SylarGray.
Banned
Daha güzel bir dünyanın, daha özgürlüklü bir dünya olmadan gerçekleşemeyeceği açık. Daha özgürlüklü bir dünyanın kurulabilmesi için de tabuların yıkılması gerekli. Her türlü tabu yıkılmalı. En başta da dinlerden , "inanç"lardan kaynağını alan tabular.
"Özgürlükleri bağlayan her türlü zincir kırılmalı, en başta da kafalardaki "iman zinciri". İman zincirine bağlı düşünce sabittir, değişmezdir. Bu ise doğanın değişken yapısına terstir. Zincirli zihin gelişme gösteremez; değişmelere, gelişmelere ayak uyduramaz. Dünyamızdaki her türlü olumlu gelişme, dinin ve imanınki başta olmak üzere, tabuların zincirinden kurtulabildiği, yol bulabildiği ölçüde gerçekleşebilmiştir. İnsan aklı, bilim, teknoloji, insan hakları alanında ulaşılan noktalar, bu yoldaki adımların ürünleridir.
Akıl ve bilim aydınlık kesimdedir. Din ve iman ise karanlık kesimde. Aklın, bilimin ölçüleri bellidir. Gözlem vardır, deney vardır, nesnellik vardır...Yolu ışıklandıran da bunlardır. Öyleyse "din"in üzerine nasıl gidilmesi gerektiği ortada ve son derece açık: Karanlığın üzerine nasıl gidilirse, "din"in üzerine de öyle gidilmelidir. Karanlıkla savaşılırken ışık gereklidir. Dinin, imanın üzerine gidilirken de..."
Böyle başlıyor Turan Dursun yayına çıkacak ilk kitabının önsözünde. Şeriatın kurşunları 4 eylül 1990 günü onu sırtında yedi yerinden vurup öldürmeden üç ay evvel...Öldürüleceğini çok iyi biliyordu Turan Dursun, ama şöyle diyordu: "Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım." Aydın ve cesur bir insan olarak ikincisini seçti o.
Turan Dursun, 1934'te Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Gümüştepe köyünde dünyaya geldi. Ailesinin sekiz çocuğundan biriydi. Henüz beş yaşındayken tüm ailesiyle birlikte Ağrı'nın Tutak ilçesinde dedesinden kalma yerlere tekrar sahip olmak ve oraları işletmek umuduyla göç etti. Babası aileyi geçindirmek üzere köylerde imamlık yapmaya başladı. Kıt kanaat geçinen babasının tek arzusu oğlunun Basra'da ve Küfe'de bulunmayacak derecede bir din alimi olmasıydı.
Babası kendisini yatılı din okullarına, Kur'an kurslarına, ünlü hocalarının yanına eğitim için verdi. Bu hocalardan dini eğitimi alabilmek için Ağrı'dan Muş'a, Adana'ya ve oradan da Türkiye'nin bir çok şehrine, kasabasına ve köyüne gitti. Biri hariç tüm hocalarında bedava eğitim gördü. İşte bu hocadan ders alabilmek için kendisinden istenilen zamanın parasıyla 100 TL'yi ödeyebilmek için hem esans satmaya, hem de hocalık yapmaya başladı. Kendisine hocalık yapan bu kişi ise daha sonraları Ankara Elmalıdağ Müftüsü oldu. Askerlik çağına ulaşana kadar Kürtçeyi, Çerkezceyi ve Arapçayı öğrendi. Aldığı dini eğitimi sayesinde İslam hukukçusu, İslam kelamcısı, hadis bilimcisi, usulü hadisçisi, doğu ve din etnoloğu olduğunu idda eti. Antropolojiyle de yakından ilgilendi.
Müftülük sınavını kazandıktan sonra ilkokul diploması olmadığı için tayini yapılamadı. Bu yüzden İstanbul Mahmutpaşa İlkokulu'nu kısa sürede dışarıdan bitirdi. Sivas müftüsü iken de ortaokulu dışardan bitirdi ve en son liseyi tam bitirmek üzereyken ölümcül bir silahlı saldırıya hedef oldu.
İlk imamlık deneyimlerini askere alınmadan önce Tarsus'a bağlı Baltalı köyünde yaptı. Askerliğinden sonra, İstanbul'da bulunan İsmailağa ve Üçbaş medreselerinde hocalık yaptı. Daha sonra müftülük yılları başladı. İlk olarak Tekirdağ'da müftü yardımcısı olarak göreve başladı. Ardından Gemerek'te, Altındağ'da, Sivas'ta ve son olarak da Sinop'un Türkeli ilçesinde müftü olarak görevde bulundu. 1958 yıllında başlayan müftülük görevi 1966'da son buldu. Bu yıllar arasında birçok şeye tanık oldu ve sürgün edildi.
Sivas'tan Sinop'a sürgün edilmesinin sebepleri şunlardı:
Çirkinlikleri gidermek.
Sivas'a bağlı bütün köylere 50'şer ağaç diktirmek.
Müftülük lojmanı yerine göğüs hastalıkları hastanesinin yapılmasına önayak olmak ve yaptırmak.
Bu hastanenin yapılması için köylerden ve kasabalardan yardım olsun diye buğday toplamak.
İmamların eğitimine önem vermek; onları sinemaya götürmek; imamlar için konferanslar vermek; Milli Eğitim Bakanlığı ile anlaşarak imamlara diploma verilmesini sağlamak; onlar için bu alanda ilk olan "imamları yetiştirme kursları" açmak; bu kurslara ordaki din adamlarının Mustafa Kemal Atatürk büstüne çelenk koyması şartıyla askeriyeden karavana (yemek) dağıtmak. Bu olayla Atatürk büstüne çelenk koyan ilk müftü ve ilk din adamlarından biri olmakla tarihe geçti.
Sivas'ın Hazar köyündeki su kaynağından yeterince yararlanmak için baraj yapılması için çalışmalar yürütmek.
Müftü iken İslamı, Hıristiyanlığı ve Yahudiliği hem kendi kaynaklarından, hem de diğer kaynaklardan yararlanarak daha detaylı bir şekilde birbiriyle karşılaştırıp, kökenlerini aramaya yönelik bilimselliği tartışalan çalışmalar yürüttü. Bu çalışmanın yanında söylenceleri ve efsaneleri de okudu. Bu yoğun çalışmalar dini inancında sarsıntılar yarattı.
Turan Dursun, inancındaki sarsıntı nedeniyle müftülükten istifa etti ve çöpçülüğe başvurdu. Bir arkadaşının önerisiyle Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nde ambar memurluğu, malzeme memurluğu, koruma memurluğu ve evrak memurluğu gibi görevlerde çalıştı. Ardından prodüktör sınavlarına girdi ve başarılı oldu. Bundan sonra TRT Kültür Müdürlüğü'nde dinsel yayınların hazırlanmasında prodüktör olarak çalıştı ve bir çok yapıma imzasını attı. Bunlardan en çok yankı uyandıranlar ise şunlardır: Tarihte Türkler, Başlangıcından Bu Yana İnsanlık ve Akşama Doğru. Araştırmasını kendisinin yaptığı ama bir türlü yapımına izin verilmeyen Birinci Büyük Millet Meclisi Öncesi ve Sonrası adlı yapıtı vardır. TRT'deki 16 yıllık görevinden 1982 yılında emekliye ayrıldı.
1987 yılında Doğu Perinçek'le tanıştı ve onun yardımıyla 2000'e Doğru adlı dergide Din Bilgisi adında bir sayfada yazmaya başladı. Daha sonra Saçak, Teori ve Yüzyıl gibi dergilerde de yazdı. Bunun yanı sıra bir çok kitabı yayına hazırladı. İbn-i Haldun'un Mukaddime adlı eserini Türkçeye çevirdi.
Turan Dursun, 4 Eylül 1990 tarihinde İstanbul'da evinden çıkıp işe giderken uğradığı bir silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Dört yıl sonra, İslami Hareket Örgütü'ne yönelik operasyonda cinayetin çözüldüğü açıklandı. Örgüt üyesi Arif kod adlı Tamer Aslan, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde verdiği ifadede Turan Dursun'un öldürülmesine nasıl karar verdiklerini şöyle anlattı:
“ Mesut [kod adlı Mustafa Kayacan], yazarlık yapan ve yazdığı yazılarda Hz. Peygamber efendimizle kutsal Kuranikerim'i küçük düşüren Turan Dursun'un öldürülmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine benle kod adı Kemal olan kişiyle önce bu konuya itiraz ettik. Çünkü bu şahıs öldürüldüğünde basın bu olayı abartılı olarak halka yansıtacak bundan dolayı da şahsa kötülükten ziyade iyilik yapmış olacağız kanaati benle Kemal'de hakimdi. Biz bu görüşmüzü Mesut'a ilettiğimizde bizimle 15 gün görüşmedi. Mesut, tekrar Turan Dursun'un öldürülmesi olayını yinelemesi üzerine ben ve Kemal olayın istihbaratını yapmak üzere görev aldık.”
Ancak, yakalanan sanıklar daha sonra serbest bırakıldı. Gerçek katilleri ise hâlâ yakalanmadı.
Anısına her yıl Turan Dursun Araştırma ve İnceleme Ödülü verilmektedir
Şu dizenin de konuyla ilgili olduğunu düşünerek koydum
Ben yanmasam,
Sen yanmasan,
Biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.
Nazım Hikmet
Kaynaklar:
1-)http://tr.wikipedia.org/wiki/Turan_Dursun
2-)http://turandursun.com/