçok üyesi, St. Germain’e devlet sorunlarını danışıyor ve tavsiyeler alıyordu. 1760´da Kont St. Germain güvenirliğini kanıtlamış biri olarak, Fransa-İngiltere ile ilişkilerini düzenliyordu. Kont´un bir diplomat ve üst düzey bürokat olarak yetenekleri 15. Louis’i çok etkilemişti. Kral ona deneylerini sürdürebilmesi için bir laboratuar ve Versailles’te bir oda verdi. Böylece Kont St. Germain, günlerini Kraliyet Ailesi´yle birlikte geçirmeye başladı. İngiltere ile savaş devam ederken barışı sağlamak için St. Germain biçilmiş kaftandı. Gizli bir diplomatik görev için Hague’ye gidebilir, İngiliz yetkililerle temasa geçip barışı sağlayabilirdi. Ama birden işler tersine döndü; görevi, zamanın Dış İlişkiler Bakanı Duc de Choiseul’e bildirmediği için ve Hauge’deki Fransız konsolosuna böyle bir bilgi ulaşmadığından St. Germain oraya gidip, Louis’in emirlerini bildirdiği zaman, yetkililer inanmayıp tutuklama emri çıkardılar ve zayıf yaradılışlı kral buna boyun eğdi. Fransız konsolosu D’Affrey, Kont St. Germain’in İngiltere’ye giriş yapmasına ya da başka ülkelere iltica etmesine izin vermedi ama Kont artık ortada yoktu. Yine Paris´de ortaya çıktı ama bu kez Saray´dan uzaktı. Sonra Almanya´da görüldü, İngiltere işinde kıskançlıktan dolayı başarılı olamamıştı ama 1761’de Almanya ve Avusturya arasında barışın sağlanmasınta başarılı oldu. Hatta Rusya’da diplomatik başarılara imza attı ve böylece 1764’de Çariçe Catherine’nin yakın çevresinde yer aldı. Peki acaba düşmanları onun için ne diyordu? St. Germain Kontu, çok eleştirildi. Örneğin, Danimarka’lı bürokrat Kont Charles Wernstedt şöyle yazıyordu; “Burada kötü ünlü bir maceraperest var; adı Kont St. Germain, gerçek bir şarlatan, bir aptal, bir geveze ve bir dolandırıcı, yıllardır onu görmeye alıştık. Kralımız onu tüm kalbiyle onurlandırıyor. Böylece gerçek kimliğini saklayabiliyor. Kim bu adam?"

Fransız bilim adamı Thiebault ise “Souvenirs” adlı kitabında Kont St. Germain’e daha bir sempatiyle yaklaşıyor. “Kont St. Germain gelmiş geçmiş en akıllı maceraperesttir. Yaptığı herşey onurludur ve her zaman dürüst olmuştur.” Kont´a hayran olan asil Kauderbach, ilk kez 4 Nisan 1760’da Kont Wackerbath’a şöyle diyordu: “St. Germain, bizlere öyle garip, öyle açık saçık hikayeler anlattı ki, onları herşeyden önce iğrenerek dinlersiniz. Ama etkileyici oldukları kesin. Bu adam 10 yaşındaki birini bile kandıramazken bizleri nasıl kandırsın? Ve ona sabrının sonuna gelmiş bir maceraperest olarak saygı duyuyorum, ama yine de sonu trajik bir biçimde gelmezse şaşıracağım.”


Kont Bernstorff

Danimarkalı bir politikacı olan Kont Bernstorff ise 1779’da yazdığı özel mektubunda şöyle diyordu: “Ne arkadaşıydım ne de ona hayrandım... Yargılarımı devreye soktum ama itiraf etmeliyim ki, daima gizemli, mantıksız işler yapan, devamlı isim değiştiren, bazen bir suçlu bazen de bir centilmen gibi davranan birine güvenemiyorum.”
 
- Yönetici düzenlemesi: :
ESTERGON
Genel Moderator
Ölümsüz Kont Saint Germain (4.Bölüm)



Dünyanın her yerinde ortaya çıktı...



Frederick


Voltaire

Ve büyük düşünür Voltaire biraz da alaylı bir şekilde arkadaşı Frederick’e Kont St. Germain hakkında şöyle yazmış, “Herşeyi bilen ve hiç ölmeyen biri.” Herhalde Frederick bu alaycı üslubu pek ciddiye almamıştı.

Dresden’deki Prusya büyük elçisi Alvensleben de, Frederick’e 25 Haziran 1777’de Kont St. Germain hakkında bir mektup yazıyordu; “Çok yetenekli ve çok zeki biri, ama kesinlikle adalet duygusundan yoksun. Ününü, en basit insanın bile yapabileceği dalkavuklukla kazanmış. Özellikle hitabet yeteneğiyle güzel sözler duymaya hazır birisini kolayca etkileyebilir. Tüm kişiliği, haddinden fazla kibirle örülmüş. Hikayeleriyle toplumu uyarmaya ve bilgilendirmeye çalışıyor. Ama sıra kendi fikirlerini empoze etmeye gelince güçsüzlüğü ortaya çıkıyor. Ama asıl acı olan, onu yalanlayacak kimsenin olmaması.”


Amiral Kont Danneskjold

Danimarkalı Amiral Kont Danneskjold, Amsterdam’dan 27 Nisan 1760’da St. Germain’e bir mektup yazmıştı; “Çok iyi biliyorum ki, Mösyö, dünyanın en iyi yöneticisiniz.” Öylesine çelişkiler vardı ki, takdirler, övgüler bir yanda, alay, küçümseme ve aşağılamalar öte yandaydı.

Rusya Büyük Elçisi Prens Golizyn 1 Nisan 1760’da Kauderback’a yazdığı mektupta şöyle bir ifadeye yer veriyordu; “Ben de tıpkı sizin gibi onun bir aptal olduğunu düşünüyorum.”

Alman Bürokrat ve devlet adamı Bentinck von Rhoon ise, St. Germain’i çok nazik ve başarılı bulurken beraberlikten zevk alıyordu. Çünkü Rhoon´a göre Kont, gerçekten zeki ve birikimliydi ve birçok ülke hakkında bilgi sahibiydi. Çok iyi bir eğitim almıştı, çok kibardı ve insanlar hakkında verdiği kararlar çok doğruydu.

Tarihçi Sypesteyn, “Tarihsel Anılar” adlı kitabında St. Germain Kontu´ndan söz etmiş; “St. Germain, gerçekten dikkat çekici biri. Tanındığı her yerde akılda kalıcı bir etki bırakıyor. Gerçekten de asil ve iyi yanları çok. Hiçbir kötü harekette ya da onursuz davranışta bulunmamış ve heryerde sempatiyle karşılanıyor.”


Çehov

Edebiyatın ölümsüz ismi Çehov, “Maça Kraliçesi” adlı yapıtında Saint Germain tarafından St Petersburg’da yazılmış bir büyü kitabına gönderme yapıyor. 18 Yüzyıl başlarında Saint Germain Kontu´nun, daha sonraları Rus Devrimi´nde büyük rol oynayan gizli direniş gruplarını kurduğu belirtiliyor. Tıpkı Mason örgütlerinin Fransız ve Amerikan devrimlerini etkilemesi gibi, bu örgütler de Rus Devrimi´nin kaderini etkilemişti. Ondan söz edenler, tanıyanlar, sevenler, sevmeyenler ama bunların tümü Kont St. Germain´ın kimliğini anlamaya yine de yeterli olmuyor.


Madam D’Adhemar

Kontes D’Adhemar “Marie Antionette’in Anıları” adlı kitabında Saint Germain’i tanımlıyor; “Herşey 1743 yılında çok zengin ve inanılmaz mücevherlere sahip bir yabancının Versailles’e geldiği dedikodusuyla başladı. Nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Görünüşü titiz ve şıktı. Elleri nazik ve zarif, ayakları biçimliydi. Biçimli bacaklarını herzaman şık çoraplar süslüyordu. Giysileri daima vücuduna oturuyor ve uyum gösteriyordu. Gülümserken dişlerinin berraklığı ve pırıltısı dikkat çekiyordu, yanağında şirin bir gamze vardı. Siyah saçları iyi kesimliydi. Ve o harika gözler... Hiç onunki gibi gözlere rastlamamıştım... 45 yaşlarında gözüküyordu. Her zaman Kraliyetin gözdesi oldu ve Kraliyetin ona karşı sınırsız hoşgörüsü 1768’de başlamıştı.”



Ressam, müzisyen ve şair ama ne?


Kont Saint Germain gününün önemli bilginlerinden biriydi. Tarihçilerin onu gözardı etmesi bile halk arasında mitolojik bir figür haline gelmesini engelleyemedi. Onun diller hakkındaki bilgisi hem modern dilleri hem de eskileri kapsıyordu. Almanca, İngilizce, İtalyanca, Portekizce, İspanyolca, Fransızca, Yunanca, Latince, Sanskritçe, Arapça ve Çince konuşabiliyordu. Üstelik bu dilleri anadili gibi düzgün bir aksanla konuşuyordu, çok iyi bir müzisyen, iyi bir kimyacı ve bir dahi olduğu söyleniyordu.


Madam de Pompadour

Fransa´nın tarihi simgesi Madam de Pompadour ise Saint Germain’i şöyle övüyor: “Modern ve eski tüm dilleri harika konuşuyordu. Harika bir belleği vardı, her alanda konuşmasını sağlayan etkileyici bir bilgi birikimine sahipti, onu iyi bir konuşmacı yapan insanları tanıma yeteneğiydi. Bazen krallar ve prensler hakkında hikayeler anlatırdı. Öyle bir üslup kullanırdı ki, her detay bir illüzyon gibi gözünüzde canlanır, gerçekmişçesine etkilerdi. Bütün dünyayı dolaşmıştı ve Kral onun maceralarını dinlemeye bayılıyordu. Asya, Afrika hatta Rusya, Türkiye ve Avusturalya hakkında öyküler anlatırdı. Üstelik tüm bunlar Kralı ve dinleyenleri derinden etkilerdi.”
 
- Yönetici düzenlemesi: :
yasba
Forum Ustası
Enteresan ,tarihte sadece Lokman Hekimin(7 kartal ömrü yaşadığı söylenir) ölümsüzlüğü bulduğu ve onu bir suya düşürdüğü şeklinde efsaneler duymuştum . Bu olayda bana biraz efsane gibi geldi . Tabi buradan sadece bu şekilde yorumlar yapabiliyoruz elimizden başka birşey gelmiyor ne yazıkki .
 
ESTERGON
Genel Moderator
Ölümsüz Kont Saint Germain (5. Bölüm)


İşin bir de İngiltere yönüne bakalım;



Francis Bacon

Saint Germain Kontu, bazen Francis Bacon olarak, Kraliçe Elizabeth’in oğlu gibi, bazen de Kral James’in sağ kolu olarak çoğu zamanını Kraliyetle birlikte geçirmişti. Shakespeare’in oyunlarındaki gibi kılıktan kılığa girerek 18 Yüzyıl´ın Avrupa soylularını etkilemeyi başardı. Belki de Bacon-Kont St. Germain-Shakeaspeare üçlemesi oydu. Böylece kendini yormadan içinden gelen bir yetenekle önce Kralı etkiledi sonrada tüm Avrupalı asillere kendini kabul ettirdi. Bunun asıl nedeni iddia edildiği gibi Kraliyetin kanını taşıyor olması mıydı? Belki de, Cooper Oakley’in biyografisinde Kont St. Germain’i tanımlarken “Kralların Sırrı” tamlamasını kullanmasının nedeni buydu. Aşağıda St. Germain’in görünüşü benzer ifadelerle açıklanıyor: St. Germain bir medyum kadar hassas bir ruha ve kibar davranışlara sahipti. Görünüşü güzeldi, cildi esmer, saçları siyahtı. Yüz hatları asildi, zekasını ve dehasını gösteren bir ifadesi vardı. Sadece büyük ve önemli insanlara özgü bir edası vardı, giysileri basit ama şıktı. Lüksü çok sayıda elmaslardan ibaretti. Bunlar iyi gizlenmişlerdi fakat her parmağına yüzük takardı. Saati elmaslarla çevriliydi. Bir akşam güzel ayakkabı tokaları takmıştı. Değerli taş uzmanı von Contaut’un dediğine göre tokaların üzerindeki taşların değeri 200.000 frank kadardı.

Oakley yazıyor; “Piyanoda her şarkıyı çalabilmesi bir yana, en zor konçertoları bile değişik enstrümanlarla çalabiliyordu, özellikle yorumlarından etkilenenler sayısızdı. İnanılmaz güzellikte yağlıboya resimler yapıyordu. Resimlerini çekici kılan kendi keşfettiği bir boya türüydü ve bu bir sırdı. Vanloo bu resimlerdeki renklerden çok etkilenmişti ve bir çok kere bu sırrı onunla paylaşması için rica etmişti. Ama sır hiçbir zaman açığa çıkmadı. Aslında mucizelerin kaynağı engin kimya ve fizik bilgisiydi. Her zaman sağlıklıydı ve bunun nedeni gizemli bilgilerdi. Üstelik bir insana nasip olabilecek yaşam süresinin çok üzerine çıkması yine bu bilgilerin hikmetiydi."


Çaykovski bir hırsız mıydı?


Çaykovski

Bu nitelikleri Kont’u Madam de Gergy’nin gözdesi haline getirmişti. Daha ilk günden başlayıp uzun yıllara yayılan ilgi Venedik’teki ilk karşılaşmayla başladı. Madam de Gergy, uzun yıllar sonra bile 25 ‘inde görünmesini sağlayan bir iksiri Saint Germain’den almıştı. Madam de Gergy’nin inanılmaz gençliğine tanıklık edecek yaşıtı olan bir çok yaşlı erkek vardı ve bu yaşlı centilmenler bu sırrı sorguluyorlardı ama asla bir sonuç elde edemediler. Bir müzik kenti olan Paris´de o gerçekten bir ustaydı. Versailles’te bulunduğu sırada kemanla birçok konserler verdi ve bir keresinde bir senfoni orkestrasını yönetti. Eski bir İngiliz şarkısı olan “Oh, Woulds Tough Know What Secret Charms”ın da içinde olduğu besteleri yayınlandı. 1760’da yeni şarkılar besteledi ve 1780’de keman için bir solo grubu oluşturdu.


Rameau

Eleştirmenler onu çalışkan ve kabiliyetli bir sanatçı olarak tanılıyordu. Ayrıca konserleri ve besteleriyle dikkatleri üzerine çekiyordu ve iyi bir nota müzisyeniydi. Bir konser icracısının, alet çalmasını yalnızca Fransız bestecisi Rameau övmüyordu, en inanılmazı da öldüğü zaman Çaykovski’nin kağıtları arasında onun bestelerinin bulunmasıydı. Rusya’daki bu garip olayın bir diğer yönü de, bir Rus bestecisinin onun bestelerini sahiplenmesiydi. Bu olay şöyle anlatılıyor; “St. Germain Kontu, St Petersburg’da Kont Rotari adlı bir ressamla yaşıyordu. Bu ressamın mükemmel portreleri Peterhof Sarayı’nda sergilenmektedir. St. Germain, iyi bir keman virtüözüydü, tek başına bir orkestra gibiydi. Rus besteci N. Pyliaeff için besteler yapmıştı ve besteler Kontes Ostermann’a ithaf edilmişti. Tarih yaklaşık 1760´idi. N. Pyliaeff bu besteleri nedense sahiplendi. Eserlerin bazılarını satın aldı ve bir süre elinde tuttu. Daha sonra onları ünlü bestekar Peter Çaykovski’ye hediye edermişcesine verdi. Böylece bestekar öldüğünde besteler kağıtlarının içinde bulundu. Fakat N. Pyliaeff, St. Germain’in bestelerindeki gizli düzenin kimse tarafından taklit edilemeyeceğini düşünüyordu.” Kısacası Çaykovski´nin, Kont St. Germain´ın bestelerini çaldığı resmen iddia ediliyordu.


Daha öte gariplikler de var;

Kont St. Germain, aynı cümleyi aynı anda iki eliyle de yazabiliyordu. Sonra bu iki nüshayı ışığa tutunca fotokopi makinesinde çoğaltılmışa benziyordu. Bir okuyuşta bir metni tekrarlayabiliyordu, beyninin iki yarısı, bağımsız olarak işlevlerini yerine getiriyordu. Bunu kanıtlamak için ise sağ eliyle aşk mektubu sol eliyle mistik bir şiir yazardı. Aynı anda da şarkı söylerdi.

Yine J. Cooper Oakley´e dönelim; “Bütün bu tuhaf anlaşılmazlar içinde 18. Yüzyıl´ın en evrensel ve dikkat çekici mistik ismi Kont St. Germain’dir. Arada bir romantik bir kahraman, belki bir şarlatan veya dolandırıcı ya da bir maceraperestdi. Hep bu tür sıfatlarla değerlendirildi. Onu değerlendirenler güçlü ve zengindiler, genelde nefret edilen ve erkeklerin çok azının sevdiği, dönemi boyunca kendini saklayan biriydi. Daha önceleri de, şimdi olduğu gibi, majisyenler ve simyacılar şarlatan olarak değerlendirilmişlerdir ve çok az insan bu gizemin gücünü farkedebilmiştir. Kralın arkadaşı ve sağ kolu olarak birçok insanı kıskançlığa sürüklüyordu. Bilgileriyle “Batı’ya” yardım etmek istedi ve birçok ulusu fırtına yüklü bulutlardan kurtardı. Eyvah! Ne yazık ki, uyarı dolu sözlerini ancak sağır kulaklara ulaştırabildi ve tavsiyeleri gerçekten dikkate alınmadı.”
 
ESTERGON
Genel Moderator
Ölümsüz Kont Saint Germain (6. ve Son Bölüm)


"Gizli Kardeşlik" yine karşımızda;


Madame Blavatsky

St. Germain’i takdir eden bir başka kadın da ünlü gizemci ve Teosofi Örgütü´nün kurucusu Madame Blavatsky´idi. Blavatsky onu şu sözlerle anlatıyor: “Eğer bir şarlatan olsaydı, uzun yıllar boyunca sayısız zeki ve yetenekli devlet adamının ve asillerin takdirini kazanabilir miydi?”


Manly Hall


Transilvanya Prensi Rakoczy

Manly Hall’ın Gül-Haç´ı, simyayı, masonları ve diğer mistik bilimleri anlatan, kapağında Prens Rakoczy’nin resmi olan kitabında şöyle yazıyor: “Biri ona kendisiyle ilgili birşey sorduğunda babasının gizli bir düşünce, annesinin ise gizem olduğunu söylüyordu. St. Germain Kontu, Doğu konsantrasyonunun prensiplerini iyi bilen bir üstattı. Çok defa, yoga yaparken görüldü. Himalaya’larda bir inziva köşesi vardı, burada kendini dünyadan tamamen soyutluyordu. Bir iddiaya göre tam 85 yıl Hindistan’da kaldıktan sonra Avrupa’da tekrar ortaya çıktığı söyleniyordu. Sık sık kendinden yüce bir gücün kurallarına uyduğunu tekrarlardı. Söylemediği şey ise, bu üstün gücün bir “Gizem Okulu” olduğu ve onu gizli bir görev için Avrupa’ya gönderdiğiydi. Kont Saint Germain ve Francis Bacon, “Gizli Kardeşlik” tarafından son bin yıldır insan içine salıverilmiş iki önelmi isimdi. (Manly Hall burada bu iki kişinin aslında aynı kişi olduğunu ve Francis Bacon’un esrarengiz ölümünü ima ediyor. Edebiyat eserlerine konu olan, mistik hikayelere karışan bir insan 1624’te öldükten sonra nasıl olur da mezarından kaybolur? Bir kaç farklı kimliğe girerek, düşüncelerini felsefi, dramatik, ve edebi yönden yaymak istiyor olabilir miydi?)


Binlerce yılın bilgisini taşıyor;

Kont Saint Germain, Gnostikleri ve Gül-Haç´ın Fransız Devrimi´ni bile etkileyen fikirlerini 18 Yüzyıl boyunca yaymaya çalıştı. Lord Bulwer Lytton’un “Zazani” adlı romanının konusunun Kont St Germain’in hayatı ve yaptıkları olduğu iddia ediliyor. Masonik törenlerde ilk adımın atılmasındaki önemli figürün ise Kont St. Germain olduğu artık biliniyor. Butler’e göre, "Zazani" adlı kitap Madam Blavatsky’yi etkilemiş ve sonradan başladığı dinbilimsel hareketin temelini oluşturmuştur. Kitabın gerçek kahramanı, yazar Bulwer’in de yakından tanıdığı, gençlik iksirini ve diğer simyasal gizemleri, otların gücünü, Fransız ihtilalinin arkasındaki Rosucrician gizemini bilen Kont St Germain’den başkası olabilir mi?

Manly Hall, St Germain’in Francis Bacon’la olan benzerliğini şöyle tanımlıyor: “Cahil ve amaçsız ukalalığın arkasında net ve açık bir şekilde görülen şahsiyet Kont St Germain´dir. Eski bilgeliğin efendisi, unutulmuş doğruların bilgesi, merak edilen antik sanatların profesörü olan bu kişi, bir yandan da modern dünyanın metafizik yanını ve geleneklerini, 50 yüzyıllık bir çalışmanın ürünlerini Kont St Germain adıyla yaymaktadır.


Binlerce kez sorulan soru şudur;

St Germain Kontu, doğa kanunlarına ait bu ilginç bilgileri nerede saklıyor?

Yüzyıllardır kendini nasıl yeniliyor?

Nasıl ölümsüz olabiliyor?

Tüm insanlığı kaçınılmaz sona götüren sırrın çözümü nedir?


St Germain Kontu, Mısır ve Yunan´da yaşamış bir çok filozofun kardeşi olarak onların temsilcisi ve sözcüsüdür. Bize birçok işaret yolladı, aklıyla da birçok kişiyi şaşırttı. Bir adam ki, 2000 yıldır skolastik mütevaziliği ile varoluyor.”


Kont St.Germain

Modern bilimin babası, deneysel felsefenin kurucusu insan aklını Aristo’nun arınmış skolastik felsefesinden kurtaran kişi Francis Bacon’dur. İngiltere’deki yapay ölümünden sonra Bacon Avrupa’da Masonların ve Rosicrucian’ların başı olarak ortaya çıktı. 17. ve 18. Yüzyıl´da Avrupa’da, 19 Yüzyıl´da ise Uzak Doğuda görüldü. İddilara ve bazı ciddi kanıtlara göre, Bacon ve St Germain Kontu aynı kişiydiler ve uzun bir yaşamın iki bölümünü oluşturdular. Görünüşünü ve statüsünü hiç değiştirmedi, hep aynı kaldı. Bilinen üçyüz yıllık yaşamı boyunca iki kişiliğiyle de başarılı bir tablo çizdi. Bütün bunlar bir efsaneden başka birşey değil mi? Yüzyıllar içinde büyümüş ve gerçeklerin elbisesine bürünmüş bir masalı mı okuduk? Ama kaynaklar çok sağlam, bu yazıda okuduklarınız bunların çok azı. Kesin olan şey, Kont St. Germain´ın gerçekten yaşadığıdır ama yüzyıllardır yaşıyor olabilir mi ve hala sağ mı? Öyleyse şu anda nerede? Acaba Kont St. Germain, günümüzde bildik, tanıdık bir kişiliğe bürünmüş olabilir mi? Bu soruların cevapları şimdilik yok, gelecekte belki olabilir..
 
ESTERGON
Genel Moderator
Hasan Sabbah (1.Bölüm)



Hasan Sabbah

Gelecekte İsmaililiğin en tanınmış ismi haline gelecek, bu mezhebin içinde kendi ekolünü kurarak, terör hareketleriyle dünyaya dehşet saçacak olan Hasan Sabbah, İran’da İsmailililer’in önde gelen kişilerindendir.

Oniki yıl boyunca bölgeyi yakıp yıkan İbn-i Aktaş ölünce meydan Hasan Sabbah’a kaldı. İran’daki İsmailililer’in yeni lideri artık Hasan Sabbah’tı.

Devrin bütün ilimlerini öğrenmiş, kimya, sihir, gizem ve simya ile uğraşmış, Kahire’de İsmaili mezhebinin gizli sırlarını öğreten Dar’ül-Hikme’ye devam etmiş ve İran’daki İsmaililiğin ileri gelenlerinden biri olmuştur.



Alamut Kalesi

Hasan Sabbah, İran’a dönerken Alamut Kalesi’ni gördü. Bu kaleyi çok beğendi ve ileride işine yarayacağını düşündü.Oraya yerleşti ve çok geçmeden adamlarıyla harekete geçerek Alamut’u ele geçirdi.

Burada kendisine ait yöntemler gelişti.Zaten mezhep yönünden kendisine bağlı adamlarını “ölüm makinesi” haline getirecek bir yol buldu.Sarp kayalıkların üzerinde olduğu için zapt edilmesi güç olan kalede adeta bir yalancı cennet oluşturdu.Ağaçlıkların, havuzların ve çiçeklerin olduğu bu mekanda, dünya güzeli kadınlar erkeklere her türlü hizmeti yapıyorlardı. Hasan Sabbah, bu yalancı cenneti kendine ölümüne bağlı fedailer yetiştirmek için kullandı.




Hasan Sabbah’ın hizmetine girenler önce içkinin içine atılmış haşhaşinle uyuşturuluyor, adam gözlerini açtığında kendini bir yalancı cennette buluyordu.Bu cennet gibi yerde , huri gibi kızlarla her türlü zevki yaşayan fedailer, bu cennetten ayrılmak istemiyordu.

Ancak cennete girmenin yolu vardı. Hasan Sabbah’ın her istediğini gözünü kırpmadan yapmak. Hasan Sabbah’ın emri ile yapılan işi başarmak yada bu uğurda ölmek, cennete girmenin yolu idi.Hele ölüm cennete hemen giriş anlamına geliyordu.Yaşadığı cennetin özlemini çeken fedailer, cennete tekrar girebilmek için bir an önce Hasan Sabbah’ın uğruna ölmeyi arzuluyorlardı.Bu yüzden Hasan Sabbah, “kalenin bedeninden kendini uçuruma at!” emrini verirse fedai cennete kavuşacağının sevinciyle hiç düşünmeden kendini uçuruma bırakıyordu.
 
ESTERGON
Genel Moderator
Hasan Sabbah (2.Bölüm)


Bu yalancı cennet sayesinde Hasan Sabbah’ın etrafında oluşan fedailer ordusu, kısa zamanda adlarını duyuracak suikastlar düzenlediler ve çoğunda başarılı oldular. Hasan Sabbah’ın yok edilmesini istediği hedef kim olursa olsun suikasta uğruyor, çoğu ölüyor, kurtulanlar ise yeniden suikastlara maruz kalıyorlardı.Başarılı olamayan fedailer idam edilirken yada parçalanırken cennete girecekleri için mutlu ölüyorlardı.


Hasan Sabbah, yalancı cenneti sayesinde kendisine ölümüne bağlı fedailer ordusunu büyüttü.Dünya Tarihi’nin görmediği haydutlar ordusu haşhaşin ve yalancı cennet sayesinde kurulmuştu.

Hasan Sabbah, İsmaililik tarikatını kendine göre yeniden düzenledi ve müritlerini üç sınıfa ayırdı: Dailer, Refikler ve Fedailer. Bunların hepsine Büyük Dailer hükmediyordu, onlar Hasan Sabbah’ın vezirleriydi.Dailer mezhebe girecekleri kabul ederlerdi.Fedailer Hasan Sabbah’ın ve Büyük Dailer’in verdikleri emirleri uygulayan katiller ordusuydu.


Hasan Sabbah, ile birlikte yeni bir unvan ortaya çıktı.Şeyhü’l-Cebel.Dağların kartalı anlamına gelen bu unvan, Hasan Sabbah ve ondan sonra gelenlere verilen unvan oldu. Hasan Sabbah’ın adı söylenmiyor, ona Şeyhü’l-Cebel deniyordu.

Hasan Sabbah’a ve mezhebine karşı çıkanlar, onların küfür olduğunu söyleyen İslam alimleri ve fakihler çeşitli suikastların sonucunda birer birer ortadan kaldırılmaya başlandı.
 
- Yönetici düzenlemesi: :
ESTERGON
Genel Moderator
Hasan Sabbah (3. ve Son Bölüm)



Melikşah

Alp Arslan’ın meşhur vezirlerinden Nizam’ül-Mülk, Melikşah zamanında Alamut Kalesini ele geçiren Hasan Sabbah’ın üzerine yürüdü ve kaleyi kuşattı. Birbirlerini tanıyan Hasan Sabbah, Nizam’ül-Mülk’e bu işten vaz geçmesini, yoksa kendisinin öldürüleceğini haber saldı ama Nizamü’l-Mülk kuşatmadan vaz geçmedi. Bir gün Hasan Sabbah’ın fedailerinden Ebu Tahir, Nizam’ül-Mülk’ü bir suikastta öldürdü.Vezirleri ölen Selçuklu askerleri kuşatmadan vazgeçmek zorunda kaldı.

Melikşah’ın ölümünden sonra tahta geçen Sultan Sungur, İsmaililler’in üzerine ordusunu saldırıya hazırlarken , bir Sabbah yatağının başucuna saplanmış bir hançer gördü.Birkaç gün sonra bir adam Hasan Sabbah’tan mesaj getirdi:”O hançeri senin yatağının başucuna saplayan göğsüne de saplayabilir. Bizimle uğraşmaktan vaz geç.”

Hasan Sabbah’ın yetiştirip saraylara sattığı güzel kadınlardan biriydi Sungur’un yatağına hançeri saplayan. Hasan Sabbah’ın güzel kadınları, saraylarda cariyelik yaparken Şeyhü’l-Cebel olan şeyhlerine de hizmet ediyorlar ve emirlerini uyguluyorlardı.Sultan Sungur, Hasan Sabbah ile baş edemeyeceğini anlayınca onlarla uğraşmaktan vaz geçti.

Hasan Sabbah, yirmi altı yıl içinde her tarafa musallat oldu, istediği yerde teşkilatını kurdu ve ortalığı haraca bağladı.

Hasan Sabbah, 33 yıl hüküm sürdükten sonra 1124 yılında ölünce, o bölgedeki insanlar büyük bir beladan kurtulmuştu.

Moğollar’ın İlhanlılar Devleti’nin hükümdarı Hülagu, 1256 yılında Haşhaşinler’i acımasız bir şekilde katletti ve tamamen kökünü kazıdı. Günümüzde bu akımın değişik bir kolu , yine aynı bölgelerde, özellikle Lübnan’da Dürziler adıyla etnik bir grup anlayışıyla varlığını sürdürmektedir.
 
yasba
Forum Ustası
Hasan Sabbah ve Haşhaşinlerle ilgili çok kitap okudum, Alamuta Dönüş bunlardan bir tanesi . İlgi çekici bir konuyu bizlerle paylaşmışsın teşekkürler Estergon.
 
Üst